Bundan biraz önce de Freda’nın kız kardeşi Nina İzmir’den İstanbul’a gelmiş, ablasının odasında yaşamaya başlamıştı. Doktor da bu kıza karşı bir bağlılık duyar gibiydi. Bunun için Cavide’nin evinde istenilmemesinin acısı pek ağır olmadı.
Nina, ablası gibi yahut Pigmalyon gibi gelişmiş, olgunlaşmış güzel bir kadın değil. Bu daha bir kız. On yedi, on sekiz yaşlarında olmalı. Ancak doğarken ateşli, aşifte yaratılmış. İhtiyar Naum bu kıza bayılıyor. Alt katta oturan kiracılardan Alber Garon adında, oldukça geniş iş yapan bir komisyoncu Freda’nın odasına dadandı. Gece yarılarına kadar bezik oynuyor.
Murat Ali, ilkin Freda ile Pigmalyon’un birbirini kıskanmadıklarına bakarak, Nina’yı da kıskanmayacaklarını sandı. Kız ne kadar çekingenlik gösterirse o da o kadar yüz veriyordu.
Freda, Murat Ali’nin Pigmalyon’a para verdiğini, yahut ona bir hediye aldığını fark ederse, rahatsız oluyor;
“Niçin paranı ziyan ediyorsun!” diye söylendiği oluyordu.
Nina’ya verilen para için bu kıskançlığı göstermiyor, Pigmalyon ise Freda’yı kıskanmıyor, para verilsin verilmesin Nina’yı kıskanıyordu.
Pigmalyon bir gün Nina’nın, doktorun odasından çıktığını gördü. Doktora;
“Sen bu kızı alacak mısın?” diye sordu.
Doktor ilkin anlamadı ise de sonradan düşündü, biraz da korktu. Nina’dan hem biraz ürktü hem de sakınmaya başladı. Pigmalyon’un soruşundan tam dokuz hafta sonra da işin kokusu çıktı.
Bir gün, bir akşamüstü Murat Ali eve dönünce Freda’nın odasında bağrışmalar olduğunu duydu. Oraya gitmek istedi. Pigmalyon önledi, kendi odasına aldı.
“Oraya gitme.” dedi.
“Niçin, ne olmuş?”
“Nina gebe kalmış, kavga ediyorlar! Çocuğun kimden olduğunu soruyorlar, söylemiyor.”
Doktorun rengi attı. Canı sıkıldı. Pigmalyon’a belli etmek istemeden;
“Ben gidip sorayım, belki bana söyler” dedi.
“Sen bilirsin.” dedi kadın. “İyi olmaz.”
Doktor orada bir iskemleye çöküp bir cıgara yaktı, Pigmalyon’un çiçeklerinden birini eline alıp bakmaya başladı.
Pigmalyon’a sordu:
“Kimdendir, dersin?”
Pigmalyon doktorun gözü içine bakarak;
“Bilmem!” dedi. “Nina’dan sormalı!”
“Sormamışlar mı?”
Pigmalyon belki Türkçesini beceremeyeceği için Fransızca;
“İşte içerde bunun kavgası ediliyor.” dedi.
İçeri odadan her sesin üstünde Freda’nın sesi geliyordu. Doktor dinledi, anlamadı. Pigmalyon’a sordu:
“Sen anlıyor musun?”
Pigmalyon dudak büktü:
“Anlamıyorum.” dedi. “Freda bağırıyor.”
Doktor konuşmak istiyor, ancak dili varmıyordu. Bir aralık kapıyı açıp Freda’nın odasına gitmek istedi. Hiçbirini yapamadı. Odasına gitti. Yalnız kalırsa kuruntu ile çok ağır gece geçireceğini anladığı için, gidip Pigmalyon’u da çağırdı. Bununla beraber gene rahat uyuyamadı.
Kızın onun odasına geldiğini bu evde herkes biliyordu. Eğer Nina bir yalan söylerse, Murat Ali kendini zor kurtarır. Yatakta dönmekten Pigmalyon’u da uyutmadı. Ertesi gün de bankadan izin alıp hukuktan tanıdığı bir arkadaşına giderek danıştı. Baş-başa işi incelediler. Güç bir iş. Ancak bir kolayı bulunmaz değil. Necmi, umut vermedi ise de umut da kesmedi. Sonra söz arasında, Murat Ali’ye, İstanbul’da belli başlı bir iş olmadığına göre Ankara’ya niçin gitmediğini sordu.
Bunu sanki “Ankara’ya gidersin, bu iş de kapanır.” demek ister gibi mi söyledi? Doktor anlayamadı. Daha sonra da şimdiden gitmenin ilerisi için değerli olacağını anlattı.
Murat Ali o gece Ankara’ya gitmeyi de düşündü. Ertesi sabah da Freda’ya hiç görünmedi. Pigmalyon’dan duyduğu doğru ise, “Çocuk kimdendir?” diye sormuyorlarmış. “Çocuk doktordan değil mi?” diye sıkıştırıyorlarmış!
Murat Ali korktuğunun başına gelmek üzere olduğunu görüp Freda’ya kızdı. O gece Freda karşısına çıksa saçlarından tutup yere atacağını, tekmesi altında ezeceğini sanıyordu.
Bir gece daha üzüntüler, ağır düşünceler altında uykusuz kaldı.
Sonra bir gün bankada Yakop yanına geldi. Nina yüzünden, kızın sığındığı Bohoraci’nin evinde Freda’nın hısımları arasında bir kavga olduğunu, Freda’nın kız kardeşini dövmek istediğini, başı yarıldığını, birinin gözüne vurduklarını, terzi Marko’nun merdivenden düşüp kolu kırıldığını, hepsini karakola götürüp orada Nina’nın korkusundan her şeyi söylediğini, çocuğun saatçi Haron’un oğlundan olduğunu, bu arada ihtiyar babası Naum Şalem’in de dayak yediğini haber verdi.
Bu haberi belki Pigmalyon da biliyordu. Her nedense söylemedi. Akşam eve dönünce Pigmalyon’u görmek istedi ise de Kuzma orada idi. Konuşmadı. Freda’nın odasına gitti. İhtiyar kitapçı yatağında yatıyor, Freda da başı bağlı odada dolaşıyordu.
Murat Ali’yi görünce, her günkü gibi sessiz, yüzüne baktı. Doktor;
“Ne o?” dedi.“Kafanı bağlamışsın?”
Freda, hiç sesini çıkarmadı. Daha kızgınlığı geçmediği için birkaç söz söylemek isterdi. Baktı, incecik bir eski gömlek içinde Freda, çok kadınları kıskandıracak, imrendirecek kadar güzeldi. Sesini çıkarmadı. Naum’un yatağına doğru gitti.
“Naumçı nasılsın?” dedi.
“Hastayım.”
“Sana bir hekim getirelim.”
“İstemem. Hekim bana ne yapacak?”
“Yaşlı adamsın. Belli olmaz. İyi olurum derken adam ölür”
İhtiyarın sakalı titredi, başını Murat Ali’ye çevirdi, ağlayarak;
“Kurtulurum bunlardan.” dedi.
Sonra da kafasını yorgan içine sokup ağlamaya başladı.
Freda, odanın köşesinden kocasına İspanyolca birkaç kelime söyledi. İhtiyar başını yorgandan çıkarıp karşılık verdi.
Murat Ali, karı-kocanın kavgaya başlayacaklarını anlayıp Freda’yı aldı, kendi odasına götürdü. Orada barıştılar. Freda diyor ki: “Kocası Nina’yı seviyor, onun için de kıskanıyormuş. Hastalığı, dayak yediği de yalanmış.”
O gece Pigmalyon da bunu söyledi. İhtiyar bu kızı seviyormuş.
“İhtiyarın seveceğine inanmıyorum!”
“İnan, seviyordu. Senden bile kıskanıyordu.”
İki gün sonra doktor, Nina’ya sokakta rasgeldi, onu ihtiyarın dükkânına götürdü, bıraktı. Sonra da kendi odasına gelmesini söyledi. Nina biraz nazlandı ise de gelmemezlik etmedi.
Doktor, Nina işinin nasıl bittiğini haber vermek için Necmi’nin Komisyon Hanı’ndaki odasına uğradı. Konuştular, Murat