“Et?” dedi Britain, elinde servis çatalı ve bıçağıyla Mr. Snitchey’ye yaklaşıp soruyu âdeta ateş eder gibi yönelterek.
“Kesinlikle.” diye cevap verdi Avukat.
“Siz ister misiniz?” dedi Craggs’e.
“Yumuşak ve çok pişmiş tarafından.” diye cevapladı, söz konusu beyefendi.
Bu istekleri yerine getirdikten ve Doktor’a da cömert bir porsiyon verdikten sonra (diğerlerinin bir şey yemek istemediklerini biliyor gibiydi) ekibe uygun kaçacak mümkün olan en yakın mesafede durup haşin gözlerle herkesin yeme ve içme hâlini izlemeye koyuldu. Ancak çok geçmeden yüzündeki ifade yumuşadı. Bunun sebebi çok da düzgün dişlere sahip olmayan ve neredeyse boğulacak gibi olan Mr. Craggs’in büyük bir heyecanla: “Gitti sanıyordum!” diye bağırmasıydı.
“Ee, Alfred.” dedi Doktor. “Hazır kahvaltıdayken biraz iş konuşalım.”
“Hazır kahvaltıdayken.” dedi, oradan yakın zamanda ayrılmak gibi bir niyetleri olmadığı görünen Snitchey ve Craggs.
Alfred kahvaltı etmiyordu ve hâlihazırda işle yeteri kadar meşgul olmasına rağmen saygıyla cevapladı: “Eğer isterseniz efendim.”
“Ciddileşmek gerekirse.” dedi Doktor. “Yani böylesine…”
“Bir saçmalık içinde mi efendim?” diye öneride bulundu Alfred.
“Böylesine bir saçmalık içinde.” dedi Doktor. “Pek çok açıdan dördümüz için hoş şeyleri ve uzun süreli güzel bir dostluğu hatırlatan bu çifte doğum günü vesilesiyle tam da ayrılık vaktinin arifesinde burada buluşmuşken, bu konuyu açmak yerinde olacaktır.”
“Ah! Evet, evet, Doktor Jeddler.” dedi genç adam. “Çok yerinde. Hem de öyle yerinde ki… Bunu içtenlikle söylediğimi biliyorsunuz ve ben de sizin aynı şekilde hissettiğinize eminim. Bu konuşma sonrasında bu evi sizin hizmetinizde biri olarak terk edeceğim. Arkamızda yılların dostluğu var ve böyle bir şey yenilenemez ancak yeniliklere açıktır.” Yanında oturan Marion’a baktı. “İlişkimiz o kadar değerli ki şimdi konuşmaktan çekiniyorum. Haydi ama!” diye ekledi bir anda hem kendini hem de Doktor’u heyecanlandırarak. “Bu koca saçmalık denizinde bana kalırsa ufak bir ciddiyet tanesi olduğunu söylemek mümkün. Bugünlük anlaşalım, gerçekten ciddiyeti hak eden bir konu var.”
“Bugünlük ha!” diye bağırdı Doktor. “Duydunuz mu! Ha, ha, ha! Bu aptal yılın onca günü varken, bugün ha. Bugün bu topraklarda büyük bir savaş verildi. Şu an oturduğumuz yerde iki kızımı bu sabah dans ederlerken gördüm. Bu ağaçlardan yiyelim diye meyve toplandı. O ağaçların köklerinde toprak değil insan kalıntıları var. O kadar çok hayat kaybedilmişti ki benim hatırladığım kadarıyla, nesiller sonra bile bir kilise avlusu dolusu kemik ve kemik kalıntısı, kafatası parçaları ayaklarımızın dibindeki topraktan toplanıyordu. Yine de savaştaki yüz kişi bile ne uğruna ya da neden savaştıklarını bilmiyordu, zafere sevinen yüz şakşakçı bile neye sevindiğinin farkında değildi. Hatta onu bırak, yüz kişinin yarısı kadarı bile neyin kazanılıp neyin kaybedildiğini bilmiyordu. Bugün bile savaşın nedeni ve faydalarıyla ilgili aynı fikirde olacak yarım düzine adam çıkmaz. Kısacası katledilenlerin yasını tutanlar dışında kimsenin bir şey bildiği yoktu. Ciddi iş ha!” dedi Doktor gülerek. “Ne sistem ama!”
“Ama tüm bunlar…” dedi Alfred. “Bana ciddi gibi geliyor.”
“Ciddi ha!” diye bağırdı Doktor. “Eğer böyle şeylerin ciddi olmasına izin verirsen ya delirirsin ya ölürsün ya da dağın tekine tırmanıp keşiş olursun.”
“Ama bunlar çok uzun süre önce olmuş.” dedi Alfred.
“Uzun zaman önce mi!” diye cevapladı Doktor. “Dünya en başından beri ne yapıyor sanıyorsun? Başından beri ne yapıyor sanıyorsun? Açıkçası ben bilmiyorum!”
“Biraz kanunlara bağlı olduğu kesin.” diye yorumda bulundu Mr. Snitchey, çayını karıştırarak.
“Ama kanunlardan caymak da hep çok kolay olmuştur.” dedi ortağı.
“Eğer bu dediğime kırılmazsanız Doktor.” diye lafını sürdürdü Mr. Snitchey. “Zira tartışmalarımız sırasında defalarca kez benim fikrime maruz kaldınız ve ben hep kanunların yerleşmesi ile bir hukuk sisteminin ortaya çıkması sonucu artık olayın ciddi bir yöne kaydığını, somut ve bir amaca hizmet eden bir…”
Clemency Newcome masaya çarptı, fincan ve tabakların takırdamasına sebep oldu.
“Aman yahu! Orada ne oluyor?” diye bağırdı Doktor.
“Hepsi bu anasının gözü mavi çantanın başının altından çıkıyor.” dedi Clemency. “Hep birilerinin takılmasına sebep oluyor!”
“Bir amaca ve niyete hizmet etmesini sağlıyor diyordum.” diye lafını sürdürdü Snitchey. “Bu da saygı uyandırıyor. Hâlâ hayat bir saçmalık mı Doktor Jeddler? Kanunlara rağmen?”
Doktor güldü ve Alfred’e baktı.
“Yine de elbette savaş aptallıktır.” dedi Snitchey. “O konuda hemfikiriz. Örneğin burada mutlu bir ülke var.” dedi, çatalıyla etrafı işaret ederek. “Bir zamanlar askerlerle dolup taşıyordu ve hepsi de işgalciydi. Kılıçlarıyla etrafı yakıp yıkıyorlardı. He, he, he! Bir insanın kendi rızasıyla böyle bir yıkıma maruz kalması! Aptallık, ziyan, gerçekten saçmalık. İnsan düşününce hemcinslerine gülüyor. Ama bu mutlu ülkeyi olduğu gibi kabul etmeli. Kanunları da mülkle ilgili olarak düşünmek gerek. Gerçek mülkün vasiyeti ve kullanımı, ipoteği ve kefareti, kiralanması ve kullanım hakkı düşünülmeli.” dedi Mr. Snitchey. Bunu o kadar büyük bir duyguyla söyledi ki söylerken dudaklarını şapırdattı. “Unvan ve unvan beyanına yönelik karmaşık kanunları, bunlarla ilgili anlaşmazlıkları ve Parlamentodan çıkmış çeşitli kanun maddelerini de unutmamak gerek. Bir davayı gerekli kılabilecek, sayısız ustalık gerektiren ve bitmek tükenmek bilmeyen Yargıtay davalarını düşünün. Kabul etmeniz gerekir ki bu dünyada hepimize bir yer var bana kalırsa!” dedi Mr. Snitchey, ortağına bakarak. “Hem kendi adıma hem de Craggs adına konuşuyorum diyebilir miyim?”
Mr. Craggs onay verdi ve nedense bu konuşma nedeniyle biraz canlanmış olan Mr. Snitchey, biraz daha et ve çay alabileceğini bildirdi.
“Ben prensip olarak hayata karşı gelmem.” diye ekledi, ellerini kavuşturup kıkırdayarak. “Hayat dediğin şey aptallıktan başka bir şey değil, hatta daha da beteri. Yok efendim güven, değer ve bencillikten uzak mesleklermiş. Ba, ba, bak sen! Hepsinin ne mal olduğunu gördük. Ama hayatı da hafife almamak gerek. Oynanacak bir oyun var ve bu sahiden de çok ciddi bir oyun! Herkes senin rakibin. Ah! Sahiden de ilginç bir şey değil mi? Jeddler, yapabileceğin tek şey gülmek ama çok da abartmamak. He, he, he! Çok da abartmamalı.” diye tekrarladı Snitchey. Sanki: “Bence sen de böyle yapmalısın!” demek ister gibi başını sallayıp göz kırparak.
“Eee Alfred!” diye bağırdı Doktor. “Buna sen ne diyorsun?”
“Diyorum ki efendim.” dedi Alfred. “Bana kalırsa, bana ve sanıyorum ki kendinize de yapabileceğiniz en büyük iyilik bazen güneşin her gün doğduğu yaşam denilen bu büyük savaştaki, bu ve bunun gibi savaş alanlarını unutmak olur.”
“Gerçekten de onun fikrini değiştiremezsiniz Mr. Alfred.” dedi Snitchey. “O dediğiniz yaşam savaşındaki savaşçılar çok hevesli ve çok da amansızlardır. Çok fazla asma ve kesme, insanların kafasını uçurma, yıkma ve üstünden geçme durumu vardır. Sahiden de fena bir iş bu.”
“Bana kalırsa Mr. Snitchey.” dedi Alfred. “O dediğinde