“Buradayım efendim.” dedi, merdivenin tepesinden aceleyle inen ve epey sakar görünen ayakların sahibi bir ses. “Her şey tamam. Kızlar, haydi toparlanın. Yarım dakika içinde her şey hazır olacak efendim.”
Kadın bununla birlikte, tam da söylediği üzere birine açıklanmaya çalışılsa kelimelerin bulunamayacağı bir tavır takınarak acele etmeye başladı.
Otuzlu yaşlardaydı. Tombulca ve neşeli bir yüzü olsa da hatlarındaki gerginlik, ifadesine komik bir hava katıyordu. Ancak, yürüyüşünün ve tavrının olağanüstü sadeliği, dünyadaki herhangi bir yüzün yerini alabilirdi. Âdeta iki sol bacağa ve başkasının kollarına sahipti; tüm bu uzuvlar tek bir noktadan çıkıyor ve harekete geçtiklerinde tümüyle yanlış pozisyonlar alıyorlardı, desek az kalır. Bu varoluş şeklinden müthiş derecede memnundu; etliye sütlüye karışmayıp kol ve bacaklarını oldukları gibi kabul ediyor, onlar nasıl istiyorlarsa öyle hareket etmelerine izin veriyordu dersek onun bu ılımlılığının hakkını vermiş oluruz. Mavi çorap, pek çok renkten oluşan basma kumaş ve parayla alınabilecek en korkunç desene sahip elbisesi ile beyaz önlüğü de kendi özgür iradesi olan ayakkabılarının önemli bir parçasıydı ve o da ayaklarının gittiği yöne gitmek istemiyordu. Hep kısa kollu giyiyordu ve gurur duyduğu, herkese göstermek için şekilden şekle girdiği dirsekleri şu ya da bu nedenden dolayı daima sıyrıklarla doluydu. Kafasına ufak bir başlık kondurmuştu ama bu başlık o türden nesnelerin normalde bulundukları yerde konumlanmamıştı. Yine de baştan aşağı, kılık kıyafeti darmadağın olsa da pirüpaktı. Vicdanını temiz ve derli toplu tutma isteği insan içinde nasıl göründüğüne dair bir endişeyle de yansıyordu. Bu biraz ürkütücü bir sonuca sebep olarak kendini ahşap bir tutacakla -bu kıyafetinin bir parçasıydı ve teknik adı korse balinasıydı- düzeltmesine sebep oluyor ve sanki bu nesne kıyafetlerinin tarafını tutuyormuşçasına her şey simetrik bir hâl alana kadar onunla güreşmesiyle sonuçlanıyordu.
İşte şekil ve şemaili böyle olan kişi, adı muhtemelen Clementa’dan türemiş olan (ancak neredeyse çocukluğundan beri bakımını üstlendiği kör ve yaşlı annesi öldüğü, onun dışında da başka bir akrabası kalmadığı için kimse işin aslını bilmiyordu) Clemency Newcome’dı. Şimdi masayı kurmaya girişmişti. Ara ara masanın başında çıplak ve kırmızı kollarını kavuşturmuş hâlde çaprazdaki elleriyle bereli dirseklerini ovalayarak durup, masaya lazım olan bir başka şeyi akıl ediyor, bir koşu gidip onu getiriyordu.
“İşte misafirimiz iki avukat, efendim!” dedi Clemency, öyle çok da keyifli olmayan bir ses tonuyla.
“Aha!” diye bağırdı Doktor, misafirleri karşılamak için kapıya yönelirken. “Günaydın, günaydın. Grace, canım! İşte Avukat Beyler, Snitchey ve Craggs. Alfred nerede?”
“Şüphesiz hemen gelecektir baba.” dedi Grace. “Bu sabahki yolculuğu için yapması gereken o kadar çok hazırlık vardı ki sabahladı. İyi günler beyler.”
“Hanımlar!” dedi Mr. Snitchey. “Benim ve Craggs’in adına iyi günler.” dedi eğilerek. “İyi günler küçük hanım.” dedi Marion’a. “Elinizi öpeyim.” dedi ve dediğini yaptı. “Ve size iyi dileklerimi iletiyorum; bu hayırlı, güzel günde.” Normal şartlarda başkalarına iyi dilekler iletecek birine benzemediğinden bu dilekleri içten miydi değil miydi bilinmez.
“Ha ha ha!” diye güldü Doktor, elleri ceplerinde düşüncelere dalmış hâlde. “Bir musibet bin nasihatten iyidir!”
“Eminim ki.” dedi Mr. Snitchey, küçük mavi iş çantasını masanın bacağına dayayarak. “Bu hanımefendiye yönelik dilekleri hiçbir koşul altında kısa kesmek istemezsiniz, Doktor Jeddler.”
“Hayır.” dedi Doktor. “Tanrı korusun! Umarım musibet falan görmez, başına hep gülünecek şeyler gelir ve Fransız zekâsıyla ‘Oyun bitti, artık perdeyi çekebilirsiniz.’ diyecek kadar da yaşar.”
“Fransız zekâsı.” dedi Mr. Snitchey, mavi çantaya sert bir bakış atarak. “Çok da geçerli değildir Doktor Jeddler, hele sizin felsefeniz tamamen geçersizdir. Siz yine ona çok da bel bağlamayın, size hep söylediğim gibi. Hayatta ciddi bir şey yok ha! Kanunlara ne diyorsunuz peki?”
“Saçmalık.” dedi Doktor.
“Hiç kanunlara işiniz düştü mü peki?” diye sordu Mr. Snitchey, mavi çantasına bakarak.
“Asla.” diye cevapladı Doktor.
“Eğer bir gün düşerse…” dedi Mr. Snitchey. “Belki de fikriniz değişir.”
Snitchey tarafından temsil ediliyor gibi görünen ve kendine ait bilinçli en ufak ayrı bir bireyselliği olmayan Craggs, bu noktada kendince bir yorumda bulundu. Bu Snitchey’nin etkisinde kalmadığı tek fikri yansıtan bir yorumdu ama bunu da yaşamış önemli adamlardan esinlenerek düşünmüştü.
“Bana kalırsa çok basite indirgendi.” dedi Mr. Craggs.
“Kanunlar mı?” dedi Doktor.
“Evet.” dedi Mr. Craggs. “Her şey. Bana kalırsa her şey çok basite indirgendi bugünlerde. Bugünlerin günahı da bu bence. Eğer dünya bir saçmalıktan ibaretse ki öyle olmadığını söylemiyorum, başa çıkması çok zor bir saçmalık olmalı. Mümkün olduğu kadar zor bir mücadele olmalı beyefendi, olabildiğine. Amaç da bu zaten. Ama her şey artık çok basite indirgendi. Yaşamın kapılarını yağlıyoruz âdeta. Çünkü paslanmışlar. Yakında kapılar açılacak ama yumuşacık bir ses çıkaracaklar. Aslında menteşelerin gıcırdaması gerek efendim.”
Aynı bir kaya gibi gri ve beyaz kıyafetler giymiş soğuk, düz ve sert bir adam olan Mr. Craggs, bu fikri büyük bir ciddiyetle, sanki çakmak çakılmış gibi parıl parıl gözlerle sunarken kendi menteşeleri de gıcırdıyor gibiydi. Herkesin kendine ait bir krallığı vardı âdeta ve her biri bu karşıtlık muharebesinde kendi köşesini temsil ediyordu. Snitchey saksağan ya da kuzgun gibiydi -sadece o kadar parlak değildi- ve Doktor da baykuş gibiydi, ara sıra gagalamaya benzer bir fikir ortaya atıyor ama geride elle tutulur bir şey bırakmıyordu.
Bu sırada, yolculuk kıyafetleri içinde tez canlı ve yakışıklı görünümlü bir genç adam, peşinden gelen ve pek çok bavul ile paket sırtlanmış olan bir yükçüyle hızlı adımlarla, o güne yaraşır gösterişli bir edayla ve umut dolu bir ifadeyle (bu üçlü kaderin kız ve erkek kardeşleri gibi ya da gösterişsiz yapılan iyilikler gibi ya da ocak cinleri gibi el ele giderdi) meyveliğe girip Doktor’u selamladı.
“Hoş geldin, Alf.” dedi Doktor, neşeyle.
“Bu hayırlı günün hepimize yaraması dileğiyle Mr. Heathfield.” dedi Snitchey, epey eğilip selam vererek.
“Size de!” diye homurdandı yalnızca Craggs, kalın bir sesle.
“Aman nazar değmesin!” diye bağırdı Alfred bir anda. “Al işte bir, iki, üç, herkeste bir şom ağızlılık var. İyi ki bugün gördüğüm ilk kişi siz değilsiniz. Kötüye işaret olarak yorumlardım bunu. Ama neyse ki güzel, tatlı Grace’ti bugün karşıma ilk çıkan. O nedenle hepinize karşı geliyorum.”
“Aslına bakarsınız beyefendi, ilk bendim.” dedi Clemency Newcome. “O, gün doğmadan önce buralarda yürüyordu. Ben evdeydim.”
“Doğru! Clemency ilkti.” dedi Alfred. “O yüzden ben de Clemency ile size karşı geliyorum.”
“Ha, ha, ha! Kendi ve Craggs adına.” dedi Snitchey. “Ne karşı gelme ama!”
“Göründüğü kadar da değil belki de.” dedi Alfred, önce Doktor sonra da Snitchey ve Craggs’le tokalaşıp en sonunda gözlerini herkesin üstünde gezdirerek. “Şey