Şerif, misafir gibi ağırlanması, nargile keyfi ve oymacılığı bitince bal peteği ve hatta her seferinde olmadık yere çıkardığı seyahat tavlasını dikkatle temizleyip özel bir imtina ile seyahat çantasına geri koyardı. Sonra kutsal bir şey gibi tafta ile ciltlettiği fotoğraf albümünü ihtiyatla çıkarır, sanki albüme bakmak nargile keyfini tamamlıyormuşçasına sayfalarını çevirirdi. Bu albüm, onun yaşamının, bütün geçmişinin sinemasıydı. Seyahatleri boyunca tanıştığı bütün arkadaşları ve kişilerin fotoğrafları bu albümdeydi ve onun aklında eski ve etkileyici hatıralarını canlandırıyordu.
Şerif’in zihnen dinlenmesi de orta hâlli insanların bilgi sınırını oluşturan Hafız’ın divânı, Sâdi’nin külliyâtıyla olurdu. Ancak tekdüze hayatının acı tecrübeleri boyunca, insanlara karşı nefret duyuyor, onlarla iletişim kurarken mesafeli olmayı, kendini koruma aracı olarak kullanıyordu. Bununla birlikte, eğittiği bir kekliği vardı ve ayağına zil bağlamıştı. Kaybolmaması için de zayıf bir köpeği kekliğe bekçi olarak tutuyor, boş kaldığı zamanlar kendisine arkadaş oluyorlardı. İnsanların riya dolu hayatından, hayvanların karşılıksız, özensiz ve çocuksu dünyasına sığınmış gibiydi ve onların dostluğu ve ilgisinde hayatta mahrum kaldığı basit hisleri ve şefkati arar gibiydi.
Bir akşamüstü Şerif masasında kalın bir dosyayı incelemekle meşguldü. Kapı açıldı, Tahran’dan Abade Maliyesi üyesi unvanlı yetkili genç içeri girdi, sipariş listesini Şerif’in eline verdi. Şerif başını dosyadan kaldırıp onu görünce, şaşaladı. Tepetaklak olmuş bir şekilde zorla o hâlinin değişmesini engelleyebildi. Kalbine asılan görünmez bir dizenin tekrar çekilmesi gibi yıllar içinde kabuk bağlayan bir yara yeni baştan açılmıştı. Dünya gözünde kapkaranlık oldu, gözlerinin önüne kederli ve puslu bir perde indi ve bu perde üzerinde berbat ve acı dolu bir manzara resmedildi. Böyle bir şey mümkün müydü? Şerif bu genci derin bir rüyada, gençlik dönemindeki bir rüyada görmüştü. Hayatının en iyi dönemini onunla geçirmişti. Yirmi bir yıl önce bu olay gerçekleşmişti ve sonra o, bu dünyaya ait olmayan, kırılgan, ince bir şey gibi gözlerinin önünden kaybolmuştu.
Şerif, inanamıyordu. Kendisi yaşlı ve yıkık hâlde ölümü beklerken nasıl olmuş da bu genç, gittiği meçhul dünyadan gelip, daha genç ve daha mutlu bir şekilde gözünün önünde dikilmişti. Arkadaşının acılı hatırasıyla ilgili belirsiz duygular kalbini sıkıştırdı. Zahmetle tükürüğünü yuttu, çıkıntılı gırtlağı hareket etti ve yine ilk baştaki yerine yerleşti.
Şerif bu genci iyi tanıyordu. Onun şimdiki yaşlarındayken kendisiyle aynı okuldaydı. Dostu ve sınıf arkadaşı Muhsin’le sadece bedenen görünüşü aynı değildi; sesi, istemsizce yaptığı hareketleri, derin bakışı, yakasını düzeltmesi bile kaybettiği arkadaşınınkiyle aynıydı. Fakat yüzünde bir güvensizlik ve endişe vardı. Ruhunun, sıradan insanların hayat kurallarına bağlı olduğu görülüyordu. Bu açıdan çocuksu ve dengesiz bir hâli vardı.
Şerif sipariş kâğıdını gözünün önüne getirdi ancak okuyamıyordu. Satırlar gözünün önünde dans ediyordu. Sadece onun adı olan Mecit yazısını okudu. Daima işleri pahalıya patladığı ve şanssızlık onu takip ettiği için kendi kendine mırıldandı: “Bu olmak zorundaydı!” Şaşırdığı zaman bu cümleyi içinden tekrarlardı.
Monoton hayatında, önceden hazırlanmış ve düzgün bir şekilde saatin akrebi gibi hareket eden, klişe gördüğü günlerin içerisinde, bu olay çok tuhaf görünüyordu. Biraz tereddüt ettikten sonra ızdırabın şiddetinden titreyen, olumlu yanıt bekleyen bir tutum ile Mecit’e babasının adını sordu. Mecit’in, Muhsin’in oğlu olduğunu anladıktan sonra, babasıyla kardeşten daha samimi olduklarını, aynı okulda okuduklarını ve daireden iş arkadaşı olduklarını söyledi ve ekledi: “Merhum babanızın üzerimde kardeşlik hakkı var. Siz benim oğlum sayılırsınız, sizi kendi evime davet etmeyi görev bilirim.”
Sonunda mesai vakti bitmeden önce Mecit’i evine götürmeye karar verdi. Eşyaları ve seyahat yatağını idarenin hizmetlisi aldı ve Şerif’in evine doğru yola koyuldular. Kırmızı güllü duvarlar ve etrafına dizilmiş birkaç harabenin arasından geçtiler. Şerif, suyu ve ağaçları olan bahçenin büyük bir alanını kaplayan orantısız bir havuzun da bulunduğu büyük, itibarlı evine girene kadar yol boyunca onunla babası ile olan arkadaşlığı ve yakınlık dereceleri hakkında konuştu. Bu bahçe, şehrin kuru ve ruhsuz manzarasının karşısında sahra ortasındaki vaha evi sayılırdı.
Şerif her zamankinden daha emin adımlarla ve daha memnun bir hâlde yürüyordu. Ayrıca bu aniden ortaya çıkan sahip çıkmayı da sadece vefat eden arkadaşına karşı bir görev olarak görmüyor bundan keyif de alıyordu. Ölen arkadaşına karşı bir tür minnet ve ahde vefa gösterdiği anlaşılıyordu ki o arkadaş, ölümünden yıllar sonra tekrar monoton hayatına katlanmasına yarayacak bir değişiklik getirmişti. İlk defa kaderinden memnundu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.