Bay Renan, Ebu’l Abbas Seffah ile Ebu Cafer Mansur’un da tam inanmadıklarını iddia ediyor. Zira makalesinin hemen her paragrafından, İslam’a inanmış bir kimsenin ilim âşığı olmasına zihninde bir türlü ihtimal vermediği anlaşılıyor. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah hikmeti kime dilerse verir…”8, “Ant olsun ki biz Lokman’a hikmet verdik…”9, “Allah içinizden iman etmiş olanlarla kendilerine ilim verilmiş bulunanların derecelerini arttırır…”10, “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”11, “Ey Rabb’im, benim ilmimi artır, de!”12 gibi nice ayetler ve güvenilir kitaplarda, “Âlimler peygamberlerin vârisleridir.”, “Bir âlimin ölmesi bir âlemin yok olması gibidir.”, “Beşikten mezara kadar ilim talep ediniz.”, “Çin’de de olsa ilim talep ediniz.” gibi bunca hadis-i şerif mevcuttur ki bunların hepsi, dinen âlimin şerefine, her Müslüman’ın ilim öğrenmekle ve hikmetle mükellef olduğuna kesin delildir.
Hâl böyle iken inandığı din tarafından ilim ve hikmet öğrenmekle görevlendirilmiş bir milletin fertlerinin dinî emirlerden uzaklaşmadıkça ilim ve hikmete meyletmeyeceğini iddia etmek, karanlığın kalkmasını güneşin batmasına bağlamak kadar batıllık ve apaçık bir maskaralık değil midir?
Bir varsayım olarak makale sahibinin vehmettiği gibi, inancı tam olan Müslümanlarda ilim ve hikmete hizmet etmiş hiç kimse bulunmasın ve hatta Müslümanların ilmi hor gördükleri de doğru olsun, ilim ve hikmetin yüceliğine ve öğrenmenin gerekliliğine dair Allah’ın ve peygamberin bu kadar emirleri ortada dururken Müslümanların o emirlere uymamasından dolayı dine bir noksanlık gelmesi ihtimali var mıdır?
Makale sahibi, Bağdat yeniden hayat bulmaya başlamış olan İran’ın başkenti olunca, fatihlerin dili olan Arapçanın ortadan kaldırılmasına ve dinin tamamen inkâr edilmesine imkân bulunmamışsa da meydana gelen yeni medeniyetin karma olduğunu ve Arap olmayan Müslümanlarla, Hristiyanların üstün geldiğini, idare ve özellikle güvenlik kuvvetlerinin bütün bütün Hristiyanların elinde kaldığını iddia eder.
Süphanallah! Abbasiler Arapçayı ortadan kaldıracaktı da hangi dil ile konuşacaklardı? İslam halifesi olmalarından dolayı dünyanın en büyük makamına ulaşmış iken İslam’ın tebliğ dili olan Arapçayı ret ve inkâr ederek devletlerini temelinden yıkmaya çare aramakla mı meşgul olacaklardı?
Abbasi halifelerinin vezirleri, yönetimin her dalında görevli memurları, zabıta nazırı olan polis amirleri, isimleriyle unvanlarıyla tarihî kaynaklarda yazılıdır; Bay Renan’nun, bunların içinden bir Hristiyan bulup göstermeye gücü yeter mi? Bu tür konularda tarihî hakikatleri değiştirerek iddialarını ispat edebilir mi?
Bay Ernest Renan, Harun Reşit ile Memun’un da İslam’a inanmadıklarını iddia ediyor; hâlbuki hükümdarlık günlerinin çoğunu hac ve savaşlarda geçirmesinden dolayı Harun, Müslümanlar nazarında değerli ve faziletli kişilerden sayılır; Memun’un ise inancında zayıflık değil, tam tersine taassup bulunduğunu, benimsediği Mutezile mezhebinin yaygınlaşmasında uyguladığı zorlayıcı hareketler ispat eder. Dine ilgi duymayan bir hükümdar, bir mezhebi yaygınlaştırmak için zorlamaya başvurup da ahalisinin çoğunu ne sebeple kendinden nefret ettirsin?
Memun’a mı mezhepsiz diyeceğiz? O Memun ki inancı sebebiyle kendi akrabalarına ve çocuklarına karşı İmam Rıza Hazretleri’ni tercih ederek kendisine veliaht yapmıştır.
Yukarıda ispat edildiği üzere Seffah’ın, Mansur’un, Harun’un ve Memun’un dinle ilgilenmekten uzak olmalarıyla “İslam ilme engeldir.” iddiaları açıklanamaz. Makale sahibinin dört Müslüman hükümdarını, sanki mahrem meclislerinde yıllarca bulunmuş, kalplerinin gizliliklerini öğrenmiş gibi, hizmetlerinde bulunan devlet büyüklerinin hepsiyle beraber “dinsizlik” ile suçlaması ne garip bir hafifliktir.
İşte Bay Ernest Renan, Bağdat’taki gelişme ve yükselmenin, sırf bu padişahlar ile yakınlarının sarf ettikleri himaye gayretinden, dinsizliklerinden kaynaklandığı iddiasında ısrar eder ve bu iddiasının hemen arkasından, vaktiyle Kayravan’dan Bağdat’a gelen İspanyol bir zatın, orada her çeşit din ve mezhebe mensup kimselerin oluşturduğu bir ilim heyetine girdiğini ve bu heyette, Müslüman olmayanlardan birinin İslam âlimlerine karşı “Biz buraya akli deliller üzerinde tartışmaya geldik, bize Kur’an ve hadisten çıkarılmış deliller getirmeyiniz çünkü biz onlara inanmıyoruz.” dediğini işitmiş olduğuna dair bir fıkra naklediyor.
Şüphesiz Bay Renan söz konusu olan bu hürriyeti, dinden uzak sandığı hükûmet adamlarının akılcılığına bağlamak istemektedir.
Biraz insaf ile düşünülsün: Eğer mezheplere dair konularda yapılan incelemeler ve konuşmalarda bu hürriyet, dinen caiz görülmeseydi, o asırlarda herkesin önünde öyle dinî hükümlere aykırı birtakım münakaşalara müsaade etmek, dünyada hiçbir hükûmet için kabil olabilir miydi?
Bay Ernest Renan, risalesinin birçok sayfasını, tercüme ve telif kuvvetiyle Arapların ulaşmış oldukları ilmî derece hakkında gayet noksan bazı malumatlar vermeye ayırmış, bu konuların arasına da dikkate değer bazı pasajlar sıkıştırmıştır: Mesela Araplar, filozofları, yukarıda açıklandığı gibi “f ve “lam” harflerinin esresi, “z”nin de uzatılmasıyle “filizuf” diye söylerlermiş; bu terim ise “zındık” kelimesi kadar tehlikeli bir unvan alarak, genelllikle ölüm ve işkenceyi gerektirirmiş(!)
Eski çağlarda medeniyetin mucidi sayılan eski Yunanlılar, felsefenin gerçekten mucidi olan Sokrat’ı “tek Tanrı”ya inandığı için idam ettiler.
Orta Çağ’da medeniyetin yeniden canlandırılmasında öncü milletlerden olan İtalyanlar, “yeni astronomi”yi tasdik ve ispat etmekle uğraştığı için Galileo’yu idam etmedilerse bile idama yakın işkencelere uğrattılar. Yeni Çağ’da düşünce hürriyetinin beşiği sayılan Fransızlar, Jean-Jacque Rousseau’nun kendisi tarafından bastırılmayan “Emile” adlı kitabını yaktırdıktan sonra kendisini de tutuklatmak istediler.
Bu olayları tarihlerde görüp duyuyoruz. Bay Renan, Arapların ilmî dönemlerinde felsefi konularla uğraştığı için idam olunmuş veya işkence edilmiş bir kişi bulabilir mi? Kendisinin de bahsettiği El-Kindi, Farabi ve İbni Sina’nın hayat hikâyeleri; Sokrat’ın, Galileo’nun ve Rousseau’nun başından geçenlerle kıyas kabul eder mi?
Makale sahibi, Endülüslülerin de Bağdat’tan sonra ilim öğrenmeye başladıklarını söylüyor da Endülüs hükümdarlarının nüfüzlularının Bağdat’takiler gibi dinî inançlardan uzak olduğunu söylemiyor. Bu konuda susması, acaba iddiasının aksine bin delil gösterilebileceğini bildiğinden midir? Yoksa “Bir adam eğer Müslüman ise ilme meyledemez.” iddiasını kendisi devamlı tekrarladığı için herkesçe doğruluğu kabul edilmiş apaçık bilgiler hükmüne geldiğini mi kabul ediyor?
Bay Ernest Renan’ın tuhaf bir iddiası da şöyledir:
Gerçekte Arap felsefi düşüncesinin Sasani ve Yunan felsefesine dayandığını ve hatta Sasani ilmine Yunan felsefesi denilirse daha doğru olacağını açıklamaktadır. Bay Renan, zihninde bir karar vererek Arap ilmine makalesinin başlangıcında iddia ettiği gibi “Sasani ilmi” adını mı verecek? “Sasani ve Yunan ilminin karışımıdır.” mı diyecek? Sırf Yunan felsefesi gözüyle mi bakacak? Hangi kanaatte olduğunu açıklasa da herkes ne demek istediğini anlamak için bu kadar zorluk çekmese.
Şurası