VANDERLIP: (Loraine Lisznayi’yi, görür. Ona doğru yürümeye başlar. Ancak yarısında Sitka Charley ile konuşmak için aceleyle durur.) “Köpekler ne âlemde Charley?”
SITKA CHARLEY: “Yavaş yavaş hazırlarım.”
VANDERLIP: “Onları hemen, bugün istiyorum.”
SITKA CHARLEY: “Dün, yarın dedi bana.”
VANDERLIP: “Bugün, sana bugün diyorum. Fiyatı hiç düşünme. O güzel köpekleri almam lazım. Bu gece saat on ikide su çukurunun yanında koşumları, yemleriyle beraber tamamen hazır olsunlar. Bir de onları benim için nehrin aşağısına kadar süreceksin. Tamam mı?”
SITKA CHARLEY: “Tamam.”
VANDERLIP: (Sağa geçmeye devam ederken omzunun üzerinden) “Ücreti düşünme. Onları almam lazım.” (Sağ tarafa, Loraine Lisznayi’ye doğru yürür. Yüzünde bir keyif ifadesi vardır. Kürk şapkasını çıkarır ve kadının elini sıkar.)
LORAINE: “Bundan daha iyisini yapmanız lazım. Eğer burada bir kadın olsaydı yüzünüz her şeyi açık etmiş olurdu.”
VANDERLIP: “Memnuniyetimin yüzüme yansımasına engel olamıyorum, Loraine.”
LORAINE: “Bana Loraine deme. Biri duyabilir. Ayrıca ne kadar dikkatli olursak o kadar iyi. Hem bir dakikadan daha uzun süre konuşmamalısın Floyd.”
VANDERLIP: (Yüzünde kocaman bir sırıtma ile) “Hah şimdi oldu, bana Floyd dedin. Biri duyabilir. Ama kimin umurunda? Benim değil. Bırak duysunlar. Bundan memnun olurum! Senin benim olmandan gurur duyarım. Dünyadaki en tatlı küçük kadın benim, sadece benim.”
LORAINE: (Etrafa kaçamak bakışlar atar ve kimsenin dikkat kesilmediğini görür.) “Hişş, tatlım. Güvenli bir mesafeye ulaşıncaya dek bekle. Sonra senin benimle gurur duymandan tüm dünya karşısında gurur duyuyor olacağım. Sen öyle bir adamsın ki! Öyle bir adam!”
VANDERLIP: “Seni o Akdeniz sarayına götürünceye dek bekle sadece. Bizdeki bu Klondike altınıyla ayakta bekleteceğiz onları. İnsanlar benim ne kadar zengin olduğumu bilmiyorlar Loraine. Sen de bilmiyorsun. Dominion Creek’te hiç kimsenin hayal bile edemeyeceği ödeme senetlerim var ve…”
LORAINE: “Ne kadar çok ya da az paran olduğu umurumda değil. Sen, sen koca adam, benim kahramanım olan sen umurumdasın. Sen saraylara prens misali soyluluk katacaksın, üstelik ben birkaç prens de tanırım.”
VANDERLIP: “Kraliçeler de tanıdığını söylememiş miydin?”
LORAINE: “Evet, kraliçeler de. Üstelik seni tanımaktan gurur ve memnuniyet duyarlar. Oralarda senin gerçek adamlar yok. Sen sansasyon yaratacaksın.”
VANDERLIP: (Endişelenerek) “Ama bu saraylarda yaşama işleri, insanı yumuşatıyor ve şişmanlatıyor, öyle değil mi? Ben şişmanlığı sevmem.” (Kadına eleştirircesine bakar.) “Senin o yöne meylin yoktur, değil mi?”
LORAINE: (Kahkaha atar.) “Seni şapşal tatlı adam. Tabii ki yok. Öyle görünüyor muyum?”
VANDERLIP: (Yavaşça) “Yani, biraz yuvarlak ve şey görünüyorsun, dolgun.”
LORAINE: “Ben hep böyle dolgun olmuşumdur. Anneme benzerim. O da böyleydi. Kendisi hiçbir zaman şişmanlamadı, ben de şişmanlamayacağım.”
VANDERLIP: (Endişe yüzünden kaybolur ve yerini memnuniyete bırakır.) “Ah, sen yerli yerindesin Loraine, buna emin olabilirsin.”
LORAINE: “Ama şimdi beni bırakman lazım Floyd. Her an biri gelebilir. Ayrıca, yolculuğumuz için almam gereken birkaç şey var.”
VANDERLIP: “Orada benim paramı hazırlıyorlar.” (Soldaki kapıya doğru kafasını sallar. Loraine hevesli ve gayriihtiyari bir ilgi gösterir istemeden.) “İtibar mektupları, biliyorsun işte ve diğer şeyler. Fazla toz2 taşıyamam. Çok ağır olur. Bu arada fazla ağırlık olmasın. Çok fazla ufak tefek şey alma. Köpek köpektir ve çok fazla yük çekemez.”
LORAINE: “Sadece kendimi rahat ettirecek kadarını alırım.”
VANDERLIP: “Bir kadının rahat edebilmesi için çok fazla şeye ihtiyacı oluyor. Ama sorun değil. Sen kendini ne kadar rahat ettirirsen ettir, bizi taşıyacak iki kızak olacak. Bol miktarda ayak giyimi, mokasen, çorap ve benzer şeyler getir. Ayrıca tüm kıyafetlerinle gece yarısında su çukurunda ol. Senin Kızılderililin yeterince köpek yemi getirdiğinden de emin ol. Ben bugün bir ara kendi köpeklerimi getireceğim.”
LORAINE: “Hangi su çukuru?”
VANDERLIP: “Hastanenin yanındaki. Hata yapıp da diğerine gideyim deme. Diğer, yolun uzağında.”
LORAINE: “Şimdi sadece beni bırakman lazım ve beni bugün içinde gece yarısına kadar, yani hastane yanındaki su çukurunda buluşuncaya kadar görmemelisin. Seni gözümün önünden ayırmaya güç bela dayandığımı biliyorsun. Ama bu kadınlar yok mu? Ah nasıl da şüpheci yaratıklar onlar!”
VANDERLIP: “O zaman bu geceye kadar hoşça kal.” (Sola doğru gitmek için döner.)
LORAINE: (Yumuşak bir şekilde) “Floyd!” (Vanderlip arkasını döner.) “Bu gece baloya gitmen lazım. Ben gidemeyeceğimi özür dileyerek ilettim ama sen gitmelisin. Böylece olası şüpheler bertaraf edilmiş olur.”
VANDERLIP: “Zaten gidiyordum. Kısa bir süreliğine uğramak için. Ben, anlarsın ya, Bayan Eppingwell’e gideceğime dair söz verdim.”
LORAINE: (Kıskanç bir şekilde) “Bayan Eppingwell demek!”
VANDERLIP: “Tabii ki ama sorun yok Loraine. O sayılmaz.”
LORAINE: “Tabii ki sayılmaz. Ama ben seni o kadar çok seviyorum ki Floyd az biraz kıskançlık etmeden duramıyorum. Ama hadi bakalım, gitmek zorundasın. Hoşça kal, canım.”
VANDERLIP: “Hoşça kal canım, canım Loraine.” (Sola doğru gitmek üzere döner.)
LORAINE: (Yumuşak bir sesle) “Floyd!”
VANDERLIP: (Arkasını dönüp bekler, bir müddet durduktan sonra) “Evet?”
LORAINE: (Tatlı bir serzenişle) “Hakkınızda bir şeyler duymuştum beyefendi.”
VANDERLIP: “Şimdi ne oldu?”
LORAINE: “Ah sizin galiba, nasıl desem! Yabancılara temayülünüz var!”
VANDERLIP: (Şaşırır.) “Ne dediğini anladıysam Tanrı belamı versin. Temayül ne? Yenir mi?”
LORAINE: (Kahkaha atar.) “Yani, bir kadın varmış, güya Yunan’mış ama neyse benim gibi yabancı işte. Ama dünya tatlısı bir aksanı varmış. Erkekler öyle di…”
VANDERLIP: (Sözünü keser.) “Freda, demek istiyorsun.”
LORAINE: (Yüzünde sert bir ifade belirir.) “Evet, sanırım kadının ismi buydu.”
VANDERLIP: