“Bu, zincir!”
“Çözmeli be!”
“Bundan sonrası için mi?”
“Öyle ya!”
“Fakat narh koymalı, değil mi?”
Yüzüme öyle alaylı baktı ki âdeta kızdım. Öfke ile dedim ki:
“Koymalı!”
İstifini hiç bozmadı. Gene o küçümseyen bakışı ile bakarak:
“Ne kafasız adamsın be! Görmüyor musun? Narh demek, yok demektir!”
Az kaldı, doğru, diyecektim. Demedim, ama uygun karşılık başka bir kelime de bulamadım.
KÜLAHTAN SONRA KAFTAN
Bosna ve Hersek’in ülkelerine katılması üzerine, bize Avusturya mallarına karşı bir boykotaj45 yaptırmışlardı, hatırladınız mı? Yaman, süratli bir propaganda hemen hepimize fesleri attırmıştı. O zamanki hâlimiz gözümüzün önüne geldikçe utanıyorum. Dört beş tuhafçı yadigârı,46 koca millete külah giydirmişti.47 Şimdi de kaftan giydirmek istiyorlar.
Mağazalar önünde görmekte olduğunuz kalabalığı iyice incelediniz mi? İnceleyince anlayacaksınız ki yüzde doksanı onlardan. Vaveyl, gürültü, telaş da onlardan. Çünkü çürük mallar başka türlü sürülmez, yaygara ister.
1331 senesi Temmuz’unda nelerden yakınıyor idiysek bugün de var. Hükûmet, o tarihte, zorda kaldığından, yarım aylık veriyordu. Tutmuş olduğum notlarda fiyatların yüksekliğinden dolayı uğradığımız şaşkınlıklardan da söz açmışım. Diyorum ki:
Esnaf; “tekalif-i harbiye”,48 el koyma usullerinden dolayı malları saklıyorlar. Fakat yavaş yavaş çıkarıyorlar. Bir çuval şeker, biteceğine yakın doluyor. “Tasvir-i Efkâr”, memleketin iktisadı adına, yüksek bir heyet kurulmasını istiyor. Vurgunculuğun dayanılmaz bir dereceye vardığını yazıyor.
Piyasaya gelince, altının değeri otuz üç eski kuruş.49 İhtiyaçlar piyasası yükseliyor. 27 Temmuz’da şöyle idi:
Baş örtüsü fırdolayı, hilal kaş, mavi göz, çekme burun, ince dudak, yeldirmesi yel yeperek50, terliklerinin ökçesine basmış bir kadın, başını bakkal dükkânından içeri uzatarak:
“Bakkal, pirinç kaça?”
İçeriden:
“On bire.”
“On bire mi? Öyle ise pilava da maşallah!”51
Şimdi de maşallah! Hem kırk bir buçuk kere. O günkü piyasaya göre bugün:
Ette, aşağı yukarı kasapların gizli gizli sattıkları iaşe fiyatına52 göre üç misli düşük. Günlük ihtiyaç maddelerini bu paha basamağına getiren vurgunculuk, şimdi üstümüzü başımızı soyuyor. Lacivert kumaş giyenlere, apartman sahibi diyorlar.
Dün, arkadaşlardan biri anlatıyordu; bir incir üzüm şirketi, evvelce, piyasadan otuz iki bin liralık patiska çekmiş. “Bu kadar patiskayı almaya ne zorun vardı?” denildi mi karşılık hazır “Torba yapacağım.” diyecekmiş. Mızrak çuvala sığmaz ama incir, üzüm torbaya girer.
Cam silmekle geçinen bir Musevi’den ne umarsınız? Demiş ki:
“Yarın, öbür gün çıplak kalacağız. Çünkü tüccar mal getirtmeyecek.”
Dikkat ediliyor mu? Propaganda nerelere kadar varmış?
KIYAK
Kudretten sürmeli iki çakır göz, bir karikatürcü elinde ne değişik konulara sermaye olur!
Bunların üstüne iki çatık kaş, saçları sıfır numara makine ile kesilmiş düz alınlı bir baş, altına horozbina53 bir burun, direğiyle bir hizada bulunan bölüğü henüz kapanmamış bir kaytan bıyık koyup da her neden ise hep sola kıvrık bir de armudi çene çizdi mi ayrı bir cins kabadayı siması çıkarır.
Kaşları çatmaz, saçları -zülfe dokunmamak üzere- bir parmak boyunda keser, hafif bir koç burun takarak bıyıklardan “pala” çeker, çeneyi biraz toplarsa fesinde abani,54 şalvarı üstünde pardösü bulunduğuna göre taşralı herhangi bir tacir.
Sol elmacık kemiği hududuna bir et beni ilavesiyle fesi eski Galata kalıba55 vurdurur, gırtlağı oynar oynar çıkık bir gerdanı mintanın ilk düğmesini çözerek dekolte bırakırsa “Karşı”56 da “dost”57 sahibi hovarda bir gemici yahut kaşları daha ziyade enli çizerek alnına bir iki buruşuk, “alabros”tan58 başka bir biçime gelemeyen saçlarla donatılmış başına siyaha bakan, püskülleri kaim, sivri bir fes, orta çekme bir burun altına ne kadar uğraşsa, ne kadar kızgın maşa vurdursa uçları bir türlü yukarıya kıvrılmak bilmeyen kaş kalınlığında bir bıyık, sert kıllı bir çene koyup, kısa gerdanını devrik kolalı yaka ile kapadı mı mahallelinin ve kimi yerlerin demesince “ketebe’den,59 babasının ölümünden sonra fena yerlerde, fena kimselerle gezmeye dadanmış” efendi kıyafetli bir çapkın çizmiş olur.
İşte ben, bu son çapkından yılarım. Çünkü mahallede yolunca cam taşlayan, kapı tekmeleyen, aşağı meyhanede Tanrı’nın akşamı hır çıkaran, Kumkapı’da döven, Langa’da dayak yiyen, yılda bir iki kez “hafif yaralama” maddesinden dolayı tutuklanan, esrarkeş Kanca Bacak Mehmet’le dolaşan, parasızken barbutta60 fasulye yazan,61 paseta’da62 hep fantiye giden,63 tefeci Acem’e varıncaya kadar selam verdiğini denge koyan,64 Filiz Hasan’ı65 kumara alıştıran, evden elmas yüzüğü aşırıp sahte taş geçirttikten sonra kimse görmeden yine konsola yerleştiren, komşunun kaza ile kaybettiği aylık cüzdanını üç aydan beri yeniden almayı başaramayan, her geçişinde bakkalı derin derin düşündüren, polis ahbaplarına izin günlerinde ziyafet çeken; pikette66 işmarcılık,67 tavlada ortaklık, komisere yağcılık eden; haftada bir iki gün cinayet mahkemesinde dava dinleyen; tevkifhane, hapishane gezerek arkadaş hatırı soran; Osmanlı ülkesinin etnografya çeşnicisi imiş gibi Arnavut Sadık, Arap Hüseyin, Çerkez Hurşit, Laz Ali, Kürt Haydar, Muhacir Yaşar, Tatar Abdi, Karabiber Aslan, Çaçarina Kosti, Yahudi Mıgır, Bulgar Petro, Gürcü Salih, Zurnacı İbiş68 ve başkaları gibi kimselerle alışverişi olduğunu ileri sürerek hâlâ Tanzimat prensiplerinden69 ayrılmadığını