“Ben geçen günü onu viraneliğin bir kovuğunda bir delikanlı ile kucaklaşırken gördüm… ‘Hanıma söylerim!’ dedim. Suratı kıpkırmızı oldu. Utanmasından değil korkusundan…”
“Hay aşüfte, hay… Efendiye söyleyeyim de hakkından gelsin.”
Muhsin biraz öteden: “Zavallı kız, ne yapsın, hanımından öyle ders almış…”
Gözyaşları görülmeyen Necibe Hanım’ın ağladığı sesinden belli olarak: “Niçin benden ders almış olsun? Benim kabahatimi bir Veysi bilir bir de ben.”
Muhsin: “Şimdi bir de ben öğrendim oldu üç…”
Necibe Hanım: “Ben kocamın üstüne yalnız bir kişiyle günah işledim. O da şeytan ayağımı kaydırdı. İçimde zerre kadar kötülük yoktur. Allah bilmiyor mu?”
Muhsin tizden kıkır kıkır gülerek: “Hiç böyle mazeret duymadım. Doğrusu Necibe Hanım nefsini güzel müdafaa ediyor. Bir kişiyle mercimeği fırına vermenin günahı yoktur, iki kişiyle ehemmiyetsizdir, üç olunca insan alışır gider.”
Veysi kahkahalarını yutmaya uğraşarak: “Ulan Muhsin işi çakmadan dırlanma oradan. Ben Necibeciğimi bilmez miyim? Onun içinde hiç kötülük yoktur.”
Parmaklarının ucuyla pencereye karanlıkta birkaç öpücük göndererek: “İki gözümün bebeğinin cücüğünün içinin içi Necibeciğim, aç kapıyı biraz yüreğimin ateşini söndür. Sevdandan bal mumu gibi eriyorum. Gençliğime acı… (Ağlama taklidi yaparak) Beni de bir ana doğurdu…”
Muhsin: “Ulan, herkesi kaç ana doğurur? Hiç de böyle dil dökme görmedim…”
Necibe Hanım sokak kapısını aralayarak: “Veysi, imkânı yok, seni bu gece içeri alamam. Bu akşam kocam öfkeli yattı. Deminden saçağımızda bir baykuş öttü. Bir uğursuzluktan çok korkuyorum.”
Veysi: “Canım, baykuştan korkulur mu? Bir sıkımlık canı var. Hayvancağız nerede ötsün, sizin saçaktan başka etrafta konacak yer yok.”
Necibe: “Olmaz, olmaz… Sol kaşımın ucu seyiriyor. Denedim, bana hiç yaramaz.”
Veysi kapının aralığından başını sokarak: “Göster bakayım bana… Neresi seyiriyor? Ben öpersem uğur gelir.”
“Ay etme…”
“Gıdı gıdı gıdı…”
Veysi birdenbire içeri dalarak kapıyı kapar.
Dışarıda kalan Muhsin karanlığa alışan gözleriyle saçağından eşiğine kadar evi süzerek:
Kirkor’un hapı
Çoğaldı yapı
Doktor içeri girdi
Kapandı kapı.
İşte bu kadar… Zavallı ben bilmem nenin nesi gibi dımdızlak dışarıda kaldım.”
Hafif hafif evin kaplamasına vurarak: “Açın be… Dışarısı ayazladı, beni de içeriye alın… Hizmetçi kıza razıyım…”
İçeriden hiç ses çıkmaz. Muhsin kulağını kapıya vererek: “Öhhö… İş kıvamında… Baba Enis’in üst kattan horultusu duyuluyor. Açınız kapıyı… Biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar. Vallahi şimdi iki boğmaklı bir nara atarsam babayı döşeğinden selaya kaldırırım. Böyle ırz ehliycesine zamparalık görmedim. Hâlâ mı Necibe Hanım’ın içinde bir fenalık yok? Bekçi baba, neredesin be? İtfaiyeye haber… Çatladıkapı’da yangın var.”
Avuçlarıyla ağzını kapayarak: “Ben de şakayı kaka yaptım, farkında olmadan amma da bağırmışım…”
Birdenbire evin üst katından kafes sürülerek Baba gecelik kavuğuyla görünür. Elindeki idare lambasını pencereden dışarı uzatır. Uyku çipilliğiyle kamaşan gözlerini dolaştıra dolaştıra okuyup üfleyerek: “O hangi iblis sarhoştur bu vakitte kapımın önünde bağıran? Ne günlere kaldık ya Rabb’im! Gecenin yarılarına kadar meyhaneler açık, kerhaneler açık…”
Muhsin: “Baba Efendi, affedersin sarhoş değilim.”
Uykusu başına vuran Baba büyük bir öfkeyle: “Sarhoş olmayan kerata gece yarısı sokakta nara atar mı?”
Muhsin, çağanoz gibi çarpılarak: “Baba ağzını topla…”
“Ağzının leş gibi işret kokusunu ben buradan duyuyorum da hâlâ ‘Sarhoş değilim.’ diyor. Aklı sıra adam kandıracak.”
“Baba, senin burnun o kadar ince koku alaydı ev altındaki salamuryayı3 duyardın.
“Sarhoş saçmaları. Benim evim turşucu dükkânı değil. Salamura ne gezer burada?”
“Senin haberin yokken belki karın kurmuştur.”
“Ne haddine… Karı kısmını ben insandan bile saymam… Benim haberim olmadan o parmağını bile oynatamaz.”
“Zavallı Baba, uyku beynine vurdu. Haydi git yat… İş başka… Ben seni nafile telaşa düşürmemek için hakikati söylemedim.”
“Ne var söyle Allah aşkına!”
“Yangın var.”
“Nerede?”
“Şurada, yakında diyorlar.”
Baba heyecanla: “Aman sus evlat, yangından gözüm çok korktu.”
“Telaş etme babacığım, telaş etme… Söndürüyorlar; ilk hızını aldı, bastırıyorlar.”
“İşte hep bu ortalığın azgınlığından oluyor.”
“Şüphe yokkkk…”
“Kadınların iffetsizliği, açıklığı, hayâsızlığı, velileri olacak erkeklerin aldırmaması, mezheplerinin genişliği, imanlarının zayıflığı, karılara düşkünlükleri… Kadına düşkünlük kocalar için en büyük beladır. Bunlara hiçbir zaman yüz vermemeli. (Burnunun ucundan salavat parmağını sallayarak) Hiç onlara emniyet etmemeli, gözünü üzerine açmalı, hiç aman vermemeli. Kadın şeytandır! Âdem’i günaha soktu.”
“Baba, evlisin, yavaş söyle, karın döşekten işitirse sana gücenir.”
Baba, coşarak: “Kadının erkeğe gücenmesi ne demek? Kul, efendisine darılabilir mi?”
“Hacı baba bu senin söylediğin eski usul karı kocalık… Onlar geçti. Şimdi kadın amir, erkek kul köle oldu.”
“Haşa… Haşa… Kadın tayfasının saçı uzun, aklı kısadır!”
“Şimdikiler ‘aklımız uzasın’ diye meyhane garsonları gibi saçlarını kesiyorlar.”
“Kıyamet alameti!”
“Tosunlaşmak için baldırı çıplak geziyorlar…”
“Kocaları yukarıda uyurken alt kata zampara alıyorlar.”
“Böyle kâfir kadınları taşa tutmalı.”
“Sana yavaş söyle diyorum, döşekten karın duyar.”
“Benimki şimdi döşekte yok.”
“Nereye gitti?”
“Yarın çamaşır yıkanacak. Kirlileri boğadaya4 koymaya gitti.”
“Güle güle temizleniniz. Güle güle kirleniniz.”
“Eksik