Bayan van Daan, anneme katıldığını söyledi ama prensip gereği gençlerle yetişkinlerin aynı kitapları okumaması gerektiğini vurguladı.
Bu zaman zarfında, Peter kimsenin onunla ilgilenmediği bir zamanda kitabı almak için uygun zamanı kolladı. Akşam yedi buçukta, tüm aile özel ofis odasında radyo dinlediği sırada Peter kitabı tekrar yürüttü. Saat sekiz buçukta aşağıda olması gerekirken henüz gelmedi. Kitaba kendini öyle kaptırmıştı ki vaktin farkında değildi. Tam aşağı ineceği sırada babası odaya girdi. Sonrası malum. Önce bir tokat, sonra üstünü başını çekiştirme, en son da uzun soluklu bir nara. Kitap masada kalırken Peter tavan arasını boylamıştı.
Yemek vakti geldiğinde Peter üst kattaydı. Kimse onunla ilgilenmedi. Aç karnına uyumak zorunda kaldı. Biz yemeğimizi keyifle yerken aniden bir uğultu duyduk. Çatallarımızı masaya koyduk ve birbirimize bakakaldık. Nasıl şaşırdığımız suratımızdan belli olmuştur.
Derken, bacanın deliğinden Peter’ın sesi geldi: “Aşağıya inmeyeceğim.”
Bay van Daan bir hışımla yerinden kalktı. Mendili yere düşmüştü. Öfkeli bir suratla bağırdı: “Yeter artık, yeter!”
Daha kötü şeyler olmasından korkan babam, onu kolundan tuttu ve ikisi tavan arasına gitti. Kavgadan ve tepişmeden sonra Peter, odasının kapısını çarparak çıktı. Sonrasında yemeğimize devam ettik.
Bayan van Daan, oğlu için bir parça ekmek ayırmak istediyse de Bay van Daan buna karşı çıkarak şöyle söyledi: “Eğer hemen özür dilemezse geceyi tavan arasında geçirmek zorunda kalacak.”
Bu ceza biraz fazlaydı. Yemeksiz kalması zaten yeterli bir cezaydı bize göre. Ya o çocuk orada soğuktan donsaydı? Bir doktor bile çağıramazdık.
Peter özür dilemedi. Çatı katına geri gönderdiler.
Bay van Daan, her ne kadar Peter’ı umursamıyor gibi yapmış olsa da sabah Peter’ın yatağında uyuduğunu anlamıştı. Saat yedide Peter yatağından kalkıp tavan arasına gitmişti. Babam aralarını bir şekilde düzeltince üç günün ardından tüm sessizlik yerini normalliğe bıraktı.
21 Eylül 1942, Pazartesi
Sevgili Kitty,
Bugün, seninle gizli yerimiz hakkındaki bazı genel olayları paylaşacağım. Bir silah sesi duyarsam hızlıca açabileyim diye yatağımın yanına bir lamba koydular. Şu anda bunu kullanamam çünkü gece-gündüz pencereleri açık tutuyoruz.
Van Daan ailesinin erkekleri, çok kullanışlı bir yiyecek dolabını cilalayıp kullanıma hazır hâle getirdiler. Bu zamana kadar dolap, Peter’ın odasındaydı ama oda biraz açılsın diye oradan aldılar. Dolabın yerini şimdi bir raf aldı. Peter’a, üzerine bir örtü atarak oraya masa koyabileceğini, masanın olduğu yerdeki duvara da sevdiği posterleri asabileceğini önerdim. Kesinlikle burada uyumayacağımı bilsem de en azından oda daha rahat ve hoş gözükebilirdi.
Bayan van Daan katlanılamaz biri. Ben üst kattayken durmadan beni azarlıyor. Neymiş, gevezelik etmişim. Tabii onun söyledikleri bir kulağımdan giriyor, ötekinden çıkıyor. Hanımefendi bozuk plak gibi aynı şeyleri tekrarlıyor. Yeni bahanesi de hazır: Kap kacak yıkamaktan kaçıyor. Tencerenin dibinde yemek artığı kalmışsa onu yıkamak ya da başka bir kabın içine koymak yerine öylece orada bırakıp gidiyor. Bir de işler, öğleden sonra Margot’a yıkılınca hanımefendi utanmadan: “Vah Margot, vah. Ne çok iş kalmış sana.” demez mi…
Her iki haftada bir, Bay Kleiman bana okuyabileceğim kitaplar getiriyor. Joop ter Heul serisi çok hoşuma gidiyor. Cissy van Marx-veldt de çok iyi. Bir Yaz Aptallığı kitabını dört kez bitirdim ve içindeki saçma olaylar beni hâlâ güldürüyor.
Şu anda babamla birlikte soyağacımızı çıkarmaya çalışıyoruz. Bu sırada babam adı geçen herkesten kısaca bahsediyor. Ders çalışmaya başladım. Fransızcaya sıkı çalışıyorum ve her gün beş tane düzensiz fiil ezberlemeye çalışıyorum. Okulda öğrendiklerimi unutmaya başladığımı fark ettim.
Peter, İngilizce çalışmaya çok gönülsüz. Birkaç okul kitabım daha yeni geldi. Neyse ki gelirken yanımda bol bol defter, kalem, silgi ve etiket getirdim. Pim (babamın takma ismi) Hollandaca derslerinde ona yardımcı olmamı istiyor. Fransızca ve diğer derslerde seve seve yardımcı olurum ama öyle hatalar yapıyor ki!
Ara sıra Londra’dan yapılan Hollanda yayınlarını dinliyorum. Prens Bernhard, Ocak ayında Prenses Juliana’dan bir çocuğu olacağını duyurdu. Çok güzel bir haber bu. Burada, kraliyet ailesine karşı gösterdiğim ilgiyi asla anlayamıyorlar.
Birkaç gün önce bizimkilerle tartıştık. Hepsi benim cahil olduğum konusunda hemfikirdi. Bunun sonucunda sonraki gün kendimi derslerime daha çok adadım. On dördümde ya da on beşimde sınıfta kalmayı göze alamam. Bir şeyler okumama bile müsaade edilmiyor. Annem şu anda “Baylar, Bayanlar ve Hizmetçiler” kitabını okuyor. Tabii ki bu kitabı okumama izin yok. (Ama Margot okuyabilir.) Yapmam gereken ilk şey, dâhi ablam gibi kendimi geliştirmem. Benim felsefe, psikoloji ve fizyoloji (Bu kelimeleri yazarken sözlük kullandım.) konusunda hiçbir şey bilmediğimi söylediler. Bu doğru, bu konular hakkında hiçbir şey bilmiyorum ama bu gelecek yıl bilmeyeceğim anlamına gelmez!
Şu an, kış için giyecek bir tane uzun kollu kıyafetim ve üç hırkam olduğunu fark ettim. Yünden bir kazak örmek için babamdan izin aldım. İpliği o kadar da hoşuma gitmedi ama beni sıcak tutsa yeter. Elbiselerimizin çoğu tanıdıklarımızın evinde. Savaş sona ermeden alamayız. Tabii o zamana kadar hâlâ onlarda kalırsa.
Sana en son Bayan van Daan ile ilgili şeyler yazarken kendisi bir anda içeri girdi. Defteri nasıl kapattığımı bir bilsen! Aramızda şöyle bir konuşma geçti:
“Hişt, Anne! Benim de bakmama müsaade var mı?”
“Üzgünüm Bayan van Daan.”
“Sadece son sayfaya baksam da olur.”
“Hayır, o da olmaz Bayan van Daan.”
Neredeyse baygınlık geçirecektim çünkü o sayfada onun hakkında bir şeyler yazmıştım. Çok da hayra alamet şeyler değildi bunlar.
Bu bahsettiğim şeyler sürekli oluyor da ben yorgunluktan ve tembellikten hepsini yazamıyorum.
25 Eylül 1942, Cuma
Sevgili Kitty,
Babamın, Bay Dreher adında yetmiş yaşlarının ortasında bir dostu var. Kendisi hasta, fakir ve neredeyse sağır. Yanında, kendisinden yirmi yedi yaş daha genç gösteren karısı var. Kadın da adam gibi fakir ama kollarında ve bacaklarında bazısı gerçek, bazısı sahte pek çok bileklik ve yüzük var. Bu Bay Dreher, zamanında babamın püsküllü belasıydı. Babamın telefonda adamla konuştuğu sırada gösterdiği sabra hayran kalırdım. Kendi evimizde yaşadığımız sırada, annemin babama bir önerisi olmuştu. Annemin dediğine göre, babam ahizenin yanına her üç dakikada bir “Evet, Bay Dreher.” ya da “Hayır, Bay Dreher.” diyen bir ses cihazı koymalıydı. Bu yaşlı adam, zaten babam ne derse desin, tek kelimesini bile anlamıyordu.
Bay Dreher bugün ofisi aradı ve Bay Kugler’in yanına gelip gelemeyeceğini sordu. Bay Kugler pek havasında değildi ve Miep’i oraya göndereceğini söyledi ama Miep bunu iptal etti. Bayan Dreher, ofisi üç kez aradı ama Miep tüm gün Bep’in sesini taklit ederek orada değilmiş gibi yaptı. Alt kattakiler