Şarkı: Alçak sesle ve saat 06.00’dan sonra.
Film: Topluluk kararına göre.
Dersler: Stenografi için her hafta bir konu. İngilizce, Fransızca, matematik ve tarih için zaman ve gün sınırı yoktur. Ödeme karşılığında Hollandaca dersi gibi dil dersleri verilir.
Küçük ev hayvanları için ayrı bölüm. (Haşeratlar hariç. Onlar için özel izin gereklidir.)
Yemek Saatleri:
Kahvaltı: Tatiller ve pazar günleri hariç her gün sabah 09.00’da. Tatillerde ve pazar günlerinde aşağı yukarı 11.30’da.
Öğle Yemeği: Hafif yemek. Saat 13.15’ten 13.45’e kadar.
Akşam Yemeği: Soğuk veya sıcak. Zamanı, haberlere göre değişir.
İhtiyaçlarımızı Temin Edenlere Karşı Sorumluluklarımız: Her daim ofis işlerine yardımcı olmak için hazır olmak.
Banyolar: Pazar günleri sabah 09.00’dan sonra kullanılacak olan leğen herkesin emrindedir. İsteğe göre banyo, mutfak, özel ofis veya ön ofis banyo için kullanılabilir.
Alkol: Tedavi etmek dışında kullanılamaz.
Son.
19 Kasım 1942, Perşembe
Sevgili Kitty,
Tıpkı düşündüğümüz gibi Bay Dussel çok iyi biri. Aynı odayı paylaşacak olmamıza hiç ses çıkarmadı. Dürüst olmak gerekirse aynı eşyaları kullanacak olmamızdan pek hoşnut değilim ama böyle ufak fedakârlıklarda bulunuyorum. “Bir arkadaşımızı bile kurtarsak gerisinin hiçbir önemi yoktur.” der babam. Son derece haklı.
Bay Dussel’in buraya geldiği ilk gün, soru yağmuruna tutuldum. O kadar çok soru sordu ki. Ofisi temizlemeye temizlikçi kadın ne zaman geliyor? Banyo saatleri ne zaman? Tuvalete saat kaçta gidebiliriz? Kulağa komik gelebilir ama bunlar saklanırken yapılması kolay olmayan şeyler. Gün boyunca sesimizin aşağı gitmemesi için dikkatli olmalıyız. Hele ki birileri olduğu zaman -temizlikçi kadın gibi- o zaman daha da sessiz olmalıyız. Bu gibi şeyleri ayrıntısıyla birlikte Dussel’e anlattım. Gördüğüm kadarıyla zor anlıyor. Her şeyi iki kez sormasına rağmen geç kavrıyor.
Belki de başına gelen ani değişiklikten dolayı afallamıştır ve kafası karışmıştır. Onun dışında iyi adam.
Bay Dussel, özlediğimiz dış dünyadan bahsetti bize. Üzücü şeylerle karşılaşmış. Sayısız arkadaşı ve tanıdığı kötü kaderlerine mecbur kalmışlar. Her gece, yeşil ve kırmızı askerî araçlarla gelip, her kapıyı çalarak içeride yaşayan bir Yahudi olup olmadığını öğreniyorlarmış. Eğer varsa tüm aileyi kollarından tutup götürüyorlarmış. Eğer yoksa diğer evlere sormaya gidiyorlarmış. Saklanmak da bir işe yaramıyormuş çünkü ellerinde listelerle kapı kapı dolaşıp kimi aradıklarını ve nerede daha çok Yahudi yaşadığını biliyorlarmış. Sıklıkla kelle başına para ödüyormuş aileler. Sanki eski zamanlardaki köleleştirme şekli bu. Şaka gibi ama gerçek. Akşam oldu mu aklıma masum insanlar geliyor. Çocuklarıyla birlikte, başkalarının dediğini yapmak zorunda olan ve uzun yollar yürüyen aileler… Dayaktan ve işkenceden kaçmak için onların her dediğini yapmak zorunda olan insanlar… Kimseye acıma yok. Çoluk çocuk, genç, yaşlı, hamile demeden hepsi o trenlere bindiriliyor ve infaza götürülüyor.
Biz oradan kaçarak çok büyük bir şans elde ettik. Şimdi nasıl da mutluyuz. Her ne kadar hâlimiz vaktimiz yerinde de olsa oradaki insanlara yardım edemediğimiz için üzülüyoruz. Orada dostlarımız, tanıdıklarımız var. Canım arkadaşlarım dışarıda perişan hâldeyken ben sıcak yatağımda nasıl içim rahat yatabilirim ki?
Yakın arkadaşlarımın, dünyanın en acımasız varlıklarının elinde olduğu düşüncesi kalbime bir bıçak gibi saplanıyor.
Ve tüm bunların sebebi Yahudi olmaları…
20 Kasım 1942, Cuma
Sevgili Kitty,
Artık nasıl davranmamız gerektiğini gerçekten bilmiyoruz. Şimdiye kadar Yahudiler ile ilgili pek çok haber aldık ve elimizden geldiği kadar moralimizi yüksek tutmaya çalıştık. Bazen Miep, dostlarımızla ilgili kötü haberler getirince, annem ve Bayan van Daan dayanamayıp ağlamaya başlarlardı. O zaman, Miep bir daha böyle şeylerden bahsetmeme kararı aldı. Fakat şimdi Bay Dussel soru bombardımanına tutuyor bizi. O kadar vahşice şeylerden bahsediyor ki insan bunları beyninden kazıyamıyor. Tüm bu kötü haberler azalırsa belki eski şaka ve sataşma dolu günlerimize dönebiliriz. İçimizi karartmanın kimseye bir faydası yok. Gizli Ev’i, Melankoli Evi’ne dönüştürmenin bir mantığı yok.
Ne yaptımsa, gidenleri düşünmeyi bırakamadım. Bir şeye kahkaha attığımda duraksıyorum ve neşemin utanç verici olduğu aklıma geliyor. Tüm gün ağlamam mı gerekiyor? Yok, bunu da yapamam. Bu da geçecek, bugün değil ama bir gün…
Bu üzüntülerime bir şey daha eklendi ama bu biraz daha kişisel kalıyor. Çektiğimiz sıkıntıların yanında incir çekirdeğini bile doldurmayacak bir şey. Hâlâ kendimi terk edilmiş hissediyorum. Bu öyle bir boşluk hissi ki her yanımı sarıyor. Önceden etrafımda arkadaşlarım olduğu ve güzel zamanlar geçirdiğim için bu hissi pek kafama takmazdım. Ama şimdi ya kendi mutsuzluğumu ya da olan biteni düşünüyorum. Şunu fark ettim ki babam bile ne yaparsa yapsın önceki dünyamın yerini alamaz. Annem ve Margot’a karşı beslediğim hislere gelince, o hisler çok uzun zaman önce öldü.
Neden böyle aptalca şeyler anlatarak seni sıkıyorum? Çok nankörüm ben Kitty. Söylediklerim bana bile ağır geliyor ve sürekli bunları düşünmekten kafam kazan gibi oldu.
28 Kasım 1942, Cumartesi
Sevgili Kitty,
Çok fazla elektrik kullandığımız için bize verilen sınırı aştık. Sonuç: Fazlasıyla tasarruflu olunacak zamanlar ve elektriğin kesilmesi. Tamı tamına on dört gün ışıksızız, ne güzel değil mi? Kim bilir, belki o kadar uzun sürmez. Saat dört dört buçuk gibi içerisi kitap okuyamayacağım kadar karanlık oluyor. Biz de zaman hızlı geçsin diye eğlenceli şeyler yapıyoruz. Birbirimize tekerleme söylüyoruz, karanlıkta spor yapıyoruz, İngilizce veya Fransızca konuşuyoruz, okuduğumuz kitaplardan bahsediyoruz… Tabii bir süre sonra bunlar da sıkıyor. Dün akşam yeni bir vakit geçirme yöntemi buldum. İyi bir dürbünle, komşulardan birinin ışığı yanan odalarını gözetledim. Gündüz vakti perdeyi bir santim bile açamıyoruz ama gece açmanın bir zararı yok.
Komşuların hiç bu kadar ilginç olabileceklerini hayal etmemiştim. En azından bizimkilerin. Bazıları yemek yiyordu, bir aile film izliyor, karşıdaki binalardan birindeki bir diş doktoru da korkan yaşlı teyzeyi muayene ediyor.
Çocuklarla çok iyi anlaştığı ve onları çok sevdiği söylenen Bay Dussel, eski moda çocuk yetiştirme yöntemleri ve terbiyeleri üzerine vaaz veriyormuş. Olaya bak! Ben de tuttum bu harika beyefendiyle zaten dar olan odamı paylaştım. İyi terbiye edilmemiş üç gençten biriyim ben. Onun için bazı nasihatleri görmezden geliyorum. Bununla kalsa yine iyi, bu beyefendi ispiyonlama işi için annemi tercih ediyor. Eğer Bay Dussel’dan esen soğuk hava rüzgârlarının ucu bana dokunuyorsa annem söylenmeye başlıyor. Artık top bende demektir. Eğer söylenenlere kulak asmamışsam beş dakika sonra Bayan van Daan uslu durmamı söylüyor ve esinti devam ediyor.
Her şeye kusur bulan bir ailenin iyi terbiye edilmemiş çocuğu olmak hiç de kolay bir şey değil.
Akşam olunca yatağıma