Rakım, “Madam, evin diğer bölümleri yalnız yatak odalarından ibarettir.” diye karşılık verdi.
“Çocuk olmayınız be!.. Biz bundan sonra dost olacak değil miyiz? Yatak odası dahi olsa görmek istiyorum. Sizin gibi serbest adamların böyle düşünmesine ancak şaşılır.”
Bu lakırtı üzerine Rakım, yatak odalarını da Madam Jozefino’ya gösterdi. Artık Canan’ın kabiliyetlerinden uzun uzadıya bahsetmeye lüzum var mı? Jozefino odaları tertemiz bir hâlde buldu. Her şey yerli yerinde, her şey intizamlı… O kadar memnun oldu ki böyle bir eve, böyle bir cariyeye sahip olmanın en büyük saadet olduğunu defalarca tekrarladı. Rakım, dadısı Fedayi’yi takdim edip onu validesi olarak gördüğünü belirttiğinde o da Jozefino’nun iltifatlarına mazhar oldu.
Bugün Canan’ın, Rakım Efendi’nin evine gelişinin üçüncü ayıydı. Jozefino bir aydan beri Canan’ı görmemişti. Bu süre zarfında Canan her bakımdan gelişmiş ve değişmişti. Yüzüne canlı bir renk geldiği gibi, güzelliği de artmıştı. Jozefino yarım saat içinde Canan’ın dersini verip bitirdikten sonra Rakım ile Canan hakkında bir iki şey söylemeye mecbur kaldı, “Uzatmayınız Mösyö Rakım! Cariyeniz pek güzel, pek zeki ve pek etkileyici!..”
Rakım, “Daha yavaş yavaş açılır madam!” diye karşılık verdi.
“Onu demek istemiyorum! Siz de gençsiniz, o da! İki genç bir yerde, fena âlem değildir ha?..”
“Yok, işte bu düşünceniz yanlıştır.”
“Niçin yanlış olsun? Sanki ayıp bir şey mi?”
“Niye ayıp olacak? Zaten benim cariyemdir.”
“Öyleyse niye?..”
“Ama ben kendisini kız kardeş gibi seversem daha ziyade memnun olacağım.”
“Durunuz bakalım, o sizi kardeş gibi sevecek mi?”
“Benden kardeşlikten başka bir şey görmezse ne yapacak? Elbet o da beni kardeş gibi sevecek.”
“Onlar bugünkü lakırtıdır kuzum. Durunuz bakalım, biraz daha zaman geçsin de… Siz de melek misiniz sanki? Bir güzelden istifade etmeyi protesto mu ediyorsunuz?”
“Yok, hatta bu istifade için fedakârlık bile ederim ama Canan’ı o yolda terbiye etmek istemem.”
“Neyse, sizi tebrik ediyorum!”
Bu konuşma bittikten sonra saat on bir buçuğa gelmiş olduğundan Jozefino; Rakım’a, Canan’a ve Fedayi’ye veda ederek gitti.
Bu Canan’ın niçin satın alındığını hatırlıyorsunuzdur. Güya ihtiyar Fedayi’yi rahat ettirmek için alınmıştı. Öyle değil mi? Hâlbuki biçare Fedayi hâlâ mutfaktan çıkamamıştı. Canan’ın kendisine yardımı, yalnız üst katın hizmetini üstüne almasından ibaretti. Haftada bir gün çamaşır yıkar, sair zamanlarda ise giyinmiş kuşanmış olarak dersiyle, dikişiyle uğraşırdı. Hele piyano geldikten sonra artık bir dakikasını bile boş geçirmemeye başladı. Dersten usansa piyanoya, piyanodan usansa dikişe otururdu. Sadık Fedayi ise kızcağız ne kadar kendisini eğlendirirse o kadar memnun olurdu.
Fedayi’nin bu kızı Rakım’dan kıskanmadığına hayret eder misiniz? Ne mümkün, Fedayi’nin elinden gelse kızı kaptığı gibi Rakım’ın koynuna sokacağı ortadaydı. Hatta, “Benim beyim melek midir nedir? Karşısında huri gibi kız gezdiği hâlde asla alıcı gözüyle baktığı yok.” diye canı sıkılıyordu. Her ne zaman moda olan bir kumaş çıksa dadı kalfa, Rakım’a rica ederek, “Gençtir, giyinsin kuşansın, karşında temiz gezsin.” diye mutlaka aldırır ve aldırdığı anda nerede güzel biçki biçen bir hanım varsa götürüp rica minnet en yeni modaya uygun olarak kestirir ve kızın kendisine diktirip giydirirdi. Sonra Canan aldığı kumaşları kesmek için dahi kimseye muhtaç olmadı ya! Hangi entari kendisine daha ziyade yakışırsa onu söker ve onun üzerinden yenisini kestirip yeniden dikerek isteğine ulaşırdı. Biçare kızcağız endam düşkünü, güzellik fakiri değildi ki giydiği kendisine yakışmasın. Ne giyerse kendisine kaşık gibi yakıştırırdı.
Okuyucular içinde bu kadar saadeti Rakım için çok görenler varsa ona haksızlık etmiş olduklarını kendilerine hatırlatırız. Bir adam ki yedi sekiz sene, gece gündüz demeyerek göz nuru döküp eğitim öğretimini tamamladıktan sonra bu kadar mükâfata bile sahip olmazsa ilim ve marifetin ne meziyeti kalır?
Tahsilde Canan nasıl hızlı ilerliyorsa İngiliz kızları da o süratle kendilerini geliştirmektedir. Bunlar her ders gününde hocalarına kırk elli kadar Türkçe kelimenin anlamını sorarak ve bir deftere kaydederek ezberlerlerdi. Bu şekilde çat pat Türkçe konuşmaya bile başlamışlardı. Hele okuma yazma hususunda, başka hocalardan bir senede öğrenemeyecekleri bilgileri Rakım’dan çok daha kısa bir sürede öğrenmişlerdi.
Kendisine ailece duyulan hürmet ve riayete dayanarak ve fazla gelişen muhabbet gereğince Rakım, bazen akşam yemeği için bunların evinde kalmaya başladı. Hele bir pazar günü ailece Kâğıthane’ye gidilmiş ve Rakım’ın onlara refakatinden dolayı hepsi de çok memnun olmuşlardı. Gerçi münasebet ve muhabbet yalnız bu derecede kalmadı. Mister Ziklas’ın diğer İngilizler gibi denize merakı olduğundan ve Rakım’da da bu merak ondan aşağı kalmadığından, Ziklas’ın satın aldığı iki güzel sandaldan birini Salıpazarı Limanı’nda muhafaza etmek üzere Rakım’a verdiler. Bazı pazar günleri Rakım sandalı Tophane İskelesi’ne getirerek İngilizlerle orada buluşurdu. Kadıköy’e, Adalar’a doğru çıkıp yelken açarlardı fakat bu sandal seyahatleri çeşitli yorumlara sebep olacağından bununla ilgili birkaç satır bilgi vermemiz lazım gelir.
Can ile Margrit sandal ile seyahate çıktıkları zaman kendilerine mahsus deniz kıyafetlerini giymeyi alışkanlık hâline getirmişlerdi. Ayaklarında ruganları, kafalarında gemici şapkaları vardır ki etrafına bir mavi kurdele sarılmış ve yine bir mavi kurdele çene altından geçirilmiştir. Saçlar toplanmış ve kuru kuruya taranıp omuzlar üzerine salıverilmiş. Üzerlerinde bir beyaz Frenk gömleği ki yakaları mavidir, devrik yerinde birer beyaz çapa resmi bulunuyor. Gömleklerinin kolları da mavidir. Şinelvari kısa yağmurluklarını lüzumuna göre üzerlerine alırlardı. Altlarında dizden yukarıya kısa ve beyaz bir fistan vardı. Bunun omuzlarında da mavi kurdeleden askılar bulunuyordu. Ayaklarında dizden yukarıya kadar birer beyaz çorap, bunun üzerine baldırlara kadar yükselen birer çift mavi potin… İşte bir de mavi canfesten, yarım daire şeklinde bir boyunbağı bu giysiyi tamamlardı.
Bu iki genç tayfa kürek oturaklarına oturdukları zaman Ziklas dümen tarafında kalır ve Rakım ile Mrs. Ziklas karşı karşıya otururlardı. Yelkeni fora etmek, sarmak iki genç tayfanın işi olup şayet kürek çekmek icap ederse o zaman dümenin kontrolünü Mrs. Ziklas eline alırdı; kocası, Rakım ve iki güzel tayfa da küreğe geçerlerdi. Sandalın içinde atıştırmalık pek çok şey bulunduğu gibi en âlâ arpa suları da eksik olmadığından Rakım, bu sandal seyahatlerindeki zevk ve sefaya doyamazdı. Hele rüzgâr azalıp da kürek çekmek zorunda kalındığı zaman büyük kız pruva tarafından birinci hamlada, Rakım ikincide, küçük kız üçüncüde, babaları da dördüncü hamlada bulunur, İngiliz gemicileri gibi küreklere eğilerek asıldıkları gibi ta sırtüstü yatıncaya kadar da yaslanırlardı. Küreklere asılma sırasında sırtüstü yatınca biraz yan tarafta kalsa bile Rakım kendisini büyük kızın kucağına yaslanmış ve küçüğü de kendi kucağına dayanmış görürdü ki her şeyden ziyade lezzet aldığı hâl buydu. Bu durum valide ve pederlerine bir şüphe verir miydi dersiniz?
Vay!.. Rakım’da böyle hevesler de vardı ha!..
Niçin olmasın? Size Rakım’ı, melekler gibi yemez, içmez, cinsiyetsizdir