Mustafa Meraki Efendi, Tophane’nin Beyoğlu civarındaki bir mahallesinde oturur. Mahallesinin semtini haber vermek olmaz. Semtini anladınız ya? Bu kadarıyla yetininiz.
Kendisi kırk beşlik bir adamdır. Fakat babası, bir çocuğun, genç yaşta evlendirilirse yüzü gözü açılmadan dünyaevine girmiş olacağından ırz ve edebini güzel muhafaza edeceğini düşünerek Mustafa Meraki Efendi’yi henüz on altı yaşında iken evlendirmişti. Bu sebeple Mustafa Meraki Efendi kırk beş yaşında olduğu hâlde yirmi yedi yaşında bir oğlu bulunup o da Felatun Bey’dir. Fakat Mustafa Meraki Efendi’nin evladı yalnız Felatun Bey’den ibaret değildir. Bir de kızı vardır ki ismi Mihriban Hanım’dır. Mustafa Meraki Efendi kırk beş yaşında iken bu kız da on beş yaşındadır.
İnsanın kırk beş yaşındayken böyle yirmi yedi yaşında bir oğul ile on beş yaşında bir kıza sahip olması büyük bir saadettir. Ancak size derhâl şunu da hatırlatalım ki böyle bir saadet genellikle babalara mahsus olup valideler için bu durum çoğunlukla musibet kabul edilir. Nasıl ki Mustafa Meraki Efendi’nin zevcesi için dahi öyle olmuştu. Zira Mustafa Meraki Efendi on altı yaşındayken babası tarafından evlendirildiğinde, eşi henüz on iki yaşındaydı. Öyle ya! Kadının, kocasından dört beş yaş küçük olması lazım gelmez mi?.. Gerçi on iki yaşındaki bu kızcağız, on beş yaşında dünyaya çocuk getirdi ancak sonradan kaç defa gebe kaldıysa da çocuğunu rahminde barındıramayıp düşürdü. Hekimler işin aslını tetkik edemediklerinden hanımın rahminde tedavisi mümkün olmayan bir hastalık teşhisiyle el çektiler. İş ebelere kaldı. Onlar sargılar ile Mihriban Hanım’ı düşük yaptırtmayıp muhafaza edebildilerse de biçare validesi bu kızı doğurduktan sonra, henüz lohusa yatağındayken şehiden vefat etmişti…
Mevla rahmet eylesin! Böyle şeyler olağandır… Başka ne diyelim ki? Mustafa Meraki Efendi, eşini kaybettikten sonra, elinde on üç yaşında bir oğul ile kundakta bir kız bulunduğundan bir müddet zorunlu olarak evlenemedi. Son zamanların en medeni şehri olan İstanbul’da bekâr yaşayabilmek mümkün olduğundan bir müddet daha bekâr yaşadı. Daha sonraları da pek ihtiyaç duymadığı için evlenmedi. Kızına bakması zorlaşınca ona dadılık etmesi için eve yaşlıca bir cariye aldı. Aldığı bir Rum kadın da ev hizmetini görür, Ermeni bir kadın ise yemekleri pişirirdi.
Nasıl? Mustafa Meraki’nin evinin içindeki bu durumu garip mi gördünüz? Bizim Mustafa Meraki Efendi alafranga meşrep bir adamdı. Hem de alafranga yaşam tarzını nasıl seven bir adam olduğunu biliyor musunuz? Hani bundan on beş yirmi sene evvel İstanbul’da alafranga geçinenler yok muydu? İşte onlardan!.. Maddi durumu fazlasıyla iyi olduğundan Üsküdar’da bulunan konağı, bağı ve bahçesini ucuz pahalı demeden alafranga yaşama hevesiyle satmıştı. Tophane’nin Beyoğlu civarındaki bir mahallesinde yeni, güzel bir ev inşa ettirip yerleşmiş ve böylece rahatlamıştı. Alafrangaya olan merakının derecesini şundan anlayınız ki yaptırdığı ev, mutlaka alafranga olması için kâgir olarak yaptırılmıştı. Şimdi böyle bir semtte, böyle bir evde bu kadar alafranga bir adam artık hanesine Arap çorap doldurur mu? Bahusus arada bir gelen alafranga dostlarına hizmet etmek için Rum ve Ermeni hizmetçilere olan ihtiyacı ortadaydı.
Bizim asıl maksadımız Felatun Bey’i okuyucuya tanıtmak olduğundan, pederi Mustafa Meraki Efendi hakkında, böyle geçmişe dair verdiğimiz geniş bilgileri lüzumsuz görmeyiniz. Felatun Bey’i iyi tanımak için elbette ailesinin geçmişini bilmek lazım gelir çünkü böyle bir aileden doğan bir zatın hâl ve tavrı bu sayede daha kolay anlaşılabilir.
Felatun Bey’in çocukluk dönemini nasıl geçirmiş olduğunu anlatmak için daha geniş malumata ihtiyacımız yoktur. Mustafa Meraki Efendi, abartılı bir alaturka yaşantıdan; birdenbire yine aşırı derecedeki alafranga yaşantıya geçtiğinden, küçük yaşta öksüz kalan evladı Felatun Bey’in hem yaşantı hem de ahlaken nasıl bir çocuk olacağını hemen hemen herkes tahmin edebilir. Bakınız, çocuk mekteb-i rüştiyeye1 verilmişti, her gün çantası elinde gider gelirdi. Bundan başka bir de Fransız hocası vardı ki haftada iki defa gelirdi. Ancak Mustafa Meraki Efendi öyle tahsil görmüş bir adam olmadığı gibi çocuğunun eğitim ve öğretimine ayıracak zamanı da yoktu. Böylece oğlunun mektebe gidip gelmesini ve Fransız hocasının da eve gelip gitmesini bir çocuğun terbiyesi için yeterli görmüştü.
Oğlunun terbiyesine bu kadar zaman ayıran baba için, kızının terbiyesinin nasıl olacağını tahmin etmek zor değildi.
Fakat şunu da hatırlatmaktan geri durmayalım ki bu çocukların giyim kuşamı gerçekten söz götürmezdi. Beyoğlu’nda çocuk giysisi olarak o dönemde her ne moda ise Meraki Efendi hemen hepsinden alıp çocuklarına giydirmek için kendisini mecbur hissederdi.
Ha! Bak biz şunu hatırlatmayı unuttuk. Bizim Mustafa Meraki Efendi’nin ismi yalnız Mustafa Efendi’dir. Meraki lakabı kendisine sonradan verilmiştir. Zira bu adamın bazı garip hâlleri vardır. Mesela kendi evinde mükemmel bir yemek dururken bazı akşamlar gidip Beyoğlu’nda bir bakkal dükkânında, çiroz ve zeytin gibi şeylerle karnını doyururdu. Akşam yemeğine bazı ahbapları itiraz ettikçe, “Ne yapalım merakımdır!” diye cevap verirdi. Yine bazı geceler Naum’un tiyatrosuna gitmektense Elmadağ’da balıkçı ve kuşbaz takımının gittikleri yerleri tercih etmesine bir mana veremeyenlere ise “Merak bu ya!”, “Merakımdır.”, “Merakıma dokundu.”, “Merakım elvermez.” gibi sözlerle karşılık vermesi, kendisine “Meraki” lakabının takılmasına sebep olmuştu.
Buraya kadar verdiğimiz malumatlar, bizim Felatun Bey’in önceki yaşantısına bakılıp bundan sonraki yaşantısı hakkında yapacağımız tahminler için kâfidir. Şimdi yine Mustafa Meraki Efendi’nin kırk beş, oğlu Felatun Bey’in yirmi yedi, kızı Mihriban Hanım’ın ise on beş yaşlarında oldukları zamanlara gidelim.
Bu esnada Felatun Bey büyük kalemlerin2 birisinde memurdu. Hani ya kalemlerde bazı efendiler vardır ki ileride devletin en büyük makamlarına geçebilmek için kâtiplik zamanlarını iyi değerlendirip bütün güçlerini kullanırlar. Böyle gayretli insanları tanırsınız ya!.. Ancak bizim Felatun Beyefendi bunlardan değildi. Nesine lazım? Ayda en az yirmi bin kuruş geliri olan bir babanın biricik oğludur. Kendi zekâsını Eflatun gibi filozoflardan daha üstün gören bu adamın hiçbir şeye ihtiyacı yoktu. Bu gücüne dayanarak cuma günü mutlaka bir mesire yerine gidip eğlenirdi. Cumartesi ise önceki günün yorgunluğunu çıkarırdı. Pazar günü piknik alanları daha alafranga olduğundan oralara gezmeye gitmeyi de ihmal etmezdi. Pazarın yorgunluğunu ise pazartesi çıkarırdı. Salı günü çalıştığı iş yerine gitmeye hazırlanıyorsa da havayı uygun görünce Beyoğlu’nun bazı gezi mahallerini, baba dostlarını, ahbabı vesaireyi ziyaret arzusu o günü dahi tatil ettirirdi. Şayet çarşamba günü çalıştığı kuruma gidecek olursa saat altıdan dokuza kadar olan vaktini ancak o haftanın olaylarını anlatmaya ayırırdı. Akşam eğlencesi için mutlaka kendisi gibi iki dalkavukla eve gelirdi. Bunlar da kendi gibi genç olduklarından ve bahusus Felatun Beyefendi Beyoğlu’nda oturduğundan bu dostlarını alafranga bir şekilde eğlendirmek için perşembe gecesini bu gibi eğlence yerlerinde geçirirdi. O gece sabahlandığı cihetle perşembe günü akşama kadar uyunurdu. Nihayet yine cuma gelir ve işte bu bir haftalık eğlencede olduğu gibi sonraki haftalarda da hemen hemen aynı şeyler yaşanırdı.
Böyle haftada üç saat kaleme giderek, onu da başından geçenleri arkadaşlarına anlatarak geçiren bir delikanlı ne öğrenebilir ki?
Nasıl ne öğrenebilir? İşte Felatun Bey öğrenmiş ya!.. Yazısı var, okuması var, Fransızcası var!.. Zeki, anlayışlı ve becerikli!.. Bahusus babasının ayda yirmi bin kuruşluk geliri var!.. Dünyada bir adamın öğreneceği daha ne kaldı?
Bak Allah için söyleyelim!.. Felatun Bey’in yeni çıkan eserlere de merakı pek fazladır. “Canım, böyle bir hikâye basılmış.” dediler mi? Felatun Bey için “Onu görmedim.” demek söz konusu olamazdı. Hangi kitap çıkarsa çıksın satıcılardan alıp kendisine götürmeye alışmış olan postacı ilk önce Felatun Bey’in kitabını götürüp Beyoğlu’nda kitap cildi yapan Gulam’a teslim ederdi. Bu usta ise tam alafranga bir cilt yapar ve arkasına altın yaldız ile “A. P.” harflerini dahi bastıktan sonra götürüp Felatun Bey’in uşağına verirdi. Felatun Bey akşam eve gelip kitabı gördükten sonra uşak, kitabı götürüp gayet düzenli bir şekilde