“Vallahi Ali Bey, sizinle beraber olduktan sonra ateş olsa saldırırım.”
“Amma ben öyle boş lakırtılara kulak veremem. İnsan verdiği sözün eri olmalıdır. Hem öyle ateşe filana saldırmak lazım değil. Ateşsiz filansız bir iş! Şu kadar ki sırrı açıklamak olmayacak.”
“Can çıkar da sır çıkmaz. Gerçi sizinle hepi topu birkaç defa görüştük. Onlar da pek üstünkörü olduysa da size o kadar muhabbet ettim ki kırk yıllık dostunuz, arkadaşınız gibi oldum.”
Çerkez Sohbet bu sözü söylemekle beraber Acem Ali’nin yüzüne öyle bir bakış baktı ki kırk yıllık dostu değil ama sanki kalubeladan beri âşığı imiş gibi bir bakıştı.
Ya böyle bir bakışa Acem Ali’nin değeri yok muydu? Hem bu bakışın Acem Ali dahi farkına vararak her ne kadar kahır pençesinde aslanları zebun edecek bir kahraman olduğu kendisine dahi malum idiyse de ne kadar olsa gençliği ve güzelliği olmak hasebiyle öyle babayiğit bir adamın böyle bir bakışından mahcup olarak önüne bakmaya kalben bir mecburiyet hissetti.
Evet! Acem Ali Bey on sekiz, nihayet on dokuz yaşlarında tahmin olunabilecek bir delikanlı olup vücudu nahif, boyu uzunca ve elleri küçücük olduğuna göre, öyle pazar kayıkçılarını yekdiğerine çarpıştırmaya kâfi kuvvetin nerede olduğuna insan şaşardı.
Sakal ve bıyık henüz belli bile olmayıp binaenaleyh Çerkez Sohbet kendisine “Acem Ali” unvanından ziyade “Köse Ali” unvanını layık görür idiyse de çoğunlukla tüysüz olanların yüzlerinin derileri bu kusurlarının hükmünü kuvvetlendirecek kadar kerih bulunduğu hâlde Acem Ali’nin cildinde ise bilakis tazelik dahi görülürdü. Eğer kendisi ziyadece esmer olmasaydı o kara kaşlar ile kara gözler bir kat daha güzelleşirler idiyse de bu kadar güzel kara kaş ve kara göz öyle beyaz tenlerde pek nadir olarak, esmer olanların genelinde bulunduğundan bu nevi gözlerin en güzelleri Ali’de bulunması tenindeki esmerliği dahi süslerdi.
İran mahbubları,5 çoğunlukla Ermeni delikanlılarını andırırlar ise de bizim Acem Ali’nin çehresi İranlılardan ziyade Arap evlatlarının necip simalarına benzerdi. Hatta Acemler çoğunlukla kıllı oldukları hâlde Ali’nin bilakis kılsızca olması dahi Araplığa benzeyişini arttırıp burnunun, ağzının gayet küçüklüğü ve dişlerinin hem küçük hem de kar gibi beyazlığı Şam’da, Halep’te tesadüf olunan mahbublardan başka hemen hiçbir yerin dilberinde bulunamaz.
Hülasa bizim Acem Ali “mahbub” lafzının her anlamına göre mükemmel bir mahbub olup Çerkez Sohbet’te mahbub-dostluk asla mevcut olmadığı hâlde, Ali’ye olan âşıkça bakışının Ali dahi farkında olur idiyse de o pazu kuvveti kendisinde bulundukça hakikaten hiçbir tehlikeden ürkmezdi. Şu kadar ki “Ah bir kere bıyıklarım çıksa da şu hayret ve tahassür6 bakışlarından kendimi kurtarsam!” diyen birçok delikanlıdan biri de herhâlde Ali’ydi.
İsmi Acem Ali olduğuna göre kendisini papağı ve paşmağıyla bir Acem zannetmeyiniz. Potinli, pantolonlu, ceketli ve boyun bağlı olan güzel bir şık olup Acemliğinden kendisinde bakiye sayılabilecek bir şey varsa o da konuşma tarzında hissedilen pek sınırlı bir Acem şivesinden ibarettir.
Ya bu şive dahi kendisini meziyetten anlayanlar nezdinde bir kat daha mahbub edecek bir şey sayılmaz mı?
Her ne kadar Sandalcı Çerkez Sohbet, Farisi dilinin ne kadar şeker olduğunu ve o lisana mahsus tatlılıkla söylenen Türkçeyi bile sair mahbubların Türkçelerinden fark edebilecek şekilde terbiye görmüş bir adam değil idiyse de Ali’nin, en sert ifadeleri bile en güzel bir kızın, hem de kendi hemşehrileri olan Çerkez kızlarının ifadeleri kadar latif olduğunu takdir ederek, mekânı olsa da Ali kırk yıl söyleyip kendisi dahi kırk yıl dinlese yine Ali’yi dinlemeye doyamayacağını pek çok defalar hatırından hükmetmiştir.
Acaba Çerkez Sohbet’in kendi hakkındaki hislerinin bu derecelere kadar vardığını Ali dahi anlamış mıydı?
Eğer Çerkez Sohbet, böyle genç kahramanlarda görülen mükemmel güzelliği takdir edişi, kendi ahlakınca ayıplamayı ve nefreti gerektirecek melunlardan bulunsaydı belki Ali dahi bahsi geçen hisleri anlamış olurdu. Zira o hâlde bulunan kötü niyetli insanlar içlerindeki derdi bir türlü saklayamayarak güzideleri olan delikanlılara gizli aşklarını ifşa ederler. Fakat Çerkez Sohbet bu gibi kötü ahlaklılardan olmayıp “güzellik” denilen sıfatı ise bir genç kızda, bir genç erkekte değil, atta, kuşta hatta biçimli bir sandalda görse bile hayran olacak kadar güzel tabiat sahibi bir adam olduğundan zaten yüreğinde Ali için saldırgan bir his yoktu ki hatta az çok bir taşkınlıkta bulunacağı tasavvur edilebilsin.
Ya rıhtım üzerindeki kavga meselesi ortada iken velev ki Sohbet’te öyle nahoş bir his bulunsa bile cüzice eserini7 meydana çıkarabilmek mümkün müdür?
Şu kadar var ki Sohbet’in bakışları adi bakışlardan dahi olmadıklarını Acem Ali anladığı için önceden de haber vermiş olduğumuz üzere Sohbet biraz başka türlü kendi gözlerinin içine baktıkça Acem dilberi de gözlerini indirmeye mecbur olurdu.
Sandalcı Sohbet’ten aldığı vefa vaadine, Acem Ali’nin cidden itimat etmesi lazım gelirdi. Zira Sohbet her ne kadar Ali’den yediği şamarın acısını unutamayacak kadar şiddetini görmesi üzerine Ali’yi her hâlde kendisinden üstün tanımışsa da yine Acem Ali’nin itirafı üzerine Ali’den sonra da Galata’da Sohbet’ten daha kabadayı bir kimse bulunmadığından Sohbet, Ali’nin refakatine hiç de muhtaç değildi. Zaten Acem Ali ne kadar zorba olursa olsun, bundan Sohbet’e ne zarar gelir ki? Acem dilberi henüz birkaç haftadan beri Galata’da türemiş olup Sohbet’se Galata’nın kırk yıllık Sandalcı Sohbet’idir. Hangi meyhaneye, hangi gazinoya, hangi baloya girmiş olsa herkes tir tir titrer. Acem Ali’nin bu dereceyi bulabilmesi için daha pek çok belalar geçirmesi, bu yolun bu tarikin cümle-i mukteziyât-ı ahkâmından olup böyle henüz birkaç haftalık bir Acem Ali Bey olması hâlindeyse işte bir aralık Papazoğlu Andon gibi miskin yankesiciler bile kendisini göze kestirebilirler. Bu gibi eşkıyaların her birine kendisini anlatmak kolay olamaz. Rıhtım vakasının hikâye edilmesi bahsi geçen eşkıyaları yıldıramaz. Rıhtım vakası gibi olaylar artmalı ve çoğalmalı ve Acem Ali Bey dahi attığı tokatlar ve yumruklar gibi birkaç yüz tanesini kendisi de yiyip hatta yalnız yumruk ve şamar şakalarında kalmayarak kama ve revolver sohbetlerine kadar varmalı ki Sandalcı Sohbet derecesinde yaygın şöhret kazanabilsin.
Bu tetkikler zaten Acem Ali Bey’den uzak olmadıkları cihetle mavnacının verdiği vefa vaadi öyle kahpe ve namert bir çapkının vaadi olmayacağını anladı ise de işi bir kat daha takviyeye lüzum görmekteydi. Bu takviye için dahi Mavnacı Sohbet’le bir kat daha kaynaşmaya lüzum gördü.
Bu gibi delikanlıları yekdiğerine en ziyade perçinleyip kaynatacak olan şeyin içki içmekten başka bir şey olması mümkün müdür?
Binaenaleyh Acem Ali, sandalcıya dedi ki:
“ ‘Hepi topu birkaç defa görüştük.’ mü dedin? ‘Onlar da pek üstünkörü idiler.’ mi dedin? Gerçi hakkın var. Haydi öyleyse bu gece seninle enine boyuna bir görüşelim. Hem de sen ne istersen öyle yapalım. Hangi meyhaneyi beğenirsen orada içip hangi lokanta hoşuna gidiyorsa orada yemek yiyelim. Yemekten sonra dahi geceyi hep senin istediğin gibi geçirelim. Paralar benden! Nasıl, beğendin ya?”
“Evet, fena olmaz. Hazır yarın da pazar olduğundan işimiz yok demektir.”
“Öyleyse haydi bakalım, kalk da nereden başlayacaksak önüme