“Neydi o peki?”
“Size şunu söyleyeyim Bay Holmes, bu adam kadın koleksiyonu yapıyor. Bazı erkekler güve veya kelebek koleksiyonu yapıp bundan nasıl gurur duyuyorsa o pislik de kendi koleksiyonundan gurur duyuyor. Her şey o defterde yazılı. Şipşak fotoğraflar, isimler, ayrıntılar, kızlar hakkında her şey yazılı orada. Çok iğrenç bir defter; hiçbir erkek, sokaklardan gelse bile öyle bir defter tutmayı akıl edemez. Ama bu Adelbert Gruner’nın defteri işte. ‘Mahvettiğim Ruhlar.’ Biraz düşünceli olsaydı kabına bunu yazardı. Ama onu ortalık yerde göremezsiniz, zaten işinize de yaramaz. Yarasa bile ona kolay kolay ulaşamazsınız.”
“Defter nerede?”
“Artık nerede olduğunu bilemem. Bir yıldan fazla oldu ondan ayrılalı. O zamanlar nerede sakladığını biliyorum ama. Birçok yönden düzenli ve titizdir. O yüzden defter, hâlâ çalışma odasındaki eski masasının çekmecesinde duruyor olabilir. Evi daha önceden gördünüz mü?”
“Çalışma odasını gördüm.” dedi Holmes.
“Gerçekten mi? İşe bu sabah başladığınıza göre pek de yavaş sayılmazsınız. Galiba bu sefer Adelbert dengi olan bir adama rastladı. Çalışma odasının dış kısmında Çin porselenleri var, pencerelerin arasındaki büyük camekânın içinde. Sonra, masanın hemen arkasındaki kapıdan iç kısma geçiyorsunuz. Ufak bir oda, orada belgelerini falan saklıyor.”
“Hırsızlardan korkmuyor mu?”
“Adelbert bir korkak değildir. En zalim düşmanı bile bunu söyleyebilir. Kendini koruyabilir. Geceleri hırsızlara karşı bir alarm kuruyor. Zaten bir hırsız için ne var ki o odada? Onun süslü porselenlerini mi çalacaklar?”
“İşe yaramaz onlar.” dedi Shinwell Johnson kararlı bir uzman edasıyla, “Çalıntı mal satıcısı, satamayacağı veya eritemeyeceği bir şey istemez.”
“Aynen öyle.” dedi Holmes, “Evet, Bayan Winter, eğer yarın akşamüstü saat beş gibi buraya gelirseniz iyi olur. Bu arada, hanımefendiyle yüz yüze bir görüşme ayarlamaya çalışacağım. Yardımlarınız için size fazlasıyla minnettarım. Müşterimin size karşı oldukça cömert davranacağını söylememe gerek…”
“Kesinlikle gerekmez, Bay Holmes!” diye haykırdı genç kadın, “Ben para peşinde değilim. Bu adamın çamura battığını göreyim başka bir şey istemem! Çamura battığında o lanet olası yüzünü bir de ben ayağımla ezeceğim. İşte bu benim ödülüm olacak. Onun peşine düştüğünüz sürece hep yanınızda olacağım. Beni nerede bulacağınızı bizim şişko size söyler.”
Holmes’u ertesi akşama kadar görmemiştim. Daha önce yemek yediğimiz Strand’de bir kez daha buluşmuştuk. Görüşmenin nasıl gittiğini sorduğumda omuz silkmekle yetinmişti. Sonrasında, size anlatacağım şekilde hikâyeyi aktardı bana. Ancak kullandığı bazı sert ve tatsız kelimeleri biraz yumuşatarak nakletmekte kararlıyım.
“Görüşmeyi ayarlamakta pek zorluk çekmedim.” dedi Holmes, “Nişanlanmalarını istemeyen babasına karşı çirkin davrandığı için kız, bir evlada yakışır biçimde, babasına olan bağlılığını göstermek ve gönlünü almak niyetindeydi. Her şeyin hazır olduğunu söylemek için general beni aradı, ateşli Bayan Winter ise söylenen saatte hazır bulundu, böylece saat beş buçukta bir araba bizi, yaşlı askerin yaşadığı Berkeley Meydanı’ndaki evin önüne bıraktı. Burası yanında bir kilisenin bile havai kalacağı o çirkin, gri Londra şatolarından biriydi. Bir uşak bizi büyük, sarı perdeleri olan oturma odasına buyur etti. Kız bizi orada bekliyordu. Ölçülü, solgun, içine kapanıktı ve dağların üzerindeki karlar kadar sert ve mesafeli davranıyordu.
Onu nasıl anlatacağımı bilemiyorum Watson. Belki bu iş bitmeden onunla tanışır ve kendi kelimelerinle tasvir edersin. Çok güzel bir kız ama âdeta öbür dünyaya ait ruhani bir güzelliği var. Buna benzer yüzleri ancak Orta Çağ’a ait eski tablolarda görmüştüm. Böylesine ilahi bir güzelliğe nasıl oluyor da bir canavar o iğrenç pençeleriyle dokunabiliyor anlayamıyorum. Zıt kutupların birbirini çektiğini bilirsin: Ruhani ile hayvaninin veya bir mağara adamıyla bir meleğin birbirini çekmesi gibi. Ama bu durumdan daha beterini hiç görmemiştim.
Tabii neden geldiğimizi gayet iyi biliyordu. O hain bize karşı onu zehirlemekte gecikmemişti. Bayan Winter’ın gelmesi onu biraz şaşırttı sanıyorum. Yine de iki cüzzamlı dilenciyi karşılayan saygıdeğer bir başrahibe gibi bize oturmamız için iki ayrı sandalyeyi işaret etti. Başın şişti mi sevgili Watson? Bayan Violet de Merville’nin dediklerini duymalısın.
‘Evet, efendim…’ dedi buzdağından esen bir rüzgâr gibi, ‘Adınız tanıdık geliyor. Anladığım kadarıyla nişanlım Baron Gruner’ya çamur atmak için buradasınız. Sadece babam rica ettiği için sizinle görüşmeyi kabul ettim. Ama anlatacaklarınızın en ufak bir biçimde bile beni etkilemeyeceğini önceden söylemeliyim.’
Onun için çok üzüldüm Watson. Bir an için onu kendi kızım olarak hayal ettim. Ben pek etkili ve güzel sözler söyleyemem. Aklımı kullanırım, kalbimi değil. Ama bulabildiğim bütün içten kelimeleri bir araya getirip ona yalvardım. Evlendikten sonra kocasının gerçek kişiliğini gören bir kadının düştüğü durumu kafasında canlandırmaya çalıştım. Kana bulanmış eller ve şehvet düşkünü dudaklarla okşanmaya teslim olmuş bir kadını anlattım. Ondan hiçbir şey gizlemedim. Yaşayacağı utancı, korkuyu, acıyı, ümitsizliği anlattım. Öfke dolu bu sözlerim o fildişi yanaklarına bir renk ya da o soyutlanmış gözlerine bir duygu kıvılcımı getirmedi. O canavarın hipnotizmayla ilgili söyledikleri geldi aklıma. Âdeta kendinden geçmişti. Bir rüyada olduğunu söyleyebilirim. Yine de verdiği cevaplarda bir belirsizlik yoktu.
‘Sizi sabırla dinledim Bay Holmes.’ dedi, ‘Ancak söyledikleriniz, daha önce de dediğim gibi beni etkilemedi. Adelbert’in, yani nişanlımın daha önceki fırtınalı hayatında, kendisinden nefret edenler tarafından haksız karalamalara maruz kaldığının farkındayım. Karşıma birçok iftirayla çıkan bir sürü insanın sadece sonuncususunuz. Belki iyi niyetli olabilirsiniz ama bunun için ücret alıyorsunuz. Şu an barona karşısınız fakat belli bir ücret alarak onun tarafında da olabilirdiniz. Her neyse şunu anlamanızı istiyorum, ben onu seviyorum ve o da beni seviyor. Diğer insanların düşünceleri, şu pencerenin dışındaki kuşların cıvıltısı kadar bile umurumda değil. Eğer bu asil adam bir an için çöküntüye uğramışsa onu gerçek ve ulvi seviyesine tekrar ulaştırmak için gönderilmiş olabilirim.’
‘Bu arada…’ diyerek arkadaşıma döndü, ‘Bu bayanın kim olduğunu öğrenmek isterim.’
Tam cevap verecekken Bayan Winter bir kasırga gibi eserek lafımı böldü. Eğer ateşle buzu yan yana görmediysen diyeceğim şu ki; işte bu kadınlar aynen öylelerdi.
‘Kim olduğumu söyleyeyim.’ diye haykırarak sandalyesinden fırladı. Öfkeden ne yapacağını şaşırmıştı. ‘Ben onun son sevgilisiyim. Kanına girdiği, kullandığı, mahvettiği ve bir çöp torbası gibi bir kenara fırlattığı yüz kişiden biriyim. Sana da aynı şeyi yapacak ama senin sonun, büyük bir ihtimalle mezar olacak. Belki de öyle olması en iyisi! Sana söylüyorum aptal kadın, eğer bu adamla evlenirsen ölüm fermanını imzalamış olursun. Belki kalbini kırar, belki de boynunu! Ama ikisinden biri mutlaka olacaktır. Bunları seni sevdiğim için anlatmıyorum. Yaşaman veya ölmen benim hiç umurumda değil. Yaptıklarım