Zencefil’e çok üzülmüştüm ama tabii ki o zaman onun hakkında çok fazla şey bilmiyordum, bu yüzden daha kötüye gideceğini düşünmüştüm. Ancak, haftalar geçtikçe Zencefil, daha kibar ve neşeli oldu ve yaklaşan her yabancıya gösterdiği dikkatli ve savunmacı bakışı bıraktı ve bir gün James “Kısrağın, beni sevmeye başladığına inanıyorum. Bu sabah alnını fırçalarken bayağı kişnedi.” dedi.
“Evet, evet, James. Birtwick köfteleri yüzünden… Zamanla Siyah İnci kadar iyi olacak. Kibarlık, istediği tek şey. Zavallı şey!”
Sahibimiz de değişimi fark etti ve bir gün genelde yaptığı gibi arabadan inip bizimle konuşmaya geldiğinde Zencefil’in güzel boynunu sevdi: “Canım benim! Senin için işler nasıl gidiyor? Bize geldiğin zaman olduğundan çok daha iyisin değil mi?”
Sahibimiz onu güzelce fırçalarken o da kendi burnunu adama dostça sürttü.
“Onu iyileştirmiş olmalıyız John.” dedi sahip.
“Evet efendim. Durumu iyileşti. Eskisi gibi değil artık. Birtwick köfteleri yüzünden…” dedi John. Gülüyordu.
Bu, John’ın şakasıydı. Birtwick at köftelerinin düzenli olarak verilmesinin, her zalim atı iyileştireceğini söylerdi. “Bu köfteler…” derdi. “Sabırdan ve kibarlıktan, sakinlikten ve sevgiden yapıldı. Her birinin bir libresi 250 gram sağduyu ile karıştırıldı ve ata her gün verildi.”
Merrylegs
Papaz Blomefield’ın, kızlardan ve erkeklerden oluşan geniş bir ailesi vardı. Bazen, bu çocuklar, Bayan Jessie ve Flora ile oynamaya gelirdiler. Kızlardan biri, Miss Jessie ile aynı yaştaydı. Oğlanlardan ikisi büyüktüler ve birkaç tane de ufaklık vardı. Geldiklerinde Merrylegs için çok iş çıkardı. Çünkü hiçbir şey onları, Merrylegs’e sırayla binmek ve meyvelikte, evin çayırında gezmek kadar eğlendiremezdi. Bu, saatlerce, beraber yaptıkları bir şeydi.
Bir gün, Merrylegs, uzun süre onlarla dışarıdaydı. James onu getirdiğinde ve ona yular taktığında o
“Yaramaz! Nasıl davrandığına dikkat et yoksa başımız belaya girer.” dedi.
“Ne oldu Merrylegs?” diye sordum.
“Sorma!” dedi başını ileri atarak. “Bu genç insanlara derslerini veriyordum. Ne zaman durmaları ya da benim ne zaman durmam gerektiğini bilmiyorlar. Bu yüzden arkaya doğru biraz attım onları. Ne yapayım, anladıkları tek şey bu.”
“Ne!” dedim. “Çocukları mı fırlattın? Bunu yapmayacak kadar aklın var diye düşünürdüm. Bayan Jessie iyi ya da Flora’yı mı attın?”
Çok gücenmişti. Şöyle dedi:
“Tabii ki hayır. Ahıra gelen en iyi yulafın uğruna bile yapmam bunu. En az sahip kadar dikkatliyim genç hanımlarımız konusunda, küçüklere gelince onlara binmeyi ben öğrettim. Onlar korktuğunda ya da sırtımda huzursuzlandıklarında kedinin kuşun arkasından gidişi gibi sessiz sakin giderim. Kendilerini iyi hissediyorlarsa tekrar hızlı giderim, anladın mı onlar alışsınlar diye. Bu çocukların sahip olabileceği en iyi arkadaş ve en iyi biniş öğretmeniyim. Sorun onlar değil; erkekler.”
“Erkekler…” dedi. “Oldukça farklılar. Biz nasıl tayken eğitiliyoruz, onlar da eğitilmeli ve neyin nasıl olması gerektiğini öğrenmeliler. Diğer çocuklar, bana, yaklaşık iki saat bindiler ve erkekler sıranın kendilerine geldiğini düşündüler. Evet, öyleydi. Ben de aynı fikirdeydim. Bana sırayla bindiler, onları bir aşağı bir yukarı ve meyveliğin etrafında bir saat dörtnala koşturdum. Her biri fındık dalı kestiler kırbaç yapmak için ve biraz sertçe kullandılar. Son gücüme kadar dayandım ve kötü niyetli düşünmedim. Bu yüzden ipucu olsun diye bir iki kez durdum. Erkekler bir atın ya da midillinin lokomotif ya da kesme makinesi gibi olduğunu düşünüyor ve istedikleri süreyle istedikleri kadar hızlı gidebileceğimizi sanıyorlar. Bir midillinin yorulabileceğini ya da duygularının olduğunu düşünmüyorlar. Bu yüzden beni kırbaçlayanı, arka ayaklarım üzerinde doğrularak arkaya doğru kaydırdım; hepsi bu. Bana tekrar bindi ve ben de aynısını tekrar yaptım. Sonra öbür çocuk bindi. Sopasını kullanmaya başlar başlamaz onu çime yatırdım ve bunu sürdürdüm; onlar anlayana kadar; hepsi bu. Kötü çocuklar değiller. Zalimlik etmek değil niyetleri. Onları seviyorum ama anlıyorsun ya onlara bir ders vermeliydim. Beni James’e götürüp ona söyledikleri zaman, böyle büyük sopalara kızdığını düşünüyorum. Bu tarz sopaların çobanlar ve Çingeneler için uygun olacağını, genç beyefendilere yakışmayacağını söyledi.”
“Yerinde olsaydım…” dedi Zencefil. “Bu çocuklara iyi bir tekme atardım ve bu da onlara iyi bir ders olurdu.”
“Ona ne şüphe!” dedi Merrylegs. “Ancak affına sığınarak söylüyorum; ben sahibimizi kızdıracak ya da James’i utandıracak bir şey yapacak kadar aptal değilim. Ayrıca bu çocuklar at binerken benim sorumluluğumda. Söylüyorum ya, bana emanetler. Daha geçen gün sahibimiz, Bayan Blomefield’a şöyle söylüyordu: ‘Canım, çocukları merak etmeyin. Yaşlı Merrylegs sizin ya da benim kadar onlarla ilgili olacaktır. Sizi temin ederim ki bu midilliyi hiçbir fiyata satmam. O kadar iyi huylu ve güvenilir ki…’ Sence ben beş senedir burada gördüğüm kibar davranışları ve bana duydukları onca güveni unutacak ve birkaç cahil çocuk beni kötü kullandı diye zalime dönecek kadar kadirbilmez bir vahşi miyim? Hayır! Hayır! Sen, sana kibar davranılan bir yerde bulunmadın hiç, bu yüzden bilmiyorsun ve senin için üzgünüm. Ancak size diyebilirim ki iyi yerler iyi atlar yapar. Hiçbir şey için sahiplerimizi üzmem. Onları seviyorum, gerçekten seviyorum.” Alçak sesle de “Ho! Ho! Ho!” dedi burnundan. Sabahları James’i kapıda duyduğunda yaptığı gibi…
“Ayrıca…” dedi. “ Eğer tekmeleseydim kendimi nerede bulurum? Bir çırpıda satılır ve karaktersiz bir midilli olurdum. Bir kasap çırağına köle olabilir, ne kadar hızlı gidebildiğim dışında bir şeyin umursanmadığı deniz kıyısında bir yerde ölümüne çalıştırabilir ya da pazar gezmesine giden üç dört adamın içinde olduğu bir arabayı kamçılanarak taşıyabilirdim; buraya gelmeden önce, çalıştığım yerde gördüğüm şeyler bunlar.” Sonra “Hayır.” Dedi Merrylegs başını sallayarak. “Umarım bu durumlara hiç düşmem.”
Meyvelikte Sohbet
Zencefil ve ben, genelde görülen uzun binek atı soyundan değildik, daha çok yarış atı kanı taşıyorduk. On beş buçuk karış kadar uzunduk. Bu yüzden arabada kullanılmak kadar binilmeye de müsaittik. Sahibimiz, adam ya da at olsun tek iş yapanı sevmediğini söylerdi. Londra parklarında gösteriş yapmayı sevmediği için daha hareketli ve kullanışlı türden bir atı tercih ederdi. Bize göre ise en büyük zevk, biniş partisi için eyer kuşandığımız zamandı. Sahibimiz, Zencefil’e, hanımefendi bana binerdi; genç hanımlar da Bay Oliver ve Merrylegs’e. Birlikte tırıs ve eşkin gitmek o kadar güzeldi ki bu, bizi her zaman neşelendirirdi. Benim görevim en güzeliydi çünkü her zaman hanımefendiyi taşırdım. Kilosu hafifti, sesi şeker gibiydi ve eli dizginler üzerine öyle hafif dokunurdu ki neredeyse dizginleri hissetmeden onun ne istediğini anlardım.
Eğer insanlar hafif bir elin bir at için ne kadar rahat olduğunu ve bir ağzı ve ruh hâlini nasıl iyi tuttuğunu bilselerdi kesinlikle, genelde yaptıkları gibi, dizginlere asılmaz, onları savurmaz ve çekiştirmezlerdi. Ağızlarımız öyle hassas ki kötü ya da cahilce bir davranışla mahvedilmedikleri ve zorlanmadıkları zaman, sürücünün elinin en ufak bir hareketini