İrade Terbiyesi. Jules Payot. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Jules Payot
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6865-19-8
Скачать книгу
doğuştan var olduğunu söylemekle aynıdır; anlamsızdır.

      Bir anlamda da doğuştan gelen bir bileşenin mükemmel salt hâline ulaşabileceğimizi, onu bulunduğu çevrenin ve eğitimin etkilerinden ayrı düşünebileceğimizi gösterir, ki bu imkânsızdır. Karakterin doğuştan var olduğu konusundaki düşüncelere karşı kuşkulu olmamızın sebebi bu imkânsızlıktır.

      Son olarak, karakterin doğuştan geldiğini iddia etmek, tüm kişisel ve eğitim alanındaki deneyimlerimize, tüm insanlığın tecrübesine karşı gelmektir; karakterin temel unsurlarının, eğilimlerimizin değişmez olduğunu iddia etmektir. Tüm bunların doğru olmadığını ve bir duygunun değiştirilebilir, bastırılabilir veya güçlendirilebilir olduğunu kanıtlıyoruz. Tüm insanlık olarak bu fikri desteklemiyor olsaydık çocuk yetiştirme zahmetine girmezdik; doğanın değişmez kanunları bunu, tek başına yapardı.

      Bu kuramsal görüşler, karakterin doğuştan geldiğini iddia eden doktrini geçersiz kılmaya yeter. Öte yandan, savunduğumuz görüşleri mükemmel kılmak adına yapılan son çalışmaları okumalıyız. Özellikle Jean Paulhan’ın kitabının üçüncü bölümü iyi okunmalıdır. Bu bölümde, aynı kişide çok sayıda tiplerin olabileceğini, insanın evrilmesiyle ve yaşı ilerledikçe bazı eğilimlerinin yok olduğunu veya yeni eğilimlerinin ortaya çıktığını ve aynı kişide karakter değişikliklerinin olabileceğini görüyoruz.

      Bu eğilimlerdeki anarşinin büyük çoğunluğunu çocuklar oluşturur. Peki, eğitim bu dağınıklığı düzenlemekle görevli değil midir zaten? Hatta çoğu zaman, çocuğun karakterinin tam oturduğunu düşünürüz ardından ergenlik çağı gelir, her şeyi altüst eder, anarşi yeniden başlar ve kendini izole eden bu genç kendi karakterini oluşturmazsa hep bahsettiğimiz o “kuklalardan” biri hâline dönüşür.

      Hatta karakter doğuştan var olsaydı ve herkes doğduğu andan itibaren karakterini oluşturuyor olsaydı etrafımız karakterlerle dolu olurdu. O hâlde neredeler?

      Siyasi dünya mı bizlere karakterimizi verecek? Belli bir amaca doğru yönelmiş hayatlar görmeyiz asla: fikir ve duygularımız o kadar karmaşık ve üretken eylemlerimiz o kadar nadirdir ki yetişkin bedenlerimizin ardındaki ruhumuz çocuk kalır.

      Yazarların eylemsizliklerine şahit olduk; 1870 yılında meydana gelen korkunç kasırgadan sonra kendilerini yazı yazmaktan alıkoyup güçlerini insan “canavarını” yüceltmekte kullandılar. İçimizdeki en yüce ve en güçlü duyguları desteklemek yerine neredeyse tüm Fransız yazarlarımız daha alçak içgüdülere hitap ettiler. Düşünürlere layık bir edebiyat sunmak yerine bizlere paramparça bir edebiyat sundular.

      Daha devam etmeye ne gerek var? Birlik ve sabitlik üzerine dayalı olması ve dahası, belli bir amaca yönelmiş olması, karakterin doğuştan var olmadığını göstermez mi? Doğal anarşimizle ters düşen bu usandırıcı birlik ve sabitlik yavaşça ele geçirilmelidir. Bunu başaramayan veya yapmak istemeyenler, insan karakterinin yüceliğini oluşturan şeylerden, yani özgürlük ve öz denetiminden vazgeçmek zorundadır.

20 Ocak 1894

      I

      TEORİK KISIM

      BİRİNCİ KİTAP

      GİRİŞ

      BİRİNCİ BÖLÜM

      Mücadele Edilecek Sorun: Öğrencilerde ve Düşünsel Çalışmalar Yürütenlerdeki İrade Yitimi

      İmparator Caligula, Romalıların kellesini bir seferde uçurabilmek için sadece bir tane başlarının olmasını isterdi. Mücadele edilecek düşmanlara karşı buna benzer isteklerde bulunmak yararsızdır. Neredeyse tüm başarısızlıkların, tüm kötülüklerin sebebi irade eksikliğidir; çaba göstermekten, özellikle de süreklilik gerektiren çabadan nefret etmemizdir. Madde için yerçekimi ne ifade ediyorsa, pasifliğimiz ve akıl dağınıklığımız da evrensel tembelliği tanımlar.

      Azmeden bir iradenin gerçek düşmanı ancak süreklilik gösteren bir güç olabilir. Tutkularımız ise doğaları gereği geçicidir; güçlü olmalarına karşın ömürleri kısadır. Devamlı olmamaları, onları kendi içinde ele almamıza imkân vermez. Ancak takıntı düzeyindeki düşünceler gibi nadir durumlarda, çabanın devamlılığına engel olan gerçek sorunlarla karşı karşıya kalınır. Gevşeklik, ilgisizlik, tembellik, üşengeçlik gibi temel duygu durumları ise süreklilik gösteren duygulardır. Gereksiz çabalarımızı yenilemek, bu doğal duygu durumlarına karşı tek bir zafer bile kazanamadan savaşımızı yenilemektir.

      Aslında çaba, insanlar tarafından zorunluluk hâlinde ve baskı durumunda ortaya çıkar, uzun süreli olarak devam eder. Gezginler, medeni olmayan topluluklarda azmeden bir çabanın olmadığı konusunda hemfikirler. Fransız Psikolog Théodule Armand Ribot, devamlılık arz eden bir iş konusunda ilk iradeli dikkat çabalarının kocaları uyurken ve dinlenirken dayak yeme korkusundan çalışmaya zorlanan kadınlar tarafından gösterildiğini gözlemler. Onlara en büyük rahatlığı sağlayacak düzenli bir iş yapmaya çalışmak yerine soylarının yok olmasını tercih eden Kızılderililerin gözlerimizin önünde yok oluşuna tanık olmuyor muyuz?

      Örnekleri bu kadar uzaktan vermeye gerek yok; gündelik hayatta da zorla, düzenli ders çalışan bir çocuğun ne kadar yavaş çalıştığına tanık olmuyor muyuz? Birbirlerinden daha iyi çalışma arzusunda olan kaç köylü veya işçi vardır? Gündelik hayatta kullandığımız ürünleri Spencer2 ile gözden geçirdiğimizde hiçbirimiz düşünsel bir çaba sarf etmeyeceğimizi görürüz. Bu sebeple, Spencer’in “İnsanların birçoğu en az şekilde düşünerek hayatını geçirmeye ant içmiş gibiler.” lafına biz de katılırız. Öğrencilik yıllarımızı hatırlamaya kalksak, sınıf arkadaşlarımız arasında kaçımız çalışkandı, sayabilir miyiz? Sınavlardan geçmek için herkes minimum çabayı sarf etmez miydi? Hatta ortaokuldan itibaren kişisel çaba, öğrenciler için dayanılmaz hâle gelir. Basit ezberlerle hangi ülkede olursa olsun, minimum çabayla sınavlarından geçerler. Geleceğe yönelik hedefleri de çok yükseklerde değildir zaten. Edouard Sylvain Maneuvrier’nin dediği gibi, “Fransa’da yaşayan öğrencilerin hayalleri memur olmak, kötü ücretli, geleceği ve amacı olmayan işlerde çalışmak, ömürlerini bürokratik işlerle harcayarak, her gün aynı şeyleri yapmaktan yeteneklerinin zamanla yok olduğu, fakat düşünsel bir çaba harcamak ve hareket etmek zorunda olmadıkları için de bir o kadar memnun oldukları işlerde çalışmaktan ibarettir. Böylece bir duvar saatinin hareketi gibi düzenli hareketlerle kendilerini kısıtlayarak, yaşamın ve harekete geçmenin yoruculuğundan kendilerini muaf tutarlar.”3

      Özellikle memurları suçlamamak gerekir. İnsan, mesleğinde ve kariyerinde ne kadar yükselirse yükselsin kişiliğini, gücünü ve enerjisini muhafaza edebilmesi için yeterli değildir. İlk yıllarında kişinin zihni aktif bir şekilde çalışmaya niyetlenebilir. Fakat sonrasında, düşünsel ve araştırmaya yönelik çabalar azalır. İşlevi en yüksek ve görünürde fazla zihinsel çaba gerektiren görevlerin yerine getirilmesi tamamen alışkanlık işine dönüşür. Avukatlar, hâkimler, doktorlar ve profesörler oldukça yavaş bir şekilde ve nadiren çoğalan edinilmiş bilgi birikimleriyle yaşarlar. Çabaları yıldan yıla azalır çünkü yıldan yıla önemli zihinsel becerilerini ortaya koyma ihtimalleri zorlaşır. Bundan sonra rutin hayat başlar, çalışmamaktan zekâ zayıflar, onunla birlikte de dikkat, akıl yürütme ve düşünme gücü de azalır. Kariyerimizin yanında bir de zihinsel düzenimiz konusunda kaygılanmazsak, artarak devam eden bu enerji yitiminden kaçamayız.

      Kitabımız özellikle öğrencilere ve düşünsel çalışmalar yapanlara hitap ettiği için, onlarda görülen “mücadele güçlüklerini”


<p>2</p>

Herbert Spencer, The Study of Sociology. (y.n.)

<p>3</p>

L’Éducation de la bourgeoisie, 3. basım, Léopold Cerf; 1888. (y.n.)