İşte böyle, bir yandan Allah’a yalvarıyor, diğer yandan da bir başparmağında gücünden haberi olmadığı yüzük bulunan ellerini birbirine sürtüyormuş. Tam bu sırada bir cin ortaya çıkmış ve:
“Sahip, kölen yardıma geldi. Dile benden ne dilersen! Mühür yüzüğünü takan kişi, benim efendimdir ve ben onun dediklerini yapmakla yükümlüyüm.” demiş.
Karşısında duranın, Süleyman Efendimiz’in cinlerine benzeyen bir ifrit olduğunu gören delikanlı, ilk başta büyük bir korkuyla titremiş; fakat cinin “Dile benden ne dilersen!” dediğini duyunca kendine gelmiş ve büyücünün söylediklerini hatırlamış. Acısından kendini kaybetmiş delikanlı, nihayet eski neşesine kavuşmuş ve cesaretini toplayarak:
“Sen! Yüzüğün sahibinin kölesisin. Şimdi senden beni yeniden yeryüzüne çıkarmanı istiyorum.” demiş. Bu sözleri söyler söylemez de yer ikiye ayrılmış ve delikanlı mahzenden kurtulmuş. Üç gün boyunca karanlık mahzende oturmak, gün ışığını yeniden gören delikanlının gözlerini bir hayli acıtmış. Uzunca bir süre gözlerini yummuş. Sonra yavaş yavaş açarak ışığa yeniden alışmış ve kasvet dolu mahzenin tesirinden birazcık da olsa kurtulmayı başarmış. Kendini yeniden yeryüzünde bulunca epey bir şaşırmış delikanlı; çünkü büyücünün mahzeni kapatmakla kalmayıp üzerini toprakla örttüğünü ve ona hiçbir çıkış yolu bırakmadığını görmüş. Alâeddin, dışarıya yeniden çıktığında buranın tamamen bıraktığı gibi olduğunu görünce şaşırmış; çünkü delikanlı, başka bir yer bulmayı bekliyormuş. Bir süre etrafına bakındıktan sonra büyücüyle ateş yaktıkları yeri görmüş. Her şey eskisi gibiymiş. Buraya geldikleri bahçeleri de tanıyınca keyfi yerine gelmiş. Bütün ümidini kaybedip de ölümü beklediği bir sırada onu yeniden yeryüzüne çıkaran Allah’a şükürler etmiş.
Derhâl ayağa kalkmış ve çok iyi bildiği şehrin caddelerini ve sokaklarını geçip evine, annesine kavuşmuş. Kurtuluşun delikanlıda yarattığı büyük sevinç, korkuyla geçen günlerin hâlâ bitmeyen tesiri ve açlığın dayanılması zor sancısı, annesini gördüğü anda bayılmasına sebep olmuş Alâeddin’in. Yokluğunda oğlu için fazlasıyla endişelenen zavallı kadın, günlerini gözyaşları dökerek geçirmiş; ama Alâeddin’in evin kapısından içeri girdiğini görmesiyle sevincinden çığlık atması bir olmuş. Ne yazık ki sevinci kısa sürmüş annenin, çünkü oğlu, içeri girer girmez yere yığılmış. Bunun üzerine yaşlı kadın, oğlunu ayıltmak için telaşla koşturmaya başlamış. İlk iş oğlunun yüzüne su serpmiş fakat bunun fayda etmediğini görünce derhâl komşuların kapısını çalmış ve oğluna koklatabileceği keskin bir şey istemiş ki ayılsın. Alâeddin nihayet kendine geldiğinde annesinden yemek getirmesini istemiş:
“Anneciğim, tam üç gündür boğazımdan lokma geçmedi.”
Bu sözleri duyan annesi yiyecek namına ne var ne yok oğluna getirmiş ve:
“Gel oğlum. Birazcık bir şeyler ye de kendine gel. Sonra başına gelenleri, seni bu hâle neyin getirdiğini anlatırsın. Şu an çok bitkin görünüyorsun. Bu sebepten sana soru sormayacağım.” demiş.
Alâeddin yemeğini yemiş, suyunu içmiş. Nihayet rahata kavuşup da kendine geldiği anda âdeta haykırırcasına konuşmaya başlamış:
“Anneciğim, sana dargınım; çünkü beni, hileleriyle aldatan ve neredeyse canımdan edecek o lanetli adama bıraktın. O habis herif var ya… İşte onun yüzünden ölümle burun buruna geldim. Hâlbuki sen bu adamın amcam olduğundan ne kadar da emindin. Neyse ki yüce Allah beni kurtardı da yeniden evime döndüm. Bu hain, vaatleriyle kandırdı bizi. Parasıyla da gözümüzü boyadı. Bilmelisin ki bu adam adinin tekidir. Yalancı, sahtekâr, ikiyüzlü bir büyücü… Şuna emin olabilirsin ki cehennemdeki şeytanlar bile onun kadar melun değildir. Allah onun belasını versin! Bu herifin bana yaptığı kötülükleri sana anlatacağım. Yalan söylemeden ve abartmadan. Bilmelisin ki bu herif, verdiği hiçbir sözü tutmadı. Bana yapacağı iyilikleri duymak ve benimle ilgilendiğini görmek senin aklını karıştırdı ama onun niyeti başkaydı. Bütün o cömertliği ve güzel sözleri amacına ulaşmak içindi. Bedelini neredeyse hayatımla ödeyeceğim bir amaç… Ama yüce Allah’a şükürler olsun ki kurtuldum! Bu adamın bana yaptığı fenalıkları bir bilsen…”
Alâeddin, Mağribinin onu gizli mahzene nasıl götürdüğünü, büyüler yaparak yeri nasıl ikiye ayırdığını anlatmış annesine. Delikanlı, kurtulduğu için o kadar sevinçliymiş ki bir yandan anlatırken diğer yandan gözyaşı döküyormuş:
“Yerin yarıldığını görmek beni müthiş korkutmuştu. Bu sihrin gücü, iliklerime kadar titrememe sebep olmuştu. Hele o gök gürültüsünün sesi, aniden çöken karanlık… Hepsi yaptığı o büyüler sayesindeydi. Böylesine büyük bir dehşete düşünce derhâl kaçarak uzaklaşmak istedim. O ise bunu görünce bana bağırmaya başladı. Sonra da kafama vurdu. Hem de öyle bir şiddetle vurdu ki oracıkta bayıldım. Kaçmama izin veremezdi; çünkü hazineye ben olmadan ulaşması imkânsızdı. Kötü niyetli büyücü, bensiz hiçbir şey yapamayacağını çok iyi biliyordu.
Hazinenin olduğu yere gönderebilmek için beni ikna etmesi gerekiyordu. Bunun için olsa gerek parmağındaki sihirli yüzüğü bana verdi. Sonra mahzenden aşağı indim. Burada dört tane oda vardı ki her birinde altın ve gümüşle dolu sandıklar vardı. Melun herif hiçbirine dokunmamamı söyledi. Ben de dediğini yaptım. Burayı geçince her yeri büyük ağaçlarla süslü devasa bir bahçeye çıktım. Ağaçlarda öylesine güzel meyveler vardı ki akıllara zarar… Meyvelerin her biri farklı renklerdeki camdan yapılmaydı. Neyse, sonunda lambanın asılı olduğu salona ulaşmıştım. İçindeki yağı boşalttıktan sonra da lambayı cebime koydum.” diyen Alâeddin, cebinden çıkardığı lambayı ve bahçeden topladığı mücevherleri annesine göstermiş. Sultanların bile sahip olamadığı güzellikte iki torba dolusu değerli taş… Fakat şaşkın delikanlı sahip olduğu zenginliğin farkında değilmiş. Mücevherlerin cam olduğunu düşünüyormuş çünkü. Topladıklarını annesine gösterdikten sonra anlatmaya devam etmiş:
“Büyücünün dediğini yapıp lambayı aldıktan sonra mahzenin girişine çıktım ve amcam olduğunu düşündüğüm herife seslenerek yukarı çıkmama yardım etmesini istedim; çünkü üzerimde çok fazla ağırlık vardı ve tek başıma yukarı çıkmam mümkün değildi. Adi herif bana yardımcı olmaya yanaşmadı ve ‘Önce lambayı ver.’ dedi. Ama ben lambayı cebimin en altına yerleştirmiştim; cam meyveler ona ulaşmama mâni oluyordu. Lambaya ulaşmayı başaramayınca şöyle seslendim: ‘Amcacığım, şu an için ona ulaşamıyorum ama buradan çıkar çıkmaz lambayı alacaksın. Söz veriyorum.’ Meğer alçak herifin asıl niyeti lambayı aldıktan sonra beni öldürmekmiş. Bu sebepten beni oraya kapatması bir bakıma iyi oldu. İşte, başıma gelenler bundan ibaret.”
Böyle böyle Alâeddin, büyük bir öfkeyle büyücüye verip veriştiriyor, acı acı bağırıyormuş:
“Bu melun insan müsveddesinden, fena, kötü yürekli adamdan, insanlığını yitirmiş ikiyüzlü şerefsizden kurtulduğum için seviniyorum. Alçak herif!”
Yaşlı kadın, oğlunun büyücüden çektiklerini dinleyince:
“Evet oğlum, haklısın. Bu adam gerçekten de çok kötü, riyakâr bir katil! Ondan ve fenalıklarından kurtulman kesinlikle Allah’ın bir lütfu. Bu adamın amcan olduğunu düşündüğüme hâlâ inanamıyorum!” demiş.
Tam üç gün boyunca mahzende gözünü