Bu arada sözde yengesine bakıp da onun hüngür hüngür ağladığını görünce kadının sakinleşmesi için yeğenine dönmüş. Büyük bir ustalıkla hazırladığı entrikaları hayata geçirmek istiyormuş. Delikanlıya:
“Peki söyle bakalım Alâeddin, hayatınızı nasıl idame ettiriyorsunuz? Ne iş yaparsın? Annen ve senin geçim kaynağınız nedir?” demiş.
Bu sorular karşısında mahcup olan delikanlı başını yere eğmiş; fakat annesi:
“Nasıl geçindiğimizi mi merak ediyorsunuz? Allah da biliyor ya hayatımda bunun kadar nankör başka bir çocuk görmedim! Gün boyunca kendisi gibi serseri arkadaşlarıyla aylak aylak dolaşır durur. Zavallı babası da bunun derdinden terki diyar eyledi zaten. Benim çektiklerimi Allah düşmanıma vermesin! Gece gündüz ip eğirir, büyük güçlüklere katlanarak da olsa yemek koyarım bu sofraya, bu haylaz yesin de doyursun karnını diye. Kadın başıma hem de… Ah benim kayınbiraderim! Bu var ya bu, Allah seni inandırsın yemek vakti dışında bu evin yanından geçmez. Aslında evin kapısını kilitleyip bir daha açmamaya niyetliyim. Yemeği gitsin başka yerden bulsun ne yapayım! Artık iyice yaşlandım. Böyle bir hayatı sürdürecek gücüm yok. Kendisinin bana bakması gerekirken ben ona bakıyorum!”
Bu sözleri duyan büyücü, Alâeddin’e:
“Neden oğlum? Neden böylesine nankörsün evladım? Bu senin yaptığın utanç verici bir şey ve senin gibi bir delikanlıya yakışmıyor. Sen aklı başında bir çocuksun ve düzgün insanlar tarafından yetiştirildin. Bu haylazlıklarının annen için bir utanç kaynağı olduğunun farkında değil misin? Bu yaşta bir kadının bu kadar çalışması doğru mu? Asıl senin onun için uğraşman, onu rahat ettirmen gerekiyor. Artık büyüdün ve genç bir adam oldun. Ekmeğini taştan çıkartırsın. Etrafına bir baksana, bu şehirde sana her türlü zanaatı öğretecek onlarca usta var. Yapmak istediğin şeyi seç, ben sana yardımcı olurum. Dediğim gibi, bir mesleğin olmalı artık. Babanın işi senin ilgini çekmiyor olabilir ama mutlaka yapabileceğin bir iş vardır. O işi bul, ben sana yardım etmek için elimden geleni yaparım.” demiş.
Alâeddin’in bu sözler karşısında sessizliğini bozmaması üzerine büyücü onun avare bir hayat sürdürmek istediğini anlamış ve “Sevgili yeğenim, sakın ola ki sözlerime alınma. Bütün bu söylediklerime rağmen yine de çalışmak istemiyorsan sana bir dükkân açarım ve içine türlü türlü ticaret eşyası yerleştiririm. Böylece kendi işini yapar, paranı kazanırsın, hem de şehirdeki itibarın artar.” demiş.
Amcasının, kendisini itibarlı bir ticaret adamı yapmak istediğini düşünen Alâeddin büyük bir sevinç duymuş. Giyeceği güzel kıyafetlerin, yaşayacağı rahat hayatın hayaliyle gülümsemiş. Mahcup delikanlı hemen başını yere eğmiş.
Delikanlının yüzündeki gülümsemeden yaptığı teklifi kabul ettiğini anlayan büyücü:
“Artık bir tüccar ve beyefendi olmaya karar verdiğine göre yarın seni terziye götürüp doğru düzgün giysiler diktireceğim. Şöyle büyük tüccarların giyeceği türden afili elbiseler… Sonra da güzel bir dükkân kiralayıp sana verdiğim sözü yerine getireceğim.” demiş.
Büyücünün, kayınbiraderi olmadığına dair şüpheleri devam eden terzinin karısı, adamın bu vaatlerini dinleyip de oğlunu iş güç sahibi yapacağını duyunca onun, gerçekten de kocasının kardeşi olduğuna ikna olmuş; çünkü bir yabancının bu kadar iyilik yapmasının bir anlamı olmayacağını düşünüyormuş. Oğluna daha fazla nasihat ediyor, cahilliği bırakıp adam olmak için çabalamasını, kendisine oğluymuş gibi sahip çıkan amcasına itaatsizlik etmemesini, arkadaşlarıyla serserilik etmeyi bırakıp hayatını doğru yola sokmasını tembih ediyormuş. Oğluna öğüt verme faslını bitirince de sofrayı kurmuş. Hep beraber oturup yiyip içmişler. Mağribi, Alâeddin’le sohbet ediyor, onunla iş meseleleri hakkında konuşuyormuş. Bu muhabbet, Alâeddin’in üzerinde öylesine müthiş bir etki bırakmış ki delikanlı, uykusunun geldiğinin farkına bile varmamış. Havanın iyice karardığını ve içkinin tükendiğini fark eden büyücü, nihayet evine gitmek üzere ayağa kalkmış. Dışarı çıkmadan önce de ertesi sabah Alâeddin’i götüreceğini ve ona üst baş diktireceğini söylemiş.
Mağribi, sabah olur olmaz soluğu Alâeddinlerin evinde almış. Kapıyı ona delikanlının annesi açmış ve kendisini eve buyur etmiş; fakat Mağribi içeri girmeyi reddetmiş ve Alâeddin’i alarak pazar yerine götürmek istediğini söylemiş. Kapıda amcasının sesini duyan Alâeddin ise koşa koşa onun yanına gelmiş ve ellerini öperek hayırlı sabahlar dilemiş. Sonra da büyücünün elini tutmuş ve alışveriş yapmak üzere dolaşmaya başlamışlar. İlk iş kıyafet satan güzel bir dükkâna girmişler. Mağribi en gösterişli kıyafetlerini getirmelerini söylemiş. Bunun üzerine dükkân sahibi çeşit çeşit giysileri önlerine dizmiş. Büyücü, Alâeddin’e:
“İstediğini seç oğlum.” demiş.
Alâeddin, amcasının kıyafet seçimini kendisine bırakması üzerine büyük bir sevinç duymuş ve en beğendiği kıyafeti göstermiş. Mağribi, onun istediği kıyafeti satın aldıktan sonra delikanlıyı hamama götürmüş. Bir temiz yıkanıp paklanmış ve şerbetlerini yudumlamışlar. Sonra Alâeddin oldukça neşeli bir hâlde yeni kıyafetlerini giyinmiş ve amcasının elini öpüp yaptığı iyilikler için ona teşekkür etmiş.
Büyücü ve Alâeddin, hamamdan çıktıktan sonra tüccarların dükkânlarını gezmeye başlamışlar. Mağribi, alışveriş yapanları göstererek çocuğun dikkatini dağıtmaya çalışıyor:
“Oğlum, şimdi yapacağın en iyi şey ahaliyi, özellikle de tüccarları tanımak. Böylece yakın bir zamanda yapacağın iş hakkında bir şeyler öğrenebilirsin.” diyormuş.
Sonra da ona şehri gezdirmiş. Büyük camileri, tarihî yerleri, kısacası görülebilecek her yeri göstermiş. Gezme faslı bitince de yemek yemek üzere büyücünün kaldığı hana gitmişler. Kendilerine gümüş tepsilerde sunulan yemeklerden yiyip içeceklerini yudumladıktan sonra da evlerine doğru yola koyulmuşlar. Büyücü, etraftaki heybetli binaları Alâeddin’e gösteriyor, sarayları gezdiriyor, malikânelerin güzelliğini anlatıp duruyormuş. Nihayet akşam olunca da onu kendi kaldığı hana götürmüş.
Mağribi, kervansarayda kalan bütün tacirleri akşam yemeğine çağırmış ve onlara yeğenini, yani Alâeddin’i tanıtmış. Yemek yenip de karanlık iyiden iyiye bastırmaya başlayınca da onu annesinin evine geri götürmüş. Annesi, oğlunun âdeta bir tüccara benzediğini görünce şaşkınlıktan neredeyse dilini yutuyormuş. Sevincinden gözleri dolmuş. Sonra kendilerine bu kadar iyilik yapan sözde akrabasına teşekkür etmiş:
“Ah benim kayınbiraderim! Sana nasıl teşekkür edeceğimi, bu iyiliklerinin karşılığını nasıl ödeyeceğimi bilmiyorum ama şu kadarını söyleyebilirim ki ömrümün kalan günlerinde sana dua edeceğim.”
Büyücü: “Aşk olsun yenge! Böyle şeylerin lafı mı olur? Bu delikanlı