“Aman Kalfa Efendi, bir daha yapmam… Vay! Of!” deyişlerine bakmayarak hüngür hüngür ağlatıncaya kadar dövmek, hatta bir sabah Kur’anı Kerim ezberlemeye çalışan o ince sarıklı, sarışın küçük hafızı, Tahir Ağa’yı çağırarak onun duvardan “Bismillah” diyerek indirdiği falakaya yatırıp çıplak ayaklarına:
“Sen hem çalışma… Sabah ezberini dinletme, sonra da abdest alma!” diyerek o cilalı şimşir sopadan üç beş tane kaydırmak gibi her biri ayrı ayrı yüreğimi oynatan, beni varlığımdan çıkaran muameleleriyle gözümde bir “korku” kesilmişti.
Bu muameleleri evde sütnineme anlattıkça:
Uslu oturursan, yaramazlık etmezsen, dersine çalışırsan Kalfa seni dövmez! diyor, annem hiç duymamış gibi yapıyordu.
O zamanın çocukluğu, iki cami arasında kalmış bir namazsızın hâline benziyordu. Evdeki azarlara, dövüp sövmelere, çat patlara doyamadın mı, istersen mektepte de çalışma, rahat durma, bir parti de orada yerdin. Yalnız bu iki yer arasındaki ara tehlike bölgesinin dışında bulunuyordu.
Pencerenin önüne gittiğim hakikaten hayırlı oldu. Çünkü Kalfa’nın yanında, durmadan kitaba bakmak zorunda kalarak pek çok sıkılıyordum. Fakat burada bir iki yoldaş, kafadar vardı. Hele bir tanesi – galiba ismi Feyzi idi – o yaşta güzel sanatlar meraklısı idi. Ben aktarda o kadar ararım, bulamam, o her gün türlü “yapıştırma”, düz, çizgili kamış kalemler, büyük küçük kâğıt tabakaları getirir; bize beşer, onar paraya satardı. Onunla bir günün içinde pek sıkı fıkı olmuştum.
Günler hadisesiz geçiyordu. Ben artık Hoca’ya gitmeyip Kalfa’dan okuyordum. Evde okuyabilen ancak Dilfezâ vardı. O, akşamları, sabahları bana müzakerecilik ediyordu.
Bir iki hafta geçti… Ben artık alfabe levhasını bitirmiş, başı “cim” veya “hâ”lı bir sayfaya geçmiş, mektebe alışmıştım. Biraz da zeki ve kavrayışlılardan olduğum için Kalfa dersimi verirken acele ettiğim bile olurdu.
Ah! Meşin olsun, lastik olsun, topu pek severdim. Onu atıp tutmak, duvara vurup elimin içiyle yine vurarak bir, iki, üç saymak, çelmek; şimdiki futbolcuların övünme sebebi olan “gol” yapmanın ilkel ama güzel bir şekli olan “kale” oyununda “kaymak tutmak”, nişan alıp kaleyi vurmak, “pişti” oyununda ebeye vurulmamak için çeşitli korunma durumları almak, o lastik topu avucumla durmaz dinlenmez bir hâle getirmek, yere hızla vurarak yükseldikçe başıma düşürmek pek çok sevdiğim eğlencelerdendi.
Bir gün, arkadaşım Feyzi, boynunda sallandırıp duran üstü işlemeli yeşil çizgili cüz kesesinden usulca bir şey çıkarıp derhâl sakladı, beni meraklandırdı. Yalvardım, yakardım; sonunda gösterdi: Kırmızı meşinden küçücük bir top… Ama ne şirin, ne güzel bir top! Yine dilim dilim dikilmiş ama bir renkte, çiğ kırmızılıkta, o kadar güzel görünüşlü idi ki birdenbire gözlerimi aldı. Ver! Kardeşim, yine veririm… Olmaz! Vallah veririm… Kirletirsin… Billah kirletmem! Almak mümkün olmadı. Şimdi olmadı ama bir dalgınlıkla olacak. Bilmem o aralık Hoca mı bağırdı, yoksa Kalfa mı birini dövdü, Feyzi o tarafa dalınca seri bir pençe attım, topu aldım. Fakat ağlamakla karışık ince, keskin bir ses, son derecede yayık:
“Hoca Efendiiii!” ifadesiyle aksetti. Etmesiyle beraber Kalfa da başımıza dikilmişti. Bana bir şamar; üstelik top da gitti. Hatta yerine oturduğu zaman kalemtıraş ile parça parça edip çocuğun biriyle sokağa attırdı.
Renkten bir şey kaybetmemiştik. Çünkü şamar iki suratın bir tarafını da kırmızı kırmızı etmişti. Hele benimki cayır cayır yanıyordu. Başım sersemlemişti. O ana kadar böyle sert, acıtıcı bir şamar yememiştim. Sütninem bazen bunalır, bana bir tokat kaptırırdı ama onunki Kalfa’nın şamarı yanında ayva marmeladı gibi kalır!
Ne dersiniz? İhtimal ki olağanüstü bir korkunun, sinir bozuculuğu da eklenmiş olmalıydı. Biraz sonra öğle paydosunda eve gittiğimde sütninem hemen farkına vardı. Anneme:
“Hanım, bu çocuğun yüzünün bir yanına allık gelmiş.” dedi. Rahmetli annem baktı… O bile biliyormuş ki yumuşak yumuşak:
“Kalfa mı dövdü?” deyince, mektepte gözlerimden bir damla yaş akmamışken, burada birden bire boşandım. Aşırı heyecan galiba o al sahayı ıstırapla fazlaca renklendirmiş olmalı ki elimi üstüne götürerek odanın erkân minderi önünde diz çöküp başım kenarına dayalı olduğu hâlde ağladım. Annem, sütninem, Dilfezâ başıma toplandılar. Evvela sütninem:
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.