11.
Ebu Mansur Mâturîdî (… – 944)
Mâturîd, Semerkand civarında yakın bir beldedir, Ebu Mansur da aslen Mâturîd beldesindendir. Semerkand yöresi Samanoğulları iktidarı döneminde yoğun bir ilmî faaliyet merkezi olarak temayüz etmişti. Kendi zamanında en fazla münakaşa konusu olan husus itikat meseleleridir; bilhassa Abbasîlerin kurulduğu dönemde bu itikat tartışmaları yoğundu. Maveraünnehir bölgesinde en kuvvetli düşünce akımı ise Mu’tezile idi.
Memun’dan sonra gelen Abbasî halifeleri, Memun’a ve onun görüşlerinden etkilendiği Mu’tezile’ye tepki gösterdiler, devlet bir dönem resmî görüşü olan Mu’tezile’yi bıraktı ve Mu’tezile mensupları takibata uğrayarak cezalandırıldılar. Eş’arilerin etkin olduğu bu dönemde, böylece Mu’tezile mensupları uzak bölgelere göç etmek durumunda kaldı, en fazla kaçtıkları yerler ise Kafkasya ve Harezm bölgeleri oldu. Hicri III. asırda Mu’tezile’nin merkezi Bağdat’tan Harezm ve Kafkasya’ya kaymış oldu.
İmam Mâturîdî ile Ebu’l-Hasan Eş’ârî’nin birbirinden ne kadar haberdar olduklarını bilmiyoruz; ancak Mâturîdî’nin eserlerini incelediğimizde kendisinin Mu’tezile ile Eş’ârîlik arasında bir orta yol tutturduğunu görmekteyiz. Eş’ârîlik İslam dünyasının geri kalmasının arka planında önemli rol oynamıştır. Şiilik ise içtihat kapısını açık tutarak, kendi dünya algılarında Mu’tezile görüşünü hâlen daha sürdürmektedir. Eş’ârîliğin aklîyeciliği reddetmesine rağmen Mâturîdî bu tuzağa düşmedi ve kendi görüşlerini daha geniş bir çerçeveye oturttu.
Mâturîdî, kendi yetiştiği bölgedeki dinî ve felsefi görüşlerden ve mahallî inanç tartışmalarından da haberdardı. Felsefeci kanaldan gelen ve Aristo, Platon felsefesinin takipçisi, ahlak felsefecisi İbn Miskeveyh de yine aynı bölgenin adamıdır. Mâturîdî kendi sistemini kurarken Samani coğrafyasındaki bu farklı görüşlerden sıkça faydalandı ve nihayetinde oldukça mutedil bir akide sistemi ortaya çıkardı. Mâturîdî, öncelikle hadiselerin arka planındaki sebepleri tahlil etme meselesine öncelik verdi. Hâlbuki Eş’ârî herhangi bir sebep-sonuç ilişkisi olmadan da bu tür hadiselerin ortaya çıkabileceğini düşünüyordu.
Mâturîdî, Ebu Hanife ile mukayese edildiğinde birbirlerine oldukça yaklaşırlar. Nitekim dinin pratik hayatta yaşanmasında kendisine Ebu Hanife’yi örnek aldı; bu nedenle yaşadığı dönemde Mâturîdî yolu Hanefilikle özdeşleştirildi. Benzer bir paralellik Mu’tezililik ile Hanefilik arasında da vardır, en uç fikirdeki Mu’tezililer dahi Ebu Hanife’nin görüşlerini kabullenir ve uygulamada kendisini takip ederler. Allah müsebbib’ül-esbab’dır (Tüm sebeplerin yaratıcısı ve ilk sebebi) görüşü hem Mâturîdî’de hem de Mu’tezile ve Ebu Hanife’de kendisini gösterir.
Mâturîdî’nin yaşadığı dönemde Maveraünnehir ve Horasan bölgesi Samanoğulları’nın siyasi ve kültürel hakimiyet alanıdır. Bu bölgenin hemen doğusunda Karahanlılar hâkimdi. Bu dönemde Samanoğulları sufileri ve ilim adamlarını da kullanarak ve (Eski Soğd geleneğine uygun şekilde) tüccarları da organize ederek İslam’ı civar bölgelerde yaymaya çalışıyordu. Samanoğulları propagandistleri Karahanlı bölgesine de giderek İslam’ı yaymaya başladı; bu yıllarda Mâturîdî etkisiyle ve onun düşüncesi etrafında şekillenen Hanefi-Mâturîdî inanç bu bölgedeki yeni dinî anlayışın ana rengi oldu. Türklerin orijin itibarıyla Hanefi ve Mâturîdî olmalarının en önemli etkenlerinden birisi de bu etkileşimdir. Sonraki dönemde ortaya çıkan yine Mâturîdî kökenli Ahmed Yesevî de Türklerin yeni dinî anlayışının şekillenmesinde çok önemli ve belirleyici rol oynadı.
Sonraki dönemde teşkilatlanan Nizamiye Medreseleri, Selçuklu ülkesinde belli bir dinî yapılanmayı hedefledi; bu bağlamda itikatta Eş’ârîlik amelde ise Şafii mezhebi esas alındı. Mâturîdîliğin bir eğitim merkezi yoktu. Nizam’ül-mülk’ten sonra onun yerine geçen Vezir Tâc’ül-mülk, Isfahan’da Nizamiye Medresesi’nin karşısında bir medrese inşa etti. Bu medrese Hanefilik ve Mâturîdî mezhebinin de ilk merkezlerinden biri oldu.
12.
Ebu Müslim Horasanî (718 – 755)
Öteden beri Mezopotamya coğrafyasında Emevî iktidarı ile çoğunluğu İranlı olan yeni Müslümanların (mevâlî) mücadelesi vardı. İranlı mevâlî, bu siyasi rekabeti kadim Bizans ile Sâsânîler arasındaki coğrafyalar mücadelesinin yeni bir versiyonu olarak görmeye eğilimliydi. Mevâlîler bu coğrafyada pek çok defa Emevîlere karşı isyan etti, Emevîler de her seferinde çok şiddetli şekilde bu isyanları bastırdı. Örneğin Muhtar es-Sakafî hareketi Kûfe’de, Zeyd b. Ali Kerbela’da İranlı mevâlîye dayanarak Emevîlere karşı isyan ettiyse de başarılı olamadılar.
En sonunda İran’ın ve Emevî hakimiyetinin en ucunda, Horasan’da Ebu Müslim önderliğinde bir hareket ortaya çıktı. Horasan o dönemde, İslam’ın yüzeyde kaldığı, derine inemediği ve kadim İran kültürünün hâlen etkin olduğu, kahramanlık ve savaşçılık geleneğinin de çok yaygın olduğu bir coğrafyaydı. Ebu Müslim, İranlı yiğitleri etrafına toplayarak bir isyan başlattı ve sonunda Emevîlerin Horasan Valisi Nâsır b. Seyyar’ı ortadan kaldırıp, Emevî iktidarının kökünü bölgeden kazıdı. Ebu Müslim ve etrafındakiler bu başarıyı elde edince, hedefleri Alioğullarından bir kişiyi Emevîler yerine iktidara getirmekti. Horasan’daki ilk kıyamda başarıya ulaşınca batıya doğru ilerlediler.
O dönemde Akabe Körfezi civarında Hemime denilen bir köyde ikamet eden Abbasoğulları, hacıların yolu üzerinde bulunan bu bölgede siyasi-dinî propaganda yürütürlerdi. Ebu Müslim ve ordusu batıya doğru gelirken yol üzerindeki Emevî garnizonlarını imha ederek yol aldılar; en sonunda son Emevî Halifesi Mervan bir orduyla karşılarına çıktı. Zap Suyu kenarında, iki ordu arasında nihai savaş meydana geldi, Emevîler ağır şekilde yenildiler. Böylece Emevî yanlıları hercümerç içinde kaçışmaya başladı. Mervan, Harran’da tutunabileceğini düşündü, ancak o denli sıkı bir takibe uğradı ki orada da tutunamadılar. Ebu Müslim bu bölgede mücadele verirken, Abbasoğulları Horasan ordusunun arasına katılarak kendi ailelerini onlara tanıttılar.
O döneme kadar Alioğulları halifelik mücadelesinde kendi haklarının yenildiğini ve zulme uğradıklarını dile getiriyorlardı. Abbasoğulları tam burada devreye girerek, kendilerinin Peygamber’in doğrudan amcasının vasileri oldukları, Nebi’nin amcaoğlu ve damadı olan Ali yerine kendilerinin hilafete daha layık oldukları propagandasını yaptılar. Bu tezler Horasan ordusu arasında hızla yayıldı. Bu faaliyetler sonucunda, Abdullah es-Saffah isimli Abbasoğlu ileri geleni hızla gücü eline geçirmeye ve komutanları tabiiyetine almaya başladı. Ardından Emevîleri takibe koyuldular; ciddi bir Emevî katliamı yaşandı. Abdullah ve emrindeki ordu, Şam’da Emevî mezarlarını dahi bozup, henüz çürümemiş cesetleri kaldırıp kırbaçladılar.
Ebu Müslim, bu süreçte gücü ve iktidarı bilerek ve isteyerek Abbasoğullarına devretti. Bu sonuçta, onların irsiyet yoluyla hilafette daha fazla hak sahibi olduklarına inanmasının ve bölgede uzun yıllar süren Emevî-Arap iktidarından sonra yönetimi yeniden Kureyş’e bırakmak istemesinin de büyük rolü vardı. Abdullah es-Saffah altı sene kadar iktidarda kaldıktan sonra yerine kardeşi Ebu Cafer Mansur, Abbasî halifesi oldu.
Alioğulları daha önce defalarca silahlı şekilde isyan etmelerine rağmen büyük ölçüde yenilgiye uğramış, uzak coğrafyalara kaçmış, ailenin etkili isimleri güç oyunundan tasfiye edilmişlerdi. Dolayısıyla Alioğulları büyük ölçüde pasifize olup kenara çekilince, Abbasoğullarının yükselişi için fırsat