Yüksek arştan alttaki toprağa kadar bütün her şey, hepsi sana muhtaçtır, ey Rabb’im!
Ey Tanrı’nın birliğine inanmış olan, onu dilin ile öv; gönlün tereddütsüz inandı ise, aklını işe karıştırma.
Nasıl olduğunu arama, gönlünü gözet; varlığına inan, sükûn ve huzura kavuş.
Nice ve nasıl olduğuna karışma, kendini tut; onu nicesiz ve nasılsız bil, sözünü uzatma.
Ey müstağni olan Rabb’im, sen bu muhtaç kulun bütün günahlarını şefkatle affet.
Asıl sana sığındım, ümidim sendedir; muhtaç olduğum yerde elimden tut.
Mahşer günü beni sevgili Peygamber ile birlikte haşret, onu bana şefaatçi kıl.
Onun dört arkadaşının her birine aralıksız, sayısız selam eriştir.
Ulu günde onların yüzünü göster, şefaatlerini bana yardımcı kıl.
Seni olduğun gibi methedemiyorum; seni sen methet! Sözüm kesildi.
Esirgeyen Rabb’im halkın en seçkini ve insanların en iyisi olan sevgili Peygamberi gönderdi.
O karanlık gecede halka meşale idi; etrafa ışık saçtı ve seni aydınlattı.
O sana Tanrı tarafından gönderilen davetçi idi; sen bu sayede doğru yola girdin ey yiğit!
Atasını ve anasını feda etti; tek dileği ümmeti idi, ona yol gösterdi.
Gündüz yemedi, gece yatmadı; Tanrı’dan seni istedi, başka bir şey istemedi.
Bunca zahmet ile gece gündüz hep seni istedi; şimdi sen onu öv ve rızasını dile.
Bütün kaygısı ümmeti idi; rahat etmek için, onun azaptan kurtulmasını dilerdi.
Atadan ve anadan daha merhametli idi; Tanrı’dan daima bunu niyaz eder, bunu dilerdi.
O ümmeti üzerine Tanrı’nın bir rahmeti idi; güzel tavırlı, dürüst ve kendisine güvenilir bir tabiatta idi.
Asil tabiatlı, alçak gönüllü ve güzel tavırlı idi; hayâ sahibi, şefkatli, cömert ve eli açık idi.
Kara yerde de aziz idi, mavi gökte de; Tanrı ona çok değer vermişti.
O bütün rehberlerin önünde baş idi; sonra da bütün resullerin hatemi oldu.
Onun yoluna şimdi gönül bağladım; bütün dediklerine inandım ve severek sözünü tuttum.
Ey Tanrı’m, benim gönlümü gözet; kıyamette beni sevgili Peygamber ile birlikte haşret.
Kıyamette dolunay gibi yüzünü göster; ey Tanrı’m, kendisini bana şefaatçi kıl.
Bunlar onun sevdiği dört arkadaş idi; yanındaki müşavirleri bunlar idi.
İkisi kayınbabası, ikisi damadı idi, bunlar halkın en iyisi ve en seçkini idiler.
Başta, herkesten önce Tanrı’ya inanmış, gönlü ve dili dürüst (sıddık) olan Ebu Bekir gelir.
Malını, tenini ve canını feda etti; dileği ancak Peygamber’in rızası idi.
Sonra insanların seçkini, halk içinde mümtazı, dili ve gönlü bir olan Ömer vardı.
Yardımcısı ve doğru dinin temeli o idi; şeriatın yüzünden perdeyi o kaldırdı.
Sonra hayâ sahibi, yumuşak huylu, insanların seçkini, cömert ve eli açık olan Osman idi.
O bütün malını ve kendisini feda etti; Peygamber de ona iki kızını verdi.
Ondan sonra seçkin, cesur, yiğit, kahraman ve akıllı Ali vardı.
Eli cömert idi yüreği saf idi; bilgili, takva sahibi ve adı büyük bir zat idi.
Bunlar din ve şeriatın temeli idi; bunlar kâfirler ile münafıklardan gelen eziyetlere katlandılar.
Bu dört sahabe benim için dört unsur gibidir; unsurlar denkleşirse gerçek hayat vücuda gelir.
Ey Rabb’im, sen bunlara benden sonsuz selamları, devamlı olarak ulaştır.
Onları daima benden razı et; ulu günde onları bana şefaatçi kıl.
Şarktan bahar rüzgârı eserek geldi; dünyayı süslemek için cennet yolunu açtı.
Kâfur gitti, kara toprak misk ile doldu; dünya kendisini süsleyerek bezenmek istiyor.
Bahar rüzgârı eziyetli kışı sürüp götürdü; parlak yaz tekrar saadet yayını kurdu.
Güneş balık kuyruğundan (hut), kuzu burnuna (hamel) kadar olan yerine tekrar döndü.
Kurumuş ağaçlar yeşiller giyindi; tabiat mor, al, yeşil ve kızıl ile süslendi.
Kara yeryüzüne yeşil ipek bağladı; Hıtay kervanı da bunun üstüne Çin kumaşı yaydı.
Düzlükler, dağlar, sahralar ve ovalar bunu yayıp döşendiler; vadiler ve yamaçlar al ve yeşil giyerek süslendiler.
Binlerce çiçek gülerek açıldı; dünya misk ve kâfur kokusu ile doldu.
Karanfil kokulu bahar rüzgârı esti; dünyanın her tarafı misk ve amber kokusu ile doldu.
Kaz, ördek, kuğu ve kıl kuyruk fezayı doldurdu; bağrışarak, bir yukarı bir aşağı kaynaşıyorlar.
Bak, biri kalkıyor, biri konuyor; biri yüzüyor, biri su içiyor.
Kökiş ve turnalar gökte yüksek sesle bağrışıyor; dizilmiş deve katarı gibi uçup kanat çalıyorlar.
Keklik, sesine bir ahenk vererek, eşine sesleniyor; sanki güzel bir kız gönül verdiğini çağırıyor.
Keklik yüksek sesle öttü, sanki gülmekten katılıyor; ağzı kan gibi kızıl, kaşı simsiyah.
Kara çumguk mızrak gibi gagası ile ötüyor; sesi, nazlı bir kızın sesi gibi cana yakındır.
Çiçek bahçesinde bülbül binlerce sesle ötüyor, sanki gece gündüz Mezâmir okuyor.
Karacalar, dişi erkek, çiçekler üzerinde oynuyor; geyikler, dişi erkek, sıçrayıp oynayarak koşuşuyorlar.
Gök kaşını çattı, gözünden yaş serpiliyor; çiçek yüzünü açtı, bak, gülmekten katılıyor.
Bu esnada dünya kendi kendine baktı; sevinip övünerek hazinesini gözden geçirdi.
Gözü bana ilişince söze başladı ve şöyle dedi: “Sen bu hakanın yüzünü görmedin mi?”
Uyuyor idi isen şimdi kalk, gözünü aç; işitmedin ise şimdi sözümü dinle.
Ben binlerce yıldan beri dul idim, benzim solmuştu; şimdi bu dul libasını çıkarıp beyaz kakımdan gelinlikler giydim.
Süslendim, çünkü ulu hakan eşim oldu; dileğim budur: o isterse canım feda olsun.
Gök gürledi, nevbet davulunu vurdu; şimşek çaktı, hakanın tuğunu çekti.
Biri kınından çıkınca ona memleketler sunar; biri nam ve şöhretini dünyaya yayar.
Büyük Tabgaç Buğra Han dünyaya hâkim oldu; adı kutlu Tanrı, onu her iki cihanda aziz etsin.
Ey dinin izzeti, ey devletin yarıcısı, ey milletin tacı, ey şeriatın hadimi.
Tanrı bütün dileklerini verdi bundan sonra da Tanrı daima sana arka ve destek olsun.
Ey dünyanın süsü, ey ululuğun ziyneti, ey saltanatın nuru, ey dönek