Benim dinim ne ümittir, ne korku;
Allah’ıma sevdiğimden taparım!
Ne cennet, ne cehennemden bir koku
Almaksızın vazifemi yaparım.
Vaiz! Deme cehennemin ateşi
Çıkar bilmem kaç bin çeki odundan.
De ki vardır bir güzellik güneşi
Doğmuş bizim aşkımızın od’undan…
De ki vardır “Tûbâ” adlı bir ağaç,
Kökü gökte, gönüllerde dalları…
Yemişinden yedi ruhum, değil aç;
Bütün sevgi, şefkat onun balları.
Vaiz! Bana muhabbeti şerh eyle,
Ben aramam şeytan nedir, melek ne?
Erenlerin esrarından söz söyle:
Seven kimdir? Sevilen kim? Sevmek ne?
Beni cennet va’di ile avutma,
O kalbimdir, çünkü sevgi ilidir,
Cehennemin azabıyla korkutma,
Korku nedir bilmez: Gönlüm delidir…
DİN İLE İLİM
İnsanların ilk mürşidi kimlerdir?
Hiç şüphesiz peygamberler, veliler…
Bu devirde din, hikmete rehberdir;
Ahlak, sanat hep o nurdan alır fer…
Fakat sonra din yerini ham zühde
Verir, artık coşkun vecdi azalır;
Velilerin yeller eser yerinde,
Mürşit adı fakihlere irs kalır.
Fakihlerin kılavuzu nakliyyat,
Dini zorla sürüklerler bu yola…
Hikmet der ki, “Bana rehber akliyyat;
O hâlde siz sağa gidin, ben sola!”
Din mürebbi olur, hikmet muallim;
Her birisi çeker ruhu bir yana!
Savaşırken bunlar, çıkar meydana
Tecrübeden doğma müspet bir ilim.
Bu son üstat der ki: “Nakil tarihtir,
Akıl yolu, bu tarihin usulü;
İkisi de aynı şeyi gösterir,
Matlup olan: ruhun ona vusulü!”
O şey nedir? Bir vecidli gönül mü?
Kutsi olan her şey ona dil midir?
Öyleyse al benim de son sözümü:
“Din kalpteki vecdin müspet ilmidir!”
MİLLET
Sorma bana oymağımı, boyumu,
Beş bin yıldır millet gibi yaşarım.
Sorma bana ailemi, soyumu,
Soyum Türklük, soy büyüğüm hünkârım…
Süngü beni ayırsa da vahdetimi unutmam,
Dilde, dinde müşterekiz, hep gelmişiz bir belden,
Devletimin kaygısıyla milletimi unutmam.
Anadolu bir iç ildir, ayrılamaz dış ilden…
Deme bana: “Oğuz, Kayı, Osmanlı…”
Türk’üm, bu ad, her unvandan üstündür…
Yoktur Özbek, Nogay, Kırgız, Kazanlı
Türk milleti bir bölünmez “bütün”dür.
Gök, Ay, Yıldız, Dağ ve Deniz Hanlar bütün ölmüşler,
Yalnız diri Gün Han kalmış altın yayı elinde.
Baktı, dedi “Moskof’la Çin Türk kavmini bölmüşler,
Artık onlar hür olacak Rus ilinde ve Çin’de…
Her ülkede Türk bir devlet yapacak,
Fakat bunlar birleşecek nihayet…
Hep bir dille aynı dine tapacak,
Olacak tek harsa malik bir millet!”
Ey Türk oğlu! Artık ne ben, ne sen, ne o; bir şey yok.
Uluslar yok, uruklar yok, ancak büyük Turan var…
Siyasette şirk olamaz, ayrıca Han ve Bey yok.
Türk ruhunda yalnız bir il, yalnız bir tek İlhan var…
AHLAK
Ahlak yolu pek dardır.
Tetik bas, önü yardır.
Sakın “Hakkım var” deme,
Hak yok, vazife vardır!
Hak milletin, şan onun,
Gövde senin, can onun,
Sen öl ki o yaşasın;
Dökülecek kan, onun…
Ben, sen yokuz, biz varız
Hem Ogan, hem kullarız.
“Biz” demek, “Bir” demektir.
Ben, sen ona taparız!
Ne derece hizmetin
Varsa, odur himmetin;
“Kıymetim var” deme ki
Gerçek ola kıymetin…
Bir şairdir Türk eli,
Müz’üne bağlı beli;
Bu Müz, bir ahlaktır ki
Baş vermektir temeli…
Millete ver canını,
Ocağını, şanını…
Bir âşık olsan bile,
Feda et cananını…
VAZİFE
O, gönlüme arştan inen bir sestir:
Milletimin vicdanına ma’kestir!
Ben askerim, o, üstümde kumandan,
Baş eğerim her emrine sormadan!
Gözlerimi kaparım!
Vazifemi yaparım!
Hikmetini sormam, ince elemem,
Amirimdir ona karşı gelemem!
Haklığına eylemişim kanaat,
Benden ona kaytsız, şartsız itaat!
Gözlerimi kaparım!
Vazifemi yaparım!
Benim hakkım, menfaatim, arzum yok.
Vazifem var; başka şeye lüzum yok.
Aklım, gönlüm düşünmezler duyarlar;
Ondan gelen emirlere uyarlar…
Gözlerimi kaparım!
Vazifemi yaparım!
Var demezdim bu dünyanın ötesi,
Gelmeseydi vazifenin gür sesi.
Bu ses mutlak Mavera’dan geliyor…
Hak nerdeyse ta oradan geliyor…
Gözlerimi kaparım!
Vazifemi