Sevk eyler idi e sâhib-i nâm,
Îrân’a lehîb, Rûm’a asnâm;
Tûrâna galâ ve Türk’e sarsar,
Elgaana veba ve Rûm’a Kaysar!..
Âteşgedeler onun yüzünden,
Bî-fark idi meyyitin gözünden.
Âvâzesini edince idhâl,
Lerzân olarak düşerdi tebhâl.
Gâhî nazarım medîd olurdu;
Mâzî dönerek bedîd olurdu.
Ben vakt-i seher kıyâs ederdim
Gün doğdu deyüp yürür, giderdim.
Handân idi mâderim semâdan,
Bir mertebe-î cihannümâdan.
Gâhî pederim ona muâkıb,
Mânend-i şihâb olurdu sâkıb.
Rokzan… Der idi hazin bir âvâz;
Rûhum edecek olurdu pervâz.
Sönmüş idi ahteri görürdüm;
Zerdüşt’ü de Müşteri görürdüm!..
Yekdîgerine hücûm matleb;
Şemşîr bedest ü cân-berleb,
Kisrâ ile kaysarı görürdüm;
Dünyâ ile mahşeri görürdüm.
Yekdigere hem o hem bu gaalib;
Tûfân-ı sirişk-u-hûna tâlib.
Gûyâ ki hidîv suretinde,
Yâhut iki dîv sûretinde.
Bilcümle vakaayi’-i zamâne
Tersîm olunurdu âsmâne.
Kılmakla beni Cenâb-ı Zerdeşt
Seyyâh-ı cebel, seferber-î deşt,
Kat’ eyledim ol kadar mesâfât;
Yaklaşmadı menzil-î mükâfat
Her nerde bir az karâr edersem,
Hangi cihete firâr edersem,
Karşımda dururdu mevkibiyle;
Sanki yarışırdı kevkebiyle!..
Hem bâhrde, hem dümu’da gördüm;
Mağrıbda bakıp tulu’da gördüm.
Geldikçe huzûruna mukaabil,
Seyyâre olurdu burc-ı Bâbil.
Eflâk kadar büyürdü mehtâb;
Mehtâba nazîr olurdu şebtâb.
Yerde ehrâm, gökde ecrâm
Olmuşdu o şâha cây-ı ârâm.
Dünyâda cünûdunu görürdüm;
Bâlâda vücûdunu görürdüm.
Her yerde o şehsuvâr-ı kaahir
Hurşîd gibi olurdu zâhir.
Ba’zan bana mün’atıf nigâhı,
Bir katra olurdu cilvegâhı.
Herkes bakıyordu vâlihâne,
Nâzırdı bu dehre âlihâne.
En sonra gelib diyâr-ı Hind’e,
Kaldım yine ben nazar-gehinde.
Bitsin diye derd-i bî-hisâbım,
Ondan sana oldu intisâbım.
Görmekdeyim işte, bi-t-tahayyür,
Hâlim yine etmemiş tagayyür:
Kıldı beni ol meh-î fürûzân
Tâ esfel-i sâfilinde sûzân!..
Nezdinde de bitmeyip o efkâr,
İskender’e dâir oldu ezkâr.
Gördük onu zâid oldu her şey;
Dîdârına âid oldu her şey.
Kerrât ile verdiğin sefâret,
Ettirdi bana onu ziyâret.
Azmimde bihişt olurdu berzah;
Avdette çemen gelirdi dûzah.
Geçkin geçkin koşup giderken,
Arkamda gözüm, dönerdim erken.
Gittikçe füzûn olurdu derdim;
Memnun olarak fakat giderdim.
Yokdu haberim ne ettiğimden,
Kimden kime elçi gittiğimden!..
Aklım başıma gelince, nagah,
Oldum hele illetimden âgâh:
Vaktiyle meğer garîb Rokzân,
Zannı gibi olmamış girîzân;
Geçmiş nice fâsllar, habersiz,
Geh meyveli, gâh berk-ü-bersiz.
Zillet geçip iştihâr gelmiş;
Buhran giderek bahâr gelmiş.
Bir gülşene benzemiş de mer’â,
Ben olmamışım habîr kat’â.
Rokzan o zaman firâr ederken,
Nezdinde bugün karâr ederken,
Elçisi olur iken bu şehrin,
Bîçâre, o şehriyâr-ı dehrin
Ceyşinde esîr imiş meğerse!..
-Meftûnu kıyâs edin, değerse!..
Sumru
Meftûnu mu!.. Sen mi?..
Rokzan
Ben!..
Sumru
(zehr-hand ile)
Acaib!..
Rokzan
Mudhik, bu ne sahne-î garâib!..
Ancak bu benim için tenezzül…
(Sumru kahkaha eder.)
Zâid hele hande-i tehezzül;
Hem belki eder bükâyı intâc!..
Sumru
Pençemde benim başımdaki tâc.
Cemşîd kızı mukayyedimdir;
Âzâd edecek benim yedimdir.
Uçmuş, gitmiş hümây-ı ikbâl;
Düşmüş bu hadıyd-ı hâke şehbâl.
Şimdi ne baban, ne kardeşin var;
Değmez bu müfâhirâne atvâr!..
Eyler mi o Şeh, bulup da nevbet,
Hiç ben var iken sana mahabbet?..
Zerdüştüne pençezen Berahmam,
Keyfimce eder bu kârı itmâm!..
Rokzan
Meyl etmesini asir mi sandın?..
Gerçek beni sen esir mi sandın?..
Gel olma emîn esâretimden!..
Zâhir mi değil cesâretimden?..
Hiç görmez misin ya gözlerimde?..
Îmâ dahi yok mu sözlerimde?..
Senden daha anlı, şanlıyım ben!..
İskender’e