Eşber. Abdülhak Hamit Tarhan. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Abdülhak Hamit Tarhan
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-6486-38-6
Скачать книгу
VAKA

      Eşber: Keşmir meliki

      Sumru: Eşber’in hemşiresi ve refika-ı hükûmeti

      İskender: Hükümdar-ı meşhur

      Rokzan: Dârâ’nın kızı. İskender’in namzedi

      Aristo: Hakîm-i meşhur

      Batlamyos:

      Melyagros:

      Parmenyon:

      Kinos: İskender’in maiyyetindeki serdarlar Peridas:

      Perdikas:

      Amentas:

      Stalkis, Kratros, Etalos, Ariston, Ekaryos, Protomahos, vesair ümera ve zabitan-ı İskender, leşger-i İskender, leşger-i Eşber, sâîler

      TEMSÎL-İ KATİYE MUKADDİME

      “Eşber”de

      Yıldızları eyledim temâşâ:

      Eş’âr ki Halık etmiş inşâ!

      diyen İskender, Aristo’dan tarih-i üluhiyeti okumamış idi. Onun nezdinde cennet ve cehennem hayalleri dünyaya gelmemiş, şeytanlar, melekler doğmamış idiler. Bunlar, meşkuk-u-muzlim, Tevrat ile Zebûr’da yaşıyorlardı. Semâ-yı Mısr ile arz-ı Filistin miyanında düçâr-ı mukaseme ve muhasame olan kuvâ-yı ilahiye bu cihangirin mıntaka-i idrakine istila edememiş ve ordularına galip gelememiş idi.

      Hıtta-i Mısriyye’nin bir kenarında (Bilmem ibka-yı nam eden mi demeli?..) on yedi günde bir şehir bina ederek ona kendi namını veren bu dâhiyenin mabudu da kendisi idi denilebilir ve onun cenneti baka, cehennemi fena ve zebanilerle melekleri zihnindeki düşmanlarla kalbindeki taife-i hasna olmak lazım gelir. Dârâ ile Eşber’de, Rokzan ile Sumru’da vâki’ olduğu gibi.

      Her hâlde rub’ı meskûnun mesken-i asnâm-u-ev-sân olduğu ve insanların tamamıyla insan olmadığı zamanlarda “Eşber”deki İskender’in dediğim nâzilât-ı semâviyyeden bahsetmesi nâbemahal veyahut nâ-be-tarihtir. İskender bunları ihtimal ki mükâfât-umücâzât ve kabâhat-u-sabâhat mefhumlarını murat ederek yâd etmiş oluyor. Zaten bu işaret-i maneviyenin medlûl-i makulü de odur; ahiretinki istikbal demek olduğu gibi.

      “Eşber” ibtida-yı emrde “Nazife” gibi bir perdelik bir facia idi. Merhum Namık Kemal evvela onu görmüş, pek beğenmiş, Horace’dan muktebes demiş; fakat galiba biraz muhtasar bulmuş idi.

      Keşmir hükümdarı ile refika-i hükûmeti olan hemşiresinin taht-i inhisara aldıkları bu perde-i hamasete sormadan ilave-i müzahrafât edilmesi buna mübtenidir.

      “Eşber”in en ruhlu yeri ve en canlı parçası bu perdedir; o da Horace’dan münakisdir; “Nesteren”, “Le Cid”den muktebes olduğu gibi.

      Bu inikas ile iktibasın membalarına mealen ne kadar yakın veya uzak bulunduğunu yahut bu iki gölgenin sahiplerine mevzu itibarıyla ne dereceye kadar mümasil olduğunu kariîn-i kiram tayin buyursun. Ben o büyük Fransız şairine benzemek iddiasında değilim.

      “Horace” ve “Le Cid” denilen bu “Corneille” hâilelerini sahnede görmedim. Onları Paris’te iken okumuş, “Nesteren”i orada yazmış, tabettirmiş, “Eşber”i ise Paris’ten avdette, mazul iken, İstanbul’da yazmış idim.

      “Nesteren” Paris’teki memuriyetimin ilgasına alet olmuş idi. Londra’daki mevkimden infisale “Zeyneb” illet olduğu gibi. Bu iki eserin macera-yı garibi müessirin terceme-i-hâline girebilir; hissedâr-ı sernüviştidirler. Şerik-i sergüzeştidirler.

      Merhum Kemal “Nesteren”den pek o kadar hazzetmemişti. Hece vezniyle tiyatroda muvaffak olunamayacağına onu delil göstermiş idi. Ancak benim muvaffak olmayışım o veznin kusuru addolunmaz. Bence, nazımdan ziyade nesre benzediğiyçün, vezn-i hecâ sahnede daha becâ görünür. Vezn-i hecâ ötmez; arûz ise nağme-serâdır. Operanın hakkı olan taganni bir mükaleme-i manzume demek olan gayr-i mensur facialar lisanına yakışmaz. Aruz veznini tercih edenler tiyatro şiirinde o veznin tannaniyyetini hissettirmemeli, Fâik Ali gibi yazabilmelidirler. Biraz daha tenkih ile diyeceğim ki aruz vezninde olsa da manzum bir tiyatro mensur okunabilmelidir; o büyük sanatkârın “Nedim” tiyatrosunda olduğu gibi.

      Bundan birkaç nümune “Yâdgâr-ı Harb” oyununda vardır. “Liberte” ve “Nesteren” facialarında da, fakat hece vezninde olarak, nesre mukareneti gözetmiş idim. “Bâlâdan bir ses” neşîdesine gelince, ona ne manzum denilebilir, ne mensûr; hem mukaffadır, hem kafiyesiz. Gayr-i matbu’ olan “Cünûn-ı Aşk” tiyatrosunda bunun bir naziri görülecek olduğu gibi.

      Eşber mukaddimesinde bunları yâd edişim şunun içindir ki Eşber bunlara benzemiyor. Ve eğer benzemiş olsa sahnede o kadar haykıramaz idi.

      Recaizade merhum, merhum Kemal’in beğendiği “Eşber”i muakkad bulmuş ve cidden müteessif olmuş idi. “Nesteren”i pek haklı olarak tenkit etmiş, “Tezer”i çok sevmiş ve bugün nâm-u-nişânı kalmayan “Zeyneb”i ondan evvelki asarımın fevkinde görmüş idi. Validem eserini bizzat müellifin sair asarına tercih etmekte olduğu gibi.

      Büyük bir sima-yı tarihî olan İskender’in karşısındaki şahs-ı Eşber ise bir mahluk-ı hayalidir. Son perdede oynayan bu hayal Eşber’den ziyade Horace’ın ve benden ziyade Corneille’indir. “Makber”le “Ölü”ye ve benim bu kadid eserlerimle rahmetli matemime hayat-ı taze veren Süleyman Nazif ve Cenap Şahabettin Beyefendilerin ıhyâkâr kalemleri olduğu gibi.

Viyana, 16 Ağustos 1922ABDÜLHAK HAMİT

      BİRİNCİ PERDE

      Lâhur nevâhisinde bir mahal. Tenhalık. Gece.

BİRİNCİ MECLİS İSKENDER, SONRA ARİSTO

      İskender

      Halketsem esirlerle leşger,

      Mahveylesem ordularla asker,

      Olsa bana, hep mülûk çâker;

      Cinsince o iktidar münker.

                                      Fevkimde uçar tuyûr-ı kemter!..

      Âvâze-i dehr iken tanînim,

      Gördüm ona deymiyor enînim;

      Milletlere karşı âhenînim,

      Bir âfete karşı nâzenînim.

                                      Âfetse de ey İlâh, göster…1

      Bilmem bana an mı, şan mı lâzım?..

      Gülbün mü, ya kehkeşan mı lâzım?..

      Âğûş-ı vefâ-nişan mı lâzım?..

      Bir pençe-i hun-feşan mı lâzım?..

                                      Cânan mı güzel, cihan mı hoşter?

      Yâ ferş-i çemende zülf-i zerrîn,

      Yâ taht-ı cihanda bûy-i nefrîn,

      İşte melek, işte huld-i berrîn!..

      Cennet mi güzel, melek mi şîrîn?..

                                      Elbette biri ferâgat ister.

      Gülşen gibidir cihan, süreksiz:

      Bir gül koparılmıyor emeksiz.

      Cennetse de neyleyim meleksiz!..

      Bir fasl-ı bahâr olur çiçeksiz

                                      Gülmezse bana o gonce-i ter.

      Aristo

      Bilmem ne bu ihtiyâr-ı halvet?..

      İskender

      Vay!.. Siz misiniz?.. Büyük mürüvvet!..

      Aristo

      Eş’âr okuyordunuz, işittim.


<p>1</p>

Burada te’lih ettiği Jüpiter’dir.