Cezmi, bu suretle kollarını serbest görünce, birdenbire ümitlendi; aklı başına, kuvveti yerine geldi; su altında kalmış bir hava kabarcığı gibi hızla yükseldi. Sol eli Cezmi’nin gömleğinden ayrılmayan İranlı da kendisiyle beraberdi. Çıktıkları yer sahile pek yakındı. Nehrin o kısmında hayvan leşi, ağaç döküntüsü falan gibi engeller de yoktu. Cezmi, son bir gayretle yüzmeye başladı. Yolunda canını Azrail’in pençesine kaptırarak saatlerce mücadele ettiği İranlı ile birlikte, birkaç dakika sonra kıyıdaydılar.
Kim bilir kaç saatten beri o bela selleri içinde yuvarlanan herif, iyice kendinden geçmiş, Cezmi’nin de uğradığı meşakkatler yüzünden vücudunu kımıldatacak hâli kalmamıştı. Bununla beraber, öyle çıplak ve ıslak bir durumda dinlenmeye kalkışmak, ölümü davet etmek demekti. Onun için Cezmi, orada düşmanın başıboş terk ettiği hayvanlardan birini yakaladı; hastayı onun üzerine sardı; kendisi de atına bindi; beraberce orduya döndüler.
Cezmi, çadırına gelince, hemen bir hekim getirtti. Gereken sağlık tedbirleri alındı. Kendisi çektiği sıkıntılardan ve bilhassa vücudundaki berelerden âdeta hasta olduğu hâlde, yine de hizmetçi gibi herifin etrafında pervane oluyordu.
Hasta İranlı pek güzel bakıldığı için, birkaç günde iyileşti. Cezmi’nin rahatsızlığı ise yedi sekiz saatlik bir uykudan sonra tamamen geçmiş ve hastası iyileşinceye kadar vücudundaki bereler de kapanmaya yüz tutmuştu.
Cezmi’nin bu herif yüzünden uğradığı sıkıntıların maalesef sonu gelmemişti. Herifin iyileşmesinden iki gün sonraydı ki, Kınık Savaşı’nda esir edilen ve karargâhtaki sayıları pek az olan İranlı esirler bir gece kaçmaya kalkmışlar ve ellerine geçirebildikleri silahlarla birkaç askerimizi de öldürmüşlerdi. Bunun üzerine Osman Paşa çok sinirlenmiş ve o zamanın kötü âdetlerine uyarak bütün esirlerin idamını emretmişti.
Cezmi, bir dostunun yanından çadırına dönmek üzereydi ki, ölümlerden kurtardığı talihsiz misafirinin üzerine birkaç kişinin hücum ederek, ellerini bağladıklarını ve boynunu vurmak üzere yere çökertmiş olduklarını gördü.
Cezmi, bu adamı canı pahasına kurtarmıştı. Bundan başka, ecelin pençesinden kurtardığı bir adamı cellat eline teslim etmek, onun mert karakterine uyacak şeylerden değildi. Hemen cellatlara yaklaşarak bu zavallıdan ne istediklerini sordu. Onlar da, esirlerin idamı için komutan tarafından emir verildiğini söylediler. Bunun üzerine Cezmi:
“O, esir değildir, benim adamımdır.” diyerek yarı tatlılıkla, yarı zorla herifi cellatların elinden aldı.
İş bu kadarla kalsa, belki pek önemli olmayabilirdi. Fakat böyle bir mertlik örneği karşısında ona uymamak, Türk yiğitliğinin şanından olmadığı için, askerler arasında kendine güvenenler, Cezmi’nin, düşkünü korumak hususundaki bu cüretinden cesaretlendiler; yalnız kendi esirlerini değil, eş ve dostlarının esirlerini de kurtarmakta âdeta merhamet yarışına giriştiler.
Osman Paşa, zamanın diğer vezirlerine nispetle pek insaflı ve haksever bir zat olduktan başka, gayretli ve yürekli insanları da pek sevdiği ve takdir ettiği için, bu yoldaki şefaat ve ricaları bol bol yerine getiriyor; verdiği kesin emre rağmen, esirlerin idamdan kurtarılmalarına göz yumuyordu. Fakat iş yavaş yavaş çığırından çıkmaya başlamıştı.
Osman Paşa’nın insanlık yönü yanında bir de komutanlık yönü vardı, işgal ettiği mevkinin haysiyetine çok düşkün olan bu ciddi ve mert asker, devlet otoritesinin kırılmasına, hatta zedelenmesine asla tahammül edemezdi. Bilhassa güvendiği, sevdiği insanlar, emirlerine aykırı davranışta bulundukları zaman, bu davranışların paşa üzerindeki tepkisi çok şiddetli olurdu. İşte bundan dolayıdır ki, paşanın yakın adamı olmasına güvenerek Cezmi’nin esir kurtarmakta gösterdiği cüret komutanı son derece hiddetlendirdi.
Osman Paşa çok sinirli bir insan olmasına rağmen, öyle pek olur olmaz şeylere öfkelenmezdi. Cezmi’nin bu davranışı yüzünden, verdiği emirlerin yerine getirilmediğini haber alınca, baştan aşağı kızgınlık kesildi; yüzünü kara bir bulut kapladı. Cezmi’yi, nerede olursa olsun, derhâl bulup huzuruna getirmeleri için arka arkaya birkaç adam gönderdi. Paşanın takındığı tavır çok müthişti. Kızgınlık dolu bir sükût içinde susuyordu. Yanında bulunan diğer komutanlar ve yüksek rütbeli devlet adamları, göz ucu ile yüzüne bakmaya bile cesaret edemiyorlardı.
Osman Paşa da gerçi bir beylerbeyiydi; orada hazır bulunan paşaların çoğu da akranıydılar. Fakat işgal ettiği mevki, bütün rütbelerin üstünde olduktan başka, Özdemiroğlu’nun memleket çapında bir ismi ve kendine mahsus ayrı bir otoritesi vardı.
Cezmi, bu suretle sıkı sıkı arandığını ve bilhassa aramaya memur adamların cellatlık hizmetinde kullanılan takımdan olduklarını görünce, başına gelecek tehlikenin önemini pek çabuk takdir etti.
Bununla beraber, paşanın lütfuna olan itimadı yine büsbütün kaybolmadı. Zaten böyle bir itimat olmasa bile, kendisi korkunun ne olduğunu bilen takımından değildi. Zerre kadar heyecanlanmaksızın ve telaşa kapılmaksızın komutanın huzuruna çıktı.
Osman Paşa, Cezmi’yi görünce hiddeti bir kat daha arttı. Ağzından alev püskürür gibi şiddetli, yıldırım patlar gibi gümbürtülü bir sesle:
“Sen herhâlde casussun ki, verilen emirlere karşı geliyor, milletin ordusunu fesada veriyorsun!” diye bağırdı.
Hazır bulunanlar, birden sonucu kavrayamayarak paşanın ağzından “Kaldırın! öldürün” gibi bir emir çıkacak diye korktular. Buna meydan vermemek düşüncesiyle, Cezmi’nin affı için, birbiri ardınca ricaya, şefaate başladılar.
Özdemiroğlu’nun huyunu suyunu hepsi gayet iyi bildiklerinden, yalvarış yollu bir söz söyledikçe arkasından, paşayı yumuşatmak için Cezmi’nin hizmetlerini sayıp döküyorlardı.
Yalvarmalar tesirini göstermiş, paşa biraz sakinleşmişti.
“Bu defalık size bağışladım, esirlerin idamına da kendisini memur ettim; gitsin, vazifesini yapsın.” emrini verdi.
Cezmi, hayatı pahasına da olsa, kimseye eyvallah edecek insanlardan değildi. Herkesin susmasından faydalanarak söze başladı, önce Şair Zade’nin:
Teenniden etme sakın içtinap
Umûr-u siyasette kılma şitap
Ki bir demde berhûna vardır mecal
Veli mürdeyi zinde etmek muhal 49
beyitlerini okudu; arkasından da herifi sudan nasıl kurtardığını tesirli, gayet şairane bir eda ile etraflıca anlattıktan sonra:
“Hayatımı tehlikeye koyup da bir can kurtardığım için beni idam etmek, insanlığa ve mertliğe yakışırsa ona da razıyım; fakat esir öldürmek elimden gelmez. Ben askerim, cellat değilim.” diyerek sözünü bitirdi.
Osman Paşa, olayı dinledikçe derece derece yumuşuyor; kalbindeki iyi duygular, öfke ve şiddetini yavaş yavaş eritiyordu. Fakat zaaf göstermemek, komutanlık haysiyetine halel vermemek için istifini hiç bozmadı:
“Bir düşman kurtarmak için canını bu kadar tehlikelere atmakta ne mana vardı? Onların bize yaptıklarını bilmiyor musun?” diye Cezmi’yi azarlamaya kalkıştı.
Cezmi ise, işin o cihetini hiç düşünmemiş olduğu