Sabih: Evet, elbette… Fakat bu tahakküm ve naz, tedaviden başka yollarda… Tedavi yolunda doktor olduğum için buyurma, emir verme tabii bende olacak… İşte ben bu sıfatla emrediyorum: Haydi enjeksiyona!
Leyla: Peki… Fakat bilmiş olunuz ki ben de intikam hakkımı korumayı düşünerek itaat ediyorum… Peki, Doktor Bey, haydi enjeksiyona! Böyle her şeyi vazifeye feda eden adamları hiç sevmem… Hâlbuki siz sade Sabih Bey olduğunuz vakit… Biliyorsunuz ya ne vakit Sabih Bey olursanız… Beni derece ile enjeksiyonla rahatsız etmediğiniz, yüz dirhem tereyağını, koca tabak makarnayı bir oturuşta tek başıma yemeye, mutlaka rahatlanma lakırtılarıyla saatlerce mum gibi oturmaya mecbur etmediğiniz vakitler… O vakit, ne kadar tatlı, ne kadar iyi bir adamsınız…
Sabih: Maatteessüf5 bu tatlılık yalancıktandır Leyla Hanım. Çünkü ben yalnız doktorum… Yahut Sabih olsam bile Doktor Sabih’im ki bu da doktorlukla karıştığı için yine vazife sever olmak mecburiyetindedir. (Saniha gülerek Şadan’a emirler verir.)
Leyla: Bugün yemeğe kalırsanız makarnamı bir nefeste bitireceğime söz veririm…
Sabih: Kalamadığıma çok teessüf ediyorum… Fakat siz makarnanızı hanımefendiyi üzmeden bitireceğinizi vaddederseniz ben de pazar günü için akşama kadar kalmaya söz veriyorum…
Leyla: Pazar mı? Bugün ne? Salı… O… Ne kadar cömertsiniz. Bir hafta bekleyeceğim. Fakat her neyse mademki söz veriyorsunuz… Bekleyelim… (annesine ve teyzesine bakarak ) Değil mi anne? Ne yapalım? Başka çare yok ki… Doktorun vazifesi var… (doktorla beraber köşke girerler.)
Saniha (teyzesine): Teyzeciğim, siz de içeri giriniz de soyununuz…
Necmi: Evvela ben halamla biraz görüşmek istiyorum…
Saniha: (eliyle para işareti ederek sorar, Necmi başıyla tasdik eder; gülümseyerek) O hâlde sizi yalnız bırakayım. (Atiye’ye) Şimdi gelirim teyze…
(Çıkar.)
Necmi: Aman halacığım… Bilseniz sizi böyle sapasağlam görünce ne kadar sevindim. Mümkün değil anlayamazsınız…
Atiye: Ey, çabuk söyle… Bekliyorum… Haydi durma…
Necmi: Evet, sizinle açık görüşmek hepsinden iyidir. Dalavereye, masala hiç gelmezsiniz… Fakat ne de olsa işin başlangıcı var, yalnız anlatmak için. (Şezlonga ters tarafından ilişir.)
Atiye: Canım onları geçiver… Sen de kısa, ben de kısa. Ne sen masal söyle ne ben. Sen ne kadar istiyorsan yalnız onu söyle. Ben olur ya da olmaz diye cevap vereyim de şu angaryadan kurtulalım…
Necmi: Şu ki… Olur cevabı âlâ ama… Olmaz cevabı pek fena. Bahusus6 siz bir defa olmaz dediniz mi, katiyen yapmazsınız. Fakat çare yok ki… Boynumu satırın altına uzatıyorum… Bir tek sözle beni ya öldüreceksiniz ya da hayat vereceksiniz…
Atiye: (gülümseyerek) Ne kadar istiyorsun çabuk söyle de…
Necmi: Otuz…
Atiye: Hey Allah göstermesin… Aklını başına topla oğlum… Otuz lira mı? Beni deli etmek mi istiyorsun?
Necmi: Ey, peki peki, yirmi beş olsun canım… Yirmi beş… Artık bunu da geri çeviremezsiniz ya…
Atiye: Anlaşıldı, sen kendine benim kadar da acımıyorsun… Satırı kendin indiriyorsun! Oğlum, son sözüm beş tane liram var… Eğer elverirse işini yaparsa onları al… Başka tek bir mangır bile yok…
Necmi: Ne kadar inatçı olduğunu bilirim… Birçok tecrübem var… Eğer ihtiyaç çok şiddetli olmasaydı, almayacaktım, fakat ne yapayım, kabulden başka çare yok ki…
Atiye: İstersen bak, reddet… Her hâlde darılmayacağıma emin ol. (çantasından beş lira verir)
Saniha: (Necmi parayı alırken girerek yavaşça) Bunlar da yekûnsuz hesaba mı?
Necmi: Amma ediyorsun ha… Bu ödünç alma değil bir alelhesap…7 (Paraları çantasına kor.) Alelhesapları doğrudan doğruya varidat sütununa geçiririm. (az eğilerek yavaş sesle) Bir defa halam sonra da o kadar zengin olduğu hâlde, en güç ondan para alırım… Ne insafsızlık değil mi?
Saniha: Ödünç para alma hesabına girmemesi de büyük bir faydaya…
Necmi: Evet, neyse… Tabii bu da bir şeydir.. Ey artık müsaadenizle…
Atiye: Şimdi doğru git de onları da o murdar karıların eteklerine dök olmaz mı? Haydi koş…
Necmi: Halacığım, ben malum ya yaptığım şeyleri yüksekçe yaparım. Beş liranın nesi olur ki eteklere serpilsin? Ha, yirmi beş, otuz lira verseydin belki… Bir gece şöyle böyle eh yaşardım… (çıkarken Saniha’ya) Ha, yemeğe buradayım.
(Çıkar.)
Atiye: Adam olmayacak ki… Ne yapsan nafile… (Birden Saniha’ya dönüp) Lakin size de şaştım kaldım demezsem yalan söyleyeceğim… Allah aşkına bu nasıl doktorluk, nasıl hastalık? Bu adamcağızla ne çabuk içli dışlı oluvermişsiniz ayol?
Saniha: Ne gibi teyzeciğim?
Atiye: Ne gibi olacak? Bir kere aranızda hiç çekingenlik yok… Fakat bu bir şey değil, asıl Leyla’nın o yapmacık cilveleri neydi öyle? Ne saklayayım, benim malum ya, içim nasılsa dışım da öyledir ve gizli şeyim yoktur; hiç, ama hiç hoşuma gitmedi…
Saniha: Aman teyzeciğim, Leylacık daha çocuk… Onunki çocuk deliliği…
Atiye: Ne çocuğu a kız! Ne çocuğu! Bizim zamanımızda onun yaşındakilerin çocukları mektebe başlardı. A, bir de baktım ki koskoca kız, daha dün tanıdığı doktora cilveler, bilmem neler savuruyor. Sonra kendisi neyse haydi ufak, çocuk, hasta diyelim. Anası bile başörtüsü almaya lüzum görmüyor…
Saniha: Aman teyzeciğim, her şey bitti de bu mu kaldı? İlk geldiği günler tabii biz de çekinerek, büzülerek çıktık. Fakat gide gele gide gele, bahusus evin içinde bu kadar büyük bir tehlike üstünde beraber titremekten aileden gibi oldu…
Atiye: Aileden gibi mi? Öyle ise ne duruyorsunuz ayol? Hemen koynuna giriveriniz…
Saniha: Aman teyze. Siz benim bu dört beş aydır geçirdiğim sıkıntıyı bir düşünseniz nasıl olup aklımı saklayabildiğime şaşarsınız. Beş aydır kızgın bir çember içinde bu zavallı başım her gün, her gün bin eza, bin işkence geçirdi. Böyle şeyleri düşünecek aklım mı vardı? Sonra doktor Allah için pek kibar, pek terbiyeli, son derece ağırbaşlı bir adam… O olmasaydı ne kadar bilgiç, ne kadar usta bir adam olursa olsun, belki Leyla yine kurtulurdu; fakat ben mutlak deli olurdum… Leyla’nın hayatı, benim aklım onun metaneti, iyi tutumluluğu sayesinde kurtuldu.. Bize hem doktorluk hem babalık hem de kardeşlik etti. Bu iyiliği ölünceye kadar unutamayacağım…
Atiye: Mademki öyledir, bari haydi gerçekten Leyla’nın babası oluversin, (onun kıpkırmızı olduğunu görüp) ah zavallı Sanihacığım… Hâlâ, hâlâ on dört yaşındaki masum kızsın… Hâlâ… Öyle ya, hiç yaşamadın ki… Sen daha açılmamış bir çiçeksin… Kocan olacak o zorba adam sana gün mü gösterdi… Canım adamcağız kışlasında ne kadar cebbar ise evinde de o kadar cebbar idi… Karısına askerlerine emreder gibi söz söylerdi. Sonra Leyla belası… (onun karşılık verme tavrına) Yok, yok… Sözün doğrusu