İki küçük ihtiyar, peruklarına kavuşunca el sıkışıp hayat boyu iyi birer dost olarak kalmaya ant içtiler.
“Söyleyin öyleyse…” dedi marangoz barıştıklarının işareti olarak. “Benden istediğiniz iyilik nedir?”
“Kuklamı yapmak için biraz tahta isteyecektim. Verir misiniz?”
Antonio Usta, memnuniyetle gidip kendisine onca korkuyu yaşatmış tahta parçasını tezgâhın üzerinden aldı. Ama tam onu arkadaşına verecekken tahta parçası sarsılıp, hızla ellerinden sıyrıldı ve zavallı Geppetto’nun sıska bacaklarına çarptı.
“Ah! Ne de kibarca veriyorsunuz armağanınızı, Antonio Usta! Az daha sakatlayacaktınız beni!..”
“Yemin ederim ki ben yapmadım!”
“Ne yani? Ben mi yaptım?”
“Aslında tümüyle tahtanın suçu…”
“Tahta olduğunu biliyorum. Ama onu bacaklarıma siz savurdunuz!”
“Ben savurmadım!”
“Yalancı!”
“Geppetto, bana saygısızlık etmeyin. Yoksa size Mısır Lapası derim!..”
“Eşek!”
“Mısır Lapası!”
“Merkep!”
“Mısır Lapası!”
“Çirkin maymun!”
“Mısır Lapası!”
Kendisine üçüncü kez Mısır Lapası denildiğini duyunca Geppetto’nun gözleri karardı, marangozun üstüne atıldı ve yine girdiler birbirlerine.
Kavga bittiğinde Antonio Usta’nın burnunun üzerinde iki çizik fazla, Geppetto’nun ceketinde iki düğme eksik vardı. Hesabı böyle kapatınca el sıkıştılar ve hayat boyu iyi birer dost olarak kalmaya ant içtiler.
Geppetto akıllı tahta parçasını aldı, topallaya topallaya evinin yolunu tuttu.
III
Geppetto, eve dönünce hemen kuklayı yapmaya başlar ve ona Pinokyo adını verir. Kuklanın ilk haylazlıkları
Geppetto’nun evi; ışığını bir merdiven altından alan, zemin katında bir odacıktı. Mobilya daha basit olamazdı: Berbat bir iskemle, kötü durumdaki bir yatak ve tümüyle yıpranmış bir masa. Dipteki duvarda ateşi yanan bir şömine görünüyordu. Ama ateş resimden ibaretti ve yanına bir de sıcak dumanı neşeyle tüten bir tencere çizilmişti.
Eve girer girmez, hemen aletlerini alıp kuklasını yontmaya başladı.
“Ona ne ad versem?” diye söylendi kendi kendine. “Pinokyo demek istiyorum ona. Bu ad ona talih getirecek. Bir Pinokyolar ailesi tanımıştım. Baba Pinokyo, anne Pinokyo ve çocuk Pinokyocuklar. Durumları iyiydi. En zenginleri sadaka dilenirdi.”
Kuklasına verecek bir ad bulunca iyiden iyiye çalışmaya koyuldu. Hemen ona saç, alın ve göz yaptı.
Gözlerini bitirince hareket ettiklerini ve de ona dik dik baktıklarını fark etti. Tahmin edin nasıl da hayretler içinde kaldı.
O tahta gözlerin kendisine bakması Geppetto’nun canını sıktı. İçerleyerek şöyle dedi:
“Kötü tahta gözler, niçin bana bakıyorsunuz?”
Ama kimse yanıt vermedi.
Gözlerden sonra burnunu yaptı. Ama burun hemen uzamaya başladı. Uzadı, uzadı, uzadı, kısa sürede sonsuz bir burun hâline geldi.
Zavallı Geppetto, kuklanın burnunu kesip kısaltmaya çabaladıkça saygısız burun, daha da uzuyordu.
Burundan sonra ağzını yaptı.
Ağız, daha yapımı bile bitmeden gülmeye, Geppetto ile alay etmeye başladı.
“Kes gülmeyi!” dedi alınan Geppetto. Ama sanki duvarla konuşuyor gibiydi.
“Gülmeyi kes diyorum sana!” diye haykırdı tehditle dolu bir sesle.
O zaman ağız gülmeyi kesti ama bu sefer de Geppetto’ya dilini çıkarıvermesin mi?
Geppetto, işini umduğu gibi bitirebilmek için fark etmemiş gibi yaptı ve çalışmaya devam etti.
Ağzından sonra çenesini, sonra boynunu, omuzlarını, kollarını ve ellerini yaptı.
Ellerini yapmayı bitirir bitirmez Geppetto, bir de baktı ki peruğu başından gitmiş. Dönüp bakınca bir de ne görsün? Sarı peruğunu, kuklanın elinde gördü.
“Pinokyo!.. Çabuk peruğumu bana geri ver!”
Ama Pinokyo, peruğu ona geri vermek yerine kendi başına geçirdi, gövdesinin yarısına kadar peruğun içinde kaldı.
Bu küstah ve alaycı davranışlar karşısında Geppetto, hayatında hiç olmadığı kadar hüzünlendi ve Pinokyo’ya dönerek:
“Yaramaz çocuk seni! Daha yapımın bile bitmedi ama şimdiden babana saygıda kusur ediyorsun! Hiç iyi değil, çocuğum, hiç iyi değil!” dedi.
Gözünden akan bir damla yaşı sildi.
Daha bacaklar ve ayaklar yapılacaktı.
Geppetto, ayakları bitirince burnunun ucuna tekmeyi yedi.
“Hak ettim ben bunu!” dedi. O zaman, kendi kendine “Önceden aklım neredeydi? Artık çok geç!”
Kuklayı yürütmek için kollarından kaldırıp yere, odanın döşemesine koydu.
Pinokyo’nun bacakları açılmamıştı, doğru düzgün hareket edip yürüyemiyordu. Geppetto, adım atmayı öğrensin diye elinden tutarak ilerletiyordu onu.
Pinokyo, bacakları açılınca kendi kendine odanın içinde yürümeye, koşmaya başladı. Ta ki sokak kapısından dışarı fırlayıp kaçmaya başlayana dek.
Zavallı Geppetto da arkasından koşmaya başladı tabii. Ama onu yakalamayı başaramadı. Çünkü o Pinokyo denen yaramaz çocuk, tıpkı bir tavşan gibi zıplaya zıplaya gidiyordu. Tahta ayaklarını sokağın taşlarına çarpınca öyle bir gümbürtü çıkarıyordu ki yirmi çift köylünün takunyalarının çıkardığı gürültüye denkti.
“Yakala onu! Yakala onu!” diye haykırıyordu Geppetto. Ama sokaktakiler, yarış atı gibi koşan bu tahta kuklayı gördüklerinde büyülenmiş gibi bakıp öyle bir gülüyorlardı ki hayal bile edemezsiniz.
Sonunda, talihin de yardımıyla, yaygarayı duyan bir polis, sahibinin elinden kaçmış bir tay var zannederek yolun ortasına dikiliverdi. Pinokyo’yu durdurmaya ve başka talihsizliklerin yaşanmasına engel olmaya kararlıydı.
Ama Pinokyo, uzaktan, yolu kapatan polisi görünce bacaklarının arasından geçerek onu atlatmaya çalıştı fakat başarısız oldu.
Polis, yerinden bile kıpırdamadan onu burnundan tertemiz yakaladı -sanki polis yakalasın diye bilerek yapılmış gibi upuzun tuhaf bir burundu bu- ve Geppetto’nun ellerine teslim etti. O da aklı başına gelsin diye, derhâl kulaklarını çekmek istedi. Ama tahmin edin bakalım kulaklarını arayıp da bulamayınca ne hâle geldi! Ve de niçin, biliyor musunuz?..
Çünkü kuklayı aceleyle yontarken kulaklarını yapmayı unutmuştu.
Bu yüzden onu ensesinden tutup geri götürürken başını tehditkâr biçimde salladı:
“Hele bir eve gidelim. Eve vardığımızda seninle hesaplaşacağımızdan sakın şüphe etme!”
Pinokyo, bu sözün üzerine daha fazla yürümek istemedi, attı kendine