Türk Tarihi. Necib Âsım Yazıksız. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Necib Âsım Yazıksız
Издательство: Elips Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-99843-2-2
Скачать книгу
Üç Kurıkan Otuz Tatar, Hıtay, Tatabı bunca budun kelipen sığtamış, yuğlamış.159

      Üç numaralı haşiyede geçen bazı isimler hakkında izahat verelim: Kadırgan Ormanı’nın Hingan dağlarında olması muhtemeldir. Demir Kapı, Kâş şehrinin doksan kilometre güneyinde olup arazi on iki metre yirmi santim, metre uzunluğu ise üç kilometredir. Belh’den Semerkant’a giden yol buradan geçer.

      Gök Türk tabiri semanın latif ve mukaddes rengiyle ve saflık arılık, temizlik kastıyla zikrolunacağı gibi ulvî ve şanı yüce maksadıyla da zikredilmiş olabilir. Hatta Cengiz Han maiyetinde bulunan Moğolları “Köke Moğol” diye vasıflandırır idi. Bir de çöl kelimesi bir şehir veya bir ülkeden hariç yer manasında Çağatayca olup bizim bugün kullandığımız manada değildir. Bu durumda Böli Çöllik il, taşranın kuvvetli kavimleri yani yabancılar demektir.

      Mösyö Thomsen “Apar, Apurım” denilen kavimlerin meçhul olduğunu beyan ediyor. Fakat Mösyö Leon Cahun bunu “Parpurim” şekline koyarak “Parpurimler Horasan halkıdır. Aparpurim ikinci Bezcerid’in milâdî 438-457 yıllarında kurduğu eski Nişabur şehridir.” Patkanian Tarihi’nin 164 ve 166. sayfalarında “Aparlar memleketinde bir şehir kurdu seferleri esnasında orada ikamet ediyordu… Savaş zamanı tabii ki Apar memleketinde Nişabur şehri ve kalesinde ikamet ediyordu.” denmektedir ki Parpurim kelimesi Apar ve Purim kelimelerinden oluşmuş olabilir. Purim, İran dilinde şehir manasına gelen Puram’dan bozulmuştur diye yazmıştır.

      “Üç Kurıkanlar” Uygurlardan Baykal Gölü’nün kuzeyinde yerleşik bir taife olduğu zannedilmiştir. Radloff bunların şimdiki Yakutlar olduğunu mülahaza etmiştir. Otuz Tatarlardan kasıt da Moğollardır.

      Hıtaylar, Tunguz veya Moğollardan şimdiki Mançurya kıtasının güneyinde ikamet eden bir cemaattir.

      Tabaniler bilinmemektedir. Fakat daima Hıtaylarla beraber anılması bunlara yakın bir cemaat olduğunu göstermektedir.

      Adları sayılan milletler arasında “haricî kavimler” yani çöllük ilden ayrılan millî topluluklar yani “içeriki budun-cemaat-i dâhilîye” zikredilmemiştir. Kullanılan tabir, iddia edilen fikir Çinlilerle Türklerde müşterektir. Çinliler de kavimleri “İçerikiler” yani merkeze ait millet fertleri, “dışarıkiler” yani hükûmet merkezine bağlı diye vasıflandırırlar. Hatta Çin, Türk ve Moğol siyasî fikri ile şiddetle karışmış olan Ruslar bile, Kırgızların bir kısmını “İç Ordu” diye vasıflandırır. Kırgızlar, Kurıkanlar, Tatarlar, Hıtaylar, Çin ile birlikte “dışarı halkı” sayılmış, hâlbuki sonraları bunlardan üç önce saydıklarımız hakiki Türk oldular. Eski yazıtların “dışarı halkı” arasında saydığı Çinliler Mukan Han’ın tabiiyeti altında bulunup gâh Türklerin müttefiki gâh tabii olan Batı Uvaylardır.160

      İlli Kağan, İranlılarla ve aleyhine olmak üzere Maveraünnehir’de yerleşmiş Teleleri sürmedi, yalnız bazen içerikiler bazen dışarıkilere herhâlde aynı milletten, Türk sayıldıkları için bunları itaati altına aldı. “Bilmediğin içün bizge yangılıkun içün”161 diye vasıflandırılanlar Öküz Nehri’nin162 sol tarafına geçerek Sasani şahının hükmüne girdiler ve kendilerine yarısı Türkçe ve yarısı Farsça olmak üzere Âb Tele adını aldılar.

      Maveraünnehir’de yerleşen Türkler ile nehrin beri tarafındaki Teleler, dil ve kan yönünden birbirlerine yakınlıklarından dolayı, Çin çitlerinin bağımsız Türkleriyle, hatta siyasî durum bunları karşıt düzenlemelerde bulundurduğu zamanlarda bile süregelen ilişkileri sürmüştür. Sasani büyük şahlarının mezhep hususundaki taassupları ve milliyete son derecede bağlılıkları İran çiti ile Çin çitinde bulunan bir soydan olan Türklerin manevi kardeşliklerini gerekli kıldı. Roma Ortodoksları tarafından sürülen ve eski İran’da haksız muamelelere uğrayan Nasturî Hristiyanları geçinmekte zorluk görülen Türk memleketine intikal edip Hristiyanlığı orada yaymaya başladılar. Milâdî 703 tarihinde Merv metropoliti Semerkant’ta bir piskopos vekilliği oluşturdu. Nasturî misyonerleri Semerkant’tan Nan-Lu’daki Beş Balık’a kadar gittiler. Hristiyanlığa giren Türkler ücretli askerlik yapmak üzere akın akın İran’a gittikleri hâlde, Nasturîler hakkında haksızca davranan o eski İran askeri ses çıkarmaya cesaret edemiyordu. Bu Hristiyanlar İran ordusunda pek çoğalmış idi. Hatta 590 yılında Romalılar tarafından Behram Çubin aleyhine Hüsrev Perviz, Hüsrev-i Sani’ye yardım için gönderilen İranlı narsist Behram’ın hezimetinden sonra Alanlar’ı haç dövgülü binlerce Hristiyan tuttu. Bu Nasturîler Ora Türklerine, kendi taşra milletlerinin, Telelerin, özellikle Roma’nın, Bizans’ın Doğu Büyük Çin’in düşmanları olan İranlıların fenalığından bahsederlerdi. Hırs ve tamah ile talih tecrübesi fikirleri uyanıyordu. Şüphesiz o kadar rahat ve refah içinde olan Batı Çin’in yani Roma’nın, seddin öte tarafındaki Çin gibi, asıl kendi ahalisi ekip biçtiği, eğirip dokuduğu, alışveriş ettiği gibi refah ve istiklalini muhafaza için, yine o Çin gibi silahına güvenir, namuslu, savaşçı Türk askerine ihtiyacı var idi. Hele bunlara güzel ipekli kumaşlar da verildi mi? O zaman batılılar Türklere Roma Hükûmeti’nde askere verilen ipekli ücretin pek kıymetli olduğunu ve altın, gümüş değerinde satıldığını hikâye ederlerdi. İşte bundan dolayı o Türkler hayrette kalırlar idi. Hele komşu Çin’in ipeğini uzaktaki Çin’e, Roma’ya satabilirlerse… Kendilerinde yığınla ipek var. 550 yılında Çov imparatorları Türklerin birliğine karşılık oldukça çok şey vermekte idiler. İmparator bunlarla bir de evlilik ile rabıta kurduğu için her sene kendilerine yüz bin top ipek verirdi. Ve payitahtında bulunan bu Türklere fevkalade cömertlik gösterir ve binlerce hilat ve bol erzak ikram ederdi.

      Vakıa Türklerin batıda Yunanlılarla oluşturdukları münasebetle kalmıyorlardı. Yunanların önemli ve en sıkısı milâdî altı yüz on yedide Telelerin ardı sıra bir kısmı kendisine bağlılık arz eden Ermenilerle idi.163

      Haricî milletlerinin bir teklifi bunları kuvvetlendirdi. Milâdın 565-567 veya daha ileri senelerinde Justinyen’in Roma tahtında ve Hüsrev-i Nuşirevan’ın İran tahtında hüküm sürdüğü sırada Çinlilerin Mukan Han, Yunanlıların Dizaboul164 diye bildikleri Türk hükümdarı Bumin Kağan kendi haricî milleti olan Tele Türklerinin reisi, Soğdiyye valisi, ve asıl hükümdarın kaymakam veya hıdivi olan zattan bir dilekçe aldı.165 Soğdaklar, Medya’da ipek satmak üzere İran memleketinden transit yoluyla mallarının geçirilmesine müsaade almak üzere hakanın İran hükümdarı nezdinde aracılığını istirham ediyorlardı.166 Medya denilen yer vaktiyle Atropaténe denilen Azerbaycan bölgesindedir ki pek eski bir tarihte yarı yarıya Türkleşmiş olduğu hâlde Ak Hun yahut Tele denilen Türklerin hicretiyle âdeta asli ahalisini bu unsur teşkil etmiş idi. İşte o zamandan beri Azerbaycan bölgesi tamamen Türklerle iskân edilerek o hâlini hâlâ muhafaza ediyor. İpek ticareti yolu pek açık olarak resmedilmiştir. Çin sınırında bulunan Türkler ya savaşta gösterdikleri yararlık ücreti veyahut bozuştukları zaman ettikleri akın ganimeti olarak Çin hükümdarı veya ülkesinden kıymetli kumaşlar alırlardı. İpek kumaşların fazlasını kendi müttefik ve haricî tebaları olan Maveraünnehir ve Horasan Tele Soğdaklara satarlar, onlar da Azerbaycan’daki hemcinsleri olan Türkler vasıtasıyla Roma’ya ulaştırmak için Acemistan’dan transit yani aktarma yoluyla kendilerine bir çıkar yol ararlardı.

      Bu takdirce Amuderya’nın öte tarafında bulunan Tele yani Ak Hun, -Eftalit Heyatala- nehir üzerindeki


<p>159</p>

Doğuya doğru Kadırgan Ormanı’na ve batıya doğru Demir Kapı’ya kadar yerleştiler. O kadar uzak olan bu iki nokta arasında Göktürkler hâkimane yayılmış idi. Bunlar akıllı kağan idiler. Cesur kağan idiler. Bütün beyleri akıllı idi, cesur idi. Bütün asilleri, bütün millet doğru gidişat üzere ve adil idi. Bunun içindir ki bu kadar geniş bir devlete sahip oldular. Kanunlar koydular. Sırası gelince vefat ettiler. İleriden, güneşin doğduğu taraftan ağlayarak, feryat ederek çölün kuvvetli kabileleri Abar ve Apurımlar, Kırgızlar, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Hıtay ve Tatabılar geldiler.

<p>160</p>

Milâdî 371 senesinden 618’e kadar Çin şu hükûmetlere ayrıldı: Kuzey (Uvay) (386-584) hükûmet 534’den 550’ye kadar (Garbî) ve (Şarkî) diye ikiye bölündü. (Tsin) (265-420), Song (420-479) ve Tsesi (479-501) Liang (503-556) ve Çin (557-587) Kuzey Tsesi (550-557) Huo Çov (557-580) Sui (581-617) Türk yazıtları milâdî 733 yılında yani Çin’i hak ettiği mertebeye kavuşturan İmparator Sang’ın zamanında Türklerin prenslik mertebesinde tabiiyetinde bulundukları zamanda yazıldığını unutmamalı. İşte bundan dolayı Çin hakkında temkinli bir dil kullanılmakla beraber Vevay Krallığı’nı mahkûm milletlerden saymakta tereddüt gösterilmiyor.

<p>161</p>

Yanguluk hem isyan, hem hata manasına gelir.

<p>162</p>

Türkler büyük nehirlere Oguz derler. Yunanlılar bunu Oxus şeklinde tahrif etmişler. Eski Türk tarihinde önemli bir ad sahibi olan Oğuz’un bu nehre nispet edilmiş olması ve âdeta Oğuz-Guz isimlerinin hep buradan alınması ve Türklerin dışarıda böylece şöhret bulması pek mümkün gibi görünüyor. Hatta Şehname’de Turanîlerin reisi, hükümdarı olmak üzere gösterilen Efrasyab terkibi “nehrin karşı yakası” manasına geldiği gibi Yunanlıların ve hâlâ Avrupalıların Tranoxian ve Arapların “Maveraünnehir” terkipleri de hep bu manaya gelir. İşte bu gibi deliller bize Batı Asya’da Türklerin bulundukları yere nisbetle Oğuz, Guz adını aldıklarını gösteriyor.

<p>163</p>

Milâdî 617’de Semayat’ın vefatından sonra Ermeni cemaatleri kuzey memleketlerine, Hakan’ın himayesi altına sokuldular: O da kendilerine, ordusunun kumandanı Çinli Çeptuh’a katılmalarını emretti. Jurnal Azyatik Takım: 6 C. 7, s.196.

<p>164</p>

Tahrif edilmiş Türk unvanı.

<p>165</p>

Bu reisin adı Yabgu Şad idi: “Tölis Tarduş budunug anda itmiş. Yabgug şadıg anda birmiş.” Yukarda da beyan olunduğu gibi yabgu ve şad ayrı ayrı rütbe ismidir: Şad ikiydi. Biri devletin doğusuna, biri batısına memur idi. Radloff bu iki ismi sehven birleştirmiş ve Mösyö Leon Cahun da bu şekilde kullanmıştır. Türk lakablarının hicri I. ve II. asırdaki mertebeleri ilerde görülecek. Soğdiye denen yer Arapların Maveraünnehir dedikleri Amuderya ile Sirderya arasındaki bölgedir. O zamanlarda Türkler buraya Soğd ve ahalisine Soğdak derlerdi: Soğdak budun iteyin terin. Yani Soğdak milletini vuralım dedi. (Eski Türk Yazıtları)

<p>166</p>

Menandros, s. 295-296.