Sakat adam “Henüz bir şey yok.” cevabını verdi.
Bu cevap Mösyö Creakle’in hoşuna gitmedi. Lakin zannederim ki zevcesi ve kızı memnun oldular.
Mösyö Creakle bana “Yakın geliniz mösyö.” dedi. “Ben üvey pederinizi tanımakla müşerrefim. Pek metin bir adamdır. O da beni iyi tanır. Ya siz, siz beni tanır mısınız?”
Canavarcasına kulağımı sıktı, inleyerek cevap verdim:
“Daha tanımıyorum mösyö!”
“Bir gün tanıyacaksınız, değil mi?”
Odun bacaklı adam tekrar etti:
“Bir gün tanıyacaksınız!”
Mösyö Creakle bu defa kulağımı iyice burarak mırıldandı:
“Ben neyim bilir misiniz? Ben bir Tatar’ım.”
Sakat adam tekrarladı:
“Ben bir Tatar’ım!”
Müdür beni götürmesini emretti. Mistress ve Miss Creakle’in gözlerini sildiklerini gördüm. Kekeledim:
“Eğer lütfederseniz mösyö!”
Mösyö Creakle bana yıldırımlar saçan bir bakışla baktı. Lakin kendi kendime hayran olduğum bir cesaretle devam ettim:
“Yaptığıma teessüf ederim mösyö; müsaade ederseniz talebenin avdetinden evvel bu levhayı arkamdan kaldırsınlar.”
Müdür, beni parça parça edecekmiş gibi yerinden fırladı. Onu beklemedim. Hemen çıktım ve titreyerek yatağıma girdim.
Ertesi gün birinci mubassır Mösyö Sharp mektebe geldi. Bu; büyük burunlu, küçük bir adamdı. Saçları itina ile ondüle edilmişti. Mektebe ilk avdet eden Tommy Traddles isminde bir talebe oldu. Ondan öğrendim ki Mösyö Sharp’ın başındaki eskiciden alınma peruka imiş ve her cumartesi günü onu kıvırtırmış.
Traddles benim arkamdaki levha ile çok eğlendi ve her talebe geldikçe onlara gösterdi.
Onlara “Çabuk geliniz! Ne güzel maskaralık!” diyordu.
Talebenin çoğu mahzun avdet ediyorlar ve benimle eğlenmek arzusunda bulunmuyorlardı. Yalnız birkaçı etrafımda vahşiler gibi dans ettiler ve beni okşayarak “Yat! Buraya! Kastor!” diye bağırdılar.
Bu çok can sıkacak bir şeydi; fakat ben daha fenasını bekliyordum.
Biraz sonra talebeler bu felaket levhasına artık dikkat etmediler. Onlar vasıtasıyla müessese hakkında ibret alınacak her türlü malumatı aldım. Mr. Creakle hocaların en zalimi imiş. Herkesi dövermiş. Bununla beraber pansiyonundaki çocukların sonuncusu kadar cahilmiş; yalnız dayak atmak sanatı müstesna. Ömer otu ticaretiyle meşgul iken iflas etmiş ve uydurma bir hoca olmuş.
Tungay yani odun bacaklı adam, Mösyö Creakle’in yanında hizmetçi imiş. Pansiyonda da onu takip etmiş. Zaten hem hocayı hem talebeleri tabii düşmanları imiş gibi telakki edermiş.
Mösyö Sharp ile Mösyö Mell’e gelince gayet az bir ücretle çalışıyorlarmış. Mösyö Sharp, Mösyö Creakle’in sofrasında yemek yiyordu. Sofraya sıcak ve soğuk et gelirse o soğuk eti yemeye mecburdu. Yine öğrendim ki Mösyö Mell iyi bir adammış fakat cebinde altı penisi yokmuş. İhtiyar annesi ondan daha fakirmiş.
Mösyö Creakle’in bir nutkuyla derse başlandı. Mösyö Creakle yavaş söylüyor, Tungay kalın ve kuvvetli bir sesle tekrar ediyordu.
“Genç talebeler, büyük bir hevesle derse çalışmanızı tavsiye ederim. Çünkü benim de sizi cezalandırmaya çok hevesim var. Hiç acımayacağım. Vurduğum yerleri ne kadar ovuştursanız değneklerimin izini gideremeyeceksiniz.”
Hepimiz donmuştuk. Hele ben Mösyö Creakle’in bana yaklaştığını görünce az kaldı bayılıyordum.
Bastonunu kaldırarak mırıldandı:
“Copperfield! Siz ısırmasını biliyorsanız ben de iyi ısırırım! Bu dişi (değnek) nasıl buluyorsunuz? Köpek dişi mi, azı dişi mi? Kökü uzun mu?”
Her sorusunda bana sert bir değnek indiriyor; beni can acısıyla kıvrandırıyordu, sonra öğrendim ki bu imtiyaz yalnız bana mahsus değilmiş. Mösyö Creakle ne zaman dershaneye girerse talebelerin yarısı ağlamaya başlar; ne zaman dershaneden çıksa diğer yarısı arkadaşlarının hâline gözyaşı dökerdi.
Hatırımdadır ki Traddles ne kadar iyi bir çocuksa o kadar da savruktu. Bir gün topuyla Mösyö Creakle’in yemek yediği salonun camını kırdı. Top, celladımızın mukaddes başına gelmişti. Sevimli arkadaşımız bu hakaret üzerine mükemmel bir dayak yedi. Ve bu dayakların arkası kesilmedi. Zira zannederim ki bu üç ay içinde her gün kırbaçlandı. Amcasına yazıp şikâyet edeceğini söyler, fakat hiçbir vakit dediğini yapmazdı. Sıraya başını koyup biraz ağlar, sonra gülmeye, taş tahtası üzerine küçük iskelet resimleri yapmaya başlardı. Çok iyi kalpli bir çocuktu. Bir gün arkadaşını ele vermemek için kendi ceza görmeye razı oldu. İnsafsızca dövdüler ve hapse attılar. Oradan çıktığı zaman gördük: Diksiyonerinin24 sahifelerine hesapsız iskelet resimleri yapmıştı.
Bir akşam Mösyö Creakle bizi nöbetleşe döverken odun bacaklı adam içeri girdi ve hırladı:
“Copperfield için ziyaretçiler!”
Evvela beyaz bir yaka taktıktan sonra teneffüshaneye gitmem emredildi. Orada karşıma Mösyö Peggotty ile Ham çıktılar. Bana büyük bir reverans yaptılar. O kadar memnun oldum ki heyecanımdan gülünç hâllerine tebessüm etmek bile aklıma gelmedi.
Mösyö Peggotty de müteheyyiçti. Söze başlaması için Ham’a işaret etti.
Genç denizci gülerek bana dedi ki:
“Ne kadar büyümüşsünüz!”
Sordum:
“Annem nasıl? Sevgili Peggotty’m nasıl? Haberiniz var mı?”
“Hepsi mükemmel.”
“Ya küçük Emily… Mistress Gummidge?..”
Mösyö Peggotty cebinden iki büyük ıstakoz, büyük bir yengeç ve bir torba karides çıkardı.
“Bizim kabuklu hayvanlarımızı çok sevdiğinizi bildiğimiz için size de biraz getirmeyi istedik. Bunları Mistress Gummidge haşladı.”
Bu iyi yürekli adamlara hararetle teşekkür ettim ve yine Emily’yi sordum.
Mösyö Peggotty mahzuziyetten25 kızaran Ham’a bakarak dedi ki:
“Hakiki bir kadın… ve âlim bir kadın oldu. Görülecek şey! O kadar güzel yazıyor ve yazıları o kadar siyah ki on merhale mesafeden okunabilir.”
Himayekerdesinden26 bahsederken o kadar heyecanlanıyordu ki gözlerinden kıvılcımlar saçılıyor zannolunurdu.
Biraz konuştuk. Tatilde evlerine gitmem için benden vaat aldıktan sonra bu iki iyi yürekli adam müsaade isteyerek gittiler.
Kabuklu hayvanları yatakhaneye götürmeye muvaffak oldum. Uyumadan evvel orada Traddles ve daha birkaç arkadaşla birlikte büyük bir gece yemeği yaptık. Traddles daima talihsiz olduğu için bütün gece hasta oldu. Ertesi gün bir beygiri öldürmeye kâfi miktarda ilaçları ona zorla içirdiler. Ondan başka neden hastalandığını söylemediği