Azametle kalktı, kapıyı şiddetle kapayarak çıktı.
Annemi bu işkencelerden kurtarmak için kendimi mümkün olduğu kadar az göstermeyi istiyor, ekseriya Peggotty’nin yanına iltica ediyordum. Lakin Murdstone’lar taciz edici tabiatlarıyla zavallı annemin terbiyesini ikmal için benim huzurumun elzem olduğu kanaatinde bulunuyorlardı.
Bir akşam odadan çıkmaya hazırlandığım bir sırada Mösyö Murdstone bana dedi ki:
“David teessüfle görüyorum; somurtkan bir tabiatınız var.”
Kız kardeşi teyit etti:
“Hakiki bir ayı gibi. Bayan Clara, bunun siz de farkında olmalısınız.”
“Affedersiniz muazzez Jane, lakin David’i iyi anlamış olduğunuzdan emin misiniz?”
Mösyö Murdstone ağır ağır dedi ki:
“Clara, bana öyle geliyor ki ben bu meselede size nispetle daha az zan altındayım. Derim ki, David bizden uzak duruyor.”
Ve bana dönerek devam etti:
“Siz adi insanlarla düşüp kalkıyorsunuz ve daima hizmetçileri arıyorsunuz. Seciyenizi mutfakta ıslah edemezsiniz. Orada tesadüf ettiğiniz insan için bir şey demeyeceğim.”
Sonra anneme bakarak ilave etti:
“Çünkü Clara, sizin de o kadına karşı bir zaafınız var ki, kendi kendime izah edemiyorum.”
Annem, “Evet azizim Edward.” der gibi dudaklarını oynattı. Lakin ben bir şey işitmedim.
Mösyö Murdstone netice olarak dedi ki:
“Şimdi David, itaat etmezseniz başınıza ne gelecek bilirsiniz.”
Bunu lüzumundan fazla biliyordum; hem annem için hem benim için… İtaat ettim ve artık salondan çıkmadım. Bir gün Miss Murdstone’un “Hele tatilin son günü geldi!” diye bağırdığı zamana kadar tatil böyle sıkıntı içinde süründü.
Evden ayrıldığım için mahzun değildim. Çünkü gittikçe sersemleştiğimi görüyor ve bundan ancak arkadaşlarımı, hususiyle aziz Traddles’i düşünmekle kendimi kurtarıyordum. Vakıa onun arkasında Mösyö Creakle’in meşum hayaleti de görünmüyor değildi.
Annemi ve küçük erkek kardeşimi muhabbetle kucakladım. Miss Murdstone, annemin gözyaşlarını tutamadığını görünce onu metanete davet etmek için sert bir sesle “Clara!” kelimesini fırlatmayı unutmadı.
Mösyö Barkis uyuyan beygirinin yavaş adımlarıyla beni bir kere daha yola çıkardı. Başımı eve çevirdim; annem küçük çocuğu kucağında hareketsiz, mütemadiyen bana bakıyordu.
Onu artık yatağımın baş ucunda, çocuğu kucağında, gözlerini de dikmiş bir hâlde rüyadan başka bir yerde göremeyecektim.
IX
Mart ayı geldi. Bu benim doğduğum aydır. Lakin bir sebepten dolayı bu ay benim hatıramda silinmez bir iz bırakmıştır.
Mütalaaya giriyorduk. Teneffüs zamanı bitmişti. Birdenbire Mösyö Sharp yanıma geldi ve dedi ki:
“David Copperfield! Ziyaret salonuna ininiz.”
İskemlemden kalktım. Acele ile kapıya doğruldum.
Ben Peggotty’den yiyecek dolu bir sepet alacağımı zannediyordum, sevincimden kıpkırmızı olmuştum.
Mösyö Sharp “O kadar acele etme David!” dedi. “Daha zamanınız var.”
O anda, bu adamın söz söylerken zapt ettiği heyecanın farkına varmamıştım. Ziyaret salonuna girdim. Orada elinde bir mektupla Mistress Creakle oturuyordu. Beni yanına oturtarak dedi ki:
“David Copperfield! Siz daha çocuksunuz; bizim bu dünyada ne kadar az ehemmiyetimiz olduğunu, buradan ne kadar çabuk çekilip gittiğimizi bilirsiniz.”
Bir şey anlamadan yüzüne bakıyordum; devam etti:
“Siz tatilden sonra buraya geldiğiniz zaman anneniz sıhhatte mi idi?”
Sarsıldım, titremeye başladım; o, devam etti:
“Çünkü annenizin pek hasta olduğunu ve büyük bir tehlikede bulunduğunu şimdi haber aldım.”
Gözümü bir sis kapladı. Sallandım. Çünkü her şeyi anlamıştım. Mistress Creakle mırıldandı:
“Anneniz öldü!”
Bunu bana söylemeye hacet yoktu. Yeis ile bir çığlık kopardım. Birdenbire kendini dünyada yapayalnız hisseden bir öksüzün çığlığı…
Mistress Creakle bana karşı müşfik davrandı; bütün gün beni yanından ayırmadı. Ben artık sessiz kalan evimizi, küçük kardeşimi düşünerek mütemadiyen ağlıyordum. Mistress Creakle’in bana söylediğine göre küçük kardeşim sararıp soluyormuş ve ihtimal ki o da ölecekmiş.
Son gecemi yatakhanede geçirdim. Orada arkadaşlarım bana büyük bir sevgi gösterdiler. Traddles ısrarla yastığını vermek istedi. Hâlbuki benim yastığım vardı, bana kâfi idi ve hareket edeceğim sırada iskeletlerle dolu bir kâğıt verdi. İhtimal ki bununla kederimi azaltmak istiyordu.
Sabahleyin Yarmouth’a vardım. Beni almak için bir araba göndermişlerdi; bindim, fakat bu araba Mösyö Barkis’in arabası değildi.
Evin kapısına gelmezden evvel Peggotty’nin kucağına düştüm; ağlayarak bana dedi ki:
“Ben ne geceler geçirdim! Çok yorgunum! Bununla beraber toprağa girmeden evvel sevgili hanımımı terk etmek istemiyorum.”
Mösyö Murdstone rahat bir koltuğa oturmuş, sessizce ağlıyordu. Salona girdiğim zaman yüzüme bile bakmadı.
Miss Murdstone yazı yazıyordu. Bana parmaklarının ucunu uzattı. Soğuk bir tavır ile pazarlık elbisemi ve gömleklerimi getirip getirmediğimi sormakla iktifa etti. İşte o kadar. Metaneti, cesareti, zarafeti olan bu insanın bana söylediği teselli sözleri ancak bunlar oldu.
Kardeşi benim orada bulunduğumun farkında değil gibi görünüyordu. Bazen eline bir kitap alıyor, okumuyor, saatlerce enine boyuna dolaşıyordu. Evin ağır sükûnu içinde onunla saatin rakkasından başka yürüyen bir şey yoktu.
Peggotty’yi pek az görüyordum. Zavallı annemle küçük çocuğunun son uykularını uyudukları odadan ayrılmıyordu.
Cenaze akşamı Peggotty odama gelip beni buldu. Yatağımın yanında oturdu. Elimi tuttu, bana annemden ve annemin son günlerinden uzun uzadıya bahsetti. Bana dedi ki:
“Annen çoktan beri rahatsızdı; mesut değildi. Haşin bir söz ona dehşetli bir darbe oluyordu. Sizin gittiğiniz akşam anneniz bana ‘Zavallı David’imi bir daha göremeyeceğimi hissediyorum.’ dedi. Bununla beraber vücudunu kemiren fenalığa karşı koymaya çalışıyordu. Ancak ölümünden birkaç gün evvel kocasına söyledi. Bana diyordu ki zevcim bu fikre alışacak ve çabuk unutacak. Ben daima annenizin yanında bulunuyordum. O, bana aşağıdakilerden bahsediyordu; çünkü geçirdiği eziyetli hayata rağmen onları seviyordu. Son gece beni öptü ve mırıldandı: ‘Çocuğum da ölürse benimle beraber bir mezara konulmasını isterim; sevgili David’e deyiniz ki annesi ölüm döşeğinde onu bin kere takdis etti. İyi yürekli Peggotty! Bana yaklaşınız; kolunuzla başımı tutunuz; sizi görmek istiyorum.’ dedi ve uykuya dalan bir çocuk gibi sükûn içinde öldü.”
Kabirde uyuyan anne; benim küçük çocukluğumun annesiydi. Yanında yatan küçücük mahluk, vaktiyle onun kolları