Eğer bu roman, 1880’de değil de günümüzde yayınlanacak olsaydı, bazı eleştirmenler hiç kuşkusuz Ben-Hur’u bir “yol romanı” olarak nitelendirirken, diğerleri onu bir arayış hikâyesi olarak tanımlarlardı ve her iki örnekte de bu eleştirmenler haklı olurdu. Yahuda Ben-Hur Akdeniz dünyasında, Kudüs’ten, Nasıra köyünden geçip, onu Ege’de Nakşa Adası yakınlarındaki gemi kazasına götüren kalyonlara, oradan Roma, Yahudiye, Suriye, tekrar Kudüs ve sonunda Roma’ya seyahat ederek yol romanı kavramını karşılamaktadır. Yahuda’nın yolculuğu, bazı aralıklarla, bir başka gezgin olan İsa’nınkiyle çakışmaktadır. Yahuda ve İsa farklı yolların gezginleridir, ama her ikisininki de keşif, aydınlanma ve -Yahuda’nın yolculuğu- arınma, kurtuluş ve tamamlanma yoludur. Kitabın yayınlanmasından sonraki ilk on yılda Amerikalı okurlar, romanın sekiz kitabında farklı yerlerde ya da zaman akışı gösteren genel yapısında doğrulandığı gibi, Ben-Hur’u zamanda ve coğrafi engellerde bir yolculuk olarak okumuşlardır. Buna karşın aynı zamanın İngiliz okurları, onu sınıf ve hiyerarşi engellerinden geçiş romanı olarak okumuşlardır. Amerikalı okurlar için bu engeller aşılabilir ya da geçilebilir olarak görülmektedir.
Ben-Hur aynı zamanda bir arayıştır da. Yahuda, Messala ile olan arkadaşlığını yenilemenin peşindedir, ama bu arayış sırasıyla, Messala’dan intikam alma, özgürleşme, kimliğinin ve mirasının geri kazanılması, annesiyle kız kardeşinin hapishane ve hastalıktan kurtarılmasına dönüşmüştür. Bir aşk arayışıdır, Yahuda’nın doğru bir eş seçimi ihtiyacıdır ve hepsinden de öte bir baba arayışıdır. Hur yuvasının kurucusu olan, uzun zaman önce ölen, öz babasından sonra Yahuda bir dizi geçici vekil babayla karşılaşır -Quintus Arrius, Simonides, Şeyh İlderim, Baltazar- ta ki İsa’yı ruhani babası olarak kabul edene kadar. Hayatı da İsa’nınkine benzemektedir; o da Ben-Hur gibi, geçici vekâlet eden bir ebeveynden ilahi ebeveynine doğru yolculuk etmektedir. Romanın başka bir yerinde etkili ve başarısız babalık örnekleri ortaya çıkmaktadır. Simonides, Esther için akıllı ve cömert bir babadır; Baltazar ise bilgeliği ve örnek oluşuyla, sahtekâr ve hırslı İras’ı etkileyememiştir. Ama bu kitap sadece düşünsel ya da ruhani bir arayış veya gelişme romanı değildir. Yahuda bir seferde sadece bir şey yapabilen ve sadece bir şey düşünebilen bir eylem adamıdır.
Romanın alt başlığı olan Bir İsa Hikâyesi, Ben-Hur’un bir eylem arayışı olduğu kadar ahlaki ve ilham verici bir hikâye olduğunu da ortaya koymaktadır. Bu yüzden de, Yahuda’nın intikam alma arzusu tatmin edildiği anda hikâyenin bitmemesi önemli bir noktadır. Ancak üç kitap sonra okura tam ve sağlıklı bir ailenin son tablosu sunulmuştur. İyileşme fiziki olduğu kadar ruhani de olmalıdır. Ben-Hur on dokuzuncu yüzyılda, özellikle son on yıllarında yükselişe geçen, başlıcası İngiliz ve Amerikalı olan güçlü kültürlerin içindeki muhalefetin, bölünmenin, ideolojik ve ahlaki zıtlıkların, aynı zamanda bu çelişen unsurların, hiçbir hasar vermeden o toplumla bağdaştırılmasının anlatıldığı düzyazı ve dramatik edebiyat alanına aittir. Hem İngiltere hem de Amerika hâlihazırda ya da yükselmekte olan görkemli kültürler olduklarından, bu tür keşifler için sevilen metaforlardan biri Roma İmparatorluğu’dur ve bu efsanevi topraklar, her bir kültür, on yıl, sınıf ve ideolojinin kendi endişelerini, korkularını, fantezilerini, dürtülerini ve distopik bakışlarını üzerine yazdıkları boş bir kâğıt hâline gelmiştir. Kitap ve oyun yazarları, ressamlar, tarihî açıdan ve popüler tasavvurda, Hristiyanlara işkence edilmesiyle ilişkilendirilen Neron ve Domitianus gibi Julio-Claudian imparatorların hüküm sürdükleri imparatorluğa ilgi duymuşlardır.
Bu metafor ve değerlerin konumlandırılması kısaca şöyle tarif edilebilir: Roma, soylu kültürü, merkezileştirilmiş yetkisi ve siyasi gücü, askerî başarıları, Stoacılık ve özverisi, zenginliği, zarafeti ve geniş yasal yapısıyla, iyi niteliklerle ilişkilendirilmektedir. Tersine, Roma’nın çöküşü, kötülük, fethedilmiş halkların sindirilmesi, gayriresmî ve yıkıcı mezheplerin ve doktrinlerin zulümleri hoş karşılanmamıştır. Muhalefet genellikle bir anlamda yabancı olan ya da Roma hâkimiyeti tarafından haklarından mahrum edilmiş karakterler vasıtasıyla temsil edilmiştir: Bilgili ve kültürlü Yunanlılar; eski yasalara itaat eden ve tek Tanrı’ya inanan Yahudiler; kırılgan, içgüdüsel olarak ahlaklı ve prensipli, aile ve ev alışkanlıklarını koruyan kadınlar; dürüst, iş ahlakı olan, aşırı lüksü ve savurganlığı sevmeyen işçi sınıfı. Karşıtlar, hükmeden, rahatına düşkün, güçlü soylu erkekler (bazıları ahlaki eylemlere ve yüce düşüncelere muktedir olduklarından habersiz); kinik, nükteli (genellikle kinizmle eş tutulur ve Viktorya dönemi düşüncesine göre kinizm, ateizme tehlikeli bir yakınlık içinde durmaktadır) fırsatçı, cinsel açıdan serbest ve yırtıcı, soylu kadınlar; dalkavuk köleler, yozlaşmış rahipler ve tehlikeli boyutlarda hırslı saray mensupları. Böylelikle Roma İmparatorluğu toplumu, siyasi ve sosyal gündeme modern unsurlar -imparatorluğa kısıtlamalar getirilmesi, “Yeni Kadın” ve “Kadın Sorunu”, özgürleşme ve oy hakkı, eşit sendikalaşma- yerleştiren insanlarla benzeşen kişiler içermektedir.
Bu karakterlerin bazı karmaları -Romalı yetkililer ve yozlaşmış rahipler, kadınlar, Yahudiler, Yunanlılar- âdet olduğu üzere geç Victoria döneminde “toga oyunlar” ya da “toga romanlar” olarak tanınan bir türde, zıtlıklar içinde bir araya gelmektedirler. Bu genelleyici başlıklar kısmen alaycıdır, ama aynı zamanda bu türlerin gücünü ve daimi popülerliğini de kabul eder. Başlıca toga romanlar, Edward Bulwer Lytton’ın, benzetmeler kullanarak İlk Halkın Temsili Yasası zamanında İngiltere’nin durumunu ve sosyal bölünmesini ele alan Pompei’nin Son Günleri (1834); Kardinal Nicholas Wiseman’ın, Victoria dönemi ortalarındaki Protestan İngiltere’de Romalı İngiliz Katoliklerin güç durumdaki bir azınlık olarak ele alındığı Fabiola ya da Katakomp Kilisesi (1854); George John Whyte-Melville’in, İngiliz askeri kahramanlıklarını da öven, cinsel ve siyasi entrika romanı Gladyatörler: Bir Roma ve Yahudiye Hikâyesi (1863); General Lew Wallace’ın, toga romanının pek çok kaygısını Amerika’ya ve bazı yeni Amerikan endişesini de ekleyen Ben-Hur: Bir İsa Hikâyesi (1880); Henryk Sienkiewicz’in, yeni ortaya çıkan Hristiyanlığı Roma düşüncesi ve yüzyıl sonu belirsizlikleri bağlamında konumlandırmaya çalışan Nereye Gidiyorsun? (1896) olarak sayılabilir. Toga dramaya Amerikan sahnesinin katkısı, Robert Montgomery Bird’ün Gladyatör’ü (1831), Lytton’un Pompei’nin Son Günleri’nin Louisa Medina tarafından uyarlaması (1835) ve son olarak Ben-Hur’un William Young tarafından uyarlaması (1889) ile temsil edilmektedir. İngiliz toga draması, Wallace’ın ve Sienkiewicz’in romanları ve Young’ın Ben-Hur sahne eseriyle aynı olağanüstü uluslararası popülariteyi paylaşan Wilson Barrett’in Haç İşareti (1895) ile örneklendirilebilir. Bu popülarite üç romanı da sessiz sinemaya ve sonrasında sesli sinemaya taşımıştır.
Bütün toga edebiyatında Roma zulmünün tehdidi ya da gerçeği ve masum, ahlaklı kadınlar vasıtasıyla hızlandırılan (ve aynı şekilde baştan çıkarıcı kadınların ahlaksız ilerleyişleri tarafından tehlikeye sokulan), önceki, dogmatik olmayan Hristiyanlığa dönüş vardır. Victorialılar böylesi kaos dönemlerinde uzun vadeli, sağlam aileler ve görgü kuralları yaratmak ve korumak için gereken güçlü disiplini erdemli kadınlarda konumlandırmışlardır. Çoğu toga edebiyatında nihai ya da kesin hesaplaşmalar, aç ve delirmiş vahşi hayvanların muhalifleri parçalayacakları ya da bir gladyatör müsabakası veya araba yarışının hayatta kalmayı veya alternatifi olan şehitliği belirlediği kamusal alanda yer alır.
Yazar Lew Wallace ve Ben-Hur’un yaratılma geçmişine ilişkin bilgilerimizin çoğu, ölümünden bir yıl sonra 1906’da yayınlanan iki ciltlik otobiyografisinden gelmektedir. Bu eser üçüncü