“En yüce varlığın kendi elleriyle kalbinin derinliklerine gömdüğü doğanın dinine inan.
Sahip olduğu samimi sadeliğiyle ruhunun, Tanrı’nın sonsuz öfkesinin kurbanı olmayacağına inan.
İnan ki Tanrı’nın tahtının önünde, her zaman, her yerde en değerli şey vicdan sahibi olanların kalbidir.
İnan ki Tanrı’nın gözünde mütevazı bir Budist rahip, hayırsever bir derviş, acımasız bir Jansenistten ya da gözünü hırs bürümüş bir piskopostan daha değerlidir.
Ah! Ona hangi isim altında dua ettiğimizin ne önemi olabilir? Tüm hürmetler ona sunulur fakat hiçbiri onu onurlandırmaz.
Bir tanrının, bizim gayret dolu hizmetlerimize ihtiyacı yoktur.
Eğer onu gücendirmek mümkünse bu ancak vicdansız edimlerle gerçekleşir.
O, bizi, yaptığımız fedakârlıklara göre değil, sahip olduğumuz erdemlere göre yargılar.”
Voltaire ve hanım arkadaşı Hague yollarındaydı. Hanımefendi buraya aile bağlarıyla bağlıydı, Voltaire’in Hague’la olan ilişkisiyse fayda sağlayacak birtakım edebi işler üzerine kuruluydu. Bu seyahatin amacı Hague’da, Paris’te ve diğer başkentlerde IV. Henri’yle ilgili yazdığı şiirin basımını ve abonelikleri ayarlayabilmekti. Gerekli ayarlamalar yapılırken utanç içinde terk edip ünlü ve sevilen biri olarak yeniden ziyaret ettiği bu şehri gözlemleme şansına erişti. Hollanda’nın sahip olduğu siyasi ve dini özgürlük, keyfini yerine getirmişti. Burada her türlü inanca saygıyla yaklaşılıyordu. Eğer Hague operasındaki oyunun tadı tuzu yoksa, Voltaire’in neşeyle aktardığına göre, “Kalvinistlerle, Arminyanistlerle, Sokinyanistlerle, Hahamlarla, Anabaptistlerle; her türden dinin vaizleriyle,” teoloji tartışabilirdi.
Faal ve çalışkan Amsterdam’da da durum farksızdı. Paris’in uçarılığı ve saraylılarla dolu Versay’la karşılaştırıldığında ne büyük bir tezat çıkmaktaydı ortaya! Yarım milyonluk nüfusunda “başıboşluk, yoksulluk, züppelik ya da küstahlıktan tek bir iz bile yoktu,” diye yazmıştı eve döndüğünde. “Pansiyonerle (Eyalet Başkanı) yolda, kalabalığın içinde karşılaştığımızda yanında ne uşakları ne de yağcıları vardı. Hiç kimsenin hiç kimseye hürmet ve sadakat gösterme zorunluluğu yokmuş gibi görünüyordu. Prens geçerken kimse onu görebilmek için sıraya girmiyordu.” Voltaire’in sarf ettiği bu sözler, Fransız kraliyetine verdiği gerçek değeri anlamamıza yardımcı olmaktadır. Paris’e dönüş yolunda Oedipe’i okuyup hayran kalan sürgün Bolingbroke’un ikamet ettiği, Orleans yakınlarında yer alan şato La Source’a uğramıştı. Ünlü İngiliz’le gerçekleştirdikleri sohbetler Voltaire’i büyülemişti. “Bu adam,” diye yazmıştı, “ülkesinin tüm bilgeliğiyle ülkemizin tüm inceliğini bir araya getirmiş,” ve böylece, Voltaire’in benzetmesiyle “Perikles-Bolingbroke” haline gelmişti. Buna karşın ilerleyen yıllarda Bolingbroke’un çalışmalarının meyveden çok yaprak verdiğini yazacaktı. Doğal olarak IV. Henri üzerine yazılan şiirin müsveddeleri Bolingbroke’a gösterilmişti. İngiliz, bu şiiri göklere çıkarmış, Voltaire de bu durum karşısında mest olmuştu. Ne var ki, beğenilerini gizlemeyenlerin övgülerinin ya da Voltaire’in eseri için kullandığı nüfuzun zavallı şaire hiçbir getirisi olmamıştı. 1723’ün başlarında Paris’e dönüşünün hemen ardından telifinin güvence altına alındığına dair resmi izni alabilmek şöyle dursun, Fransa’da herhangi bir kitabın dolaşıma girebilmesi için gerekli olan resmi izin talebinin dahi reddedildiğini öğrenmişti. Voltaire, bağnazları rahatsız edebilecek kısımları yumuşatmak için çok fazla çaba sarf etmişti.
Hatta kahramanının Roma diniyle ilgili konuşmasını dini hakikatin sapkınlığa karşı zaferi olarak sunacak kadar ileri gitmişti. Buna karşın eseri yayımlamak için uygun bulmayan yetki ya da nüfuz sahibi kişileri ikna etmek için talihsiz şairin yapması gereken daha çok şey vardı. Yapılan tüm değişikliklerin ve eksiltmelerin ardından geriye kalanlar; Protestan mücahidin şairin kahramanı olarak seçilmesi, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’e sunulan övgüler, Papalık eşrafına yönelen kötülemeler, bağnazlığı ve fanatizmi hedef alan ardı arkası kesilmeyen protestolar, genelde ve Aziz Bartholomew Günü Katliamı özelinde kanlı zulümlere ilişkin suçlamalardı. Abonelik ücretleri abonelere geri ödenmişti. Voltaire’in, ülke tarihinin heyecan verici bir dönemini tema olarak belirlediği bir ulusal destan ortaya koyma çabası da böylece çöpe gitmiş gibi görünüyordu. Kendisine yapılan bu büyük yanlışın müsebbibleri olan Kilise ve mensuplarına karşı neler hissetiğini tahmin edebilmek güç değil.
Voltaire içten içe hayal kırıklığına uğramıştı fakat bu olay karşısında affalayıp kalmamış, şiirinin gizlice basılıp elden ele dolaştırılmasına karar vermişti. De Berniéres çiftinin kır evinin bulunduğu La Riviére-Bourdet’ye yakınlığından dolayı basım yeri olarak Rouen’ı seçti. Çok geçmeden baskı ve ciltleme işlemlerinin oldukça cüzi miktarlar karşılığında gerçekleştirilmesi için ayarlamaları yapmış olduğu bu şehre geçmişti. 1724 yılının başlangıcıyla birlikte La Ligue ou Henri le Grand. Poéme épique par M. de Voltaire’in bir kâğıdın sekizde birine denk gelecek büyüklükte, ince, ciltlenmiş birkaç kopyası Bayan Bernieres’i kasabaya getiren arabaya eşlik eden bir mobilya arabasına yüklenerek Boulogne’un ünlü ormanında güvenilir bir alıcıya teslim edilmiş; bu alıcı aracılığıyla da başarılı bir şekilde Paris’e kaçak olarak sokulmuştu.
Fransa’nın ulusal destanı olma özelliğini taşıyabilecek basılı haldeki tek şiirin ilk okurlarına ulaşması işte bu şekilde kaçak olarak gerçekleşmişti. İlk basım 2000 kopyadan oluşuyordu ve bir kısmı çok geçmeden dolaşıma girmiş, okunduğu her yerde övgüyle karşılanmıştı. Şiirin, yetkililerden gerekli izni alamamasına neden olan kısımlar birçok okur için şiirin en etkileyici kısımları olarak görülüyordu.
Bu sırada, Dubois’nın ölümünden birkaç ay sonra, 2 Aralık 1723 tarihinde Orleans Dükü hayatını kaybetti. Zamanının en güzel Fransız kadınlarından birisi olan metresi Prie Markizi’nin güdümünde hareket eden, aptal olduğu kadar çirkinliğiyle de dikkat çeken Condé Hanesi’nin reisi Bourbon Dükü, Fransa’nın yeni başbakanı olmuştu. Voltaire, Markiz’e takdim edildi. Markiz’e okuduğu dizeler ve diğer güzel şeylerle kadının takdirini kazanmıştı. Böylece Voltaire’e, Fontainebleau’de bulunan evinde kalabileceği bir yer vermişti. Genç Fransa Kralı, Polonya’nın eski kralı Stanislaus’un