Son derece coşkulu bir şiir olan bu yapıtta yer alan vatansever duygularla bezeli ifadeler, evinde geçirdiği bahar tatillerinde ya da başka vakitlerde ülkesini ilgilendiren İspanya Veraset Savaşı tehlikesini işitmiş olması kuvvetle muhtemel bu zeki ve duyarlı çocuğun özgün yanını yansıtıyordu. Bu şiirin yazıldığı 1708 yılının sonlarında Fransa, her türden felaketle boğuşmaktaydı. Fransa’nın Oudenaarde’daki zaferinin ardından (11 Temmuz 1708) Marlborough ve Eugene, Lille’i ele geçirmişti. Lille’in düşüşü (23 Ekim) müttefiklere Paris’e giden yolu açmış gibi görünmekteydi. Yetişkin bir adam olduğunda Voltaire, o döneme ait çocukluk anılarını anımsayarak bu haberler karşısında dehşete kapıldığını ifade edecekti. Genç Arouet’nin söz konusu dönemde görüp hissettiklerinin yetişkin Voltaire’in savaş hakkında sıklıkla dile getirdiği iğrenmeye kaynaklık etmiş olduğu söylenebilir. Fransa, düşman tehlikesine ek olarak bir de doğal nedenlerden kaynaklanan kıtlıkla mücadele etmek zorunda kalmıştı. Kolejin kilerinde bulunan beyaz ekmeklerin yerini siyah ekmek alınca cömert Mösyö Arouet, genç ve hassas oğlunun böyle bir beslenme değişikliğine maruz kalmaması için okula yüz livre bağışlamıştı.
Louis-Le-Grand Koleji’nde son zamanlarını geçiren genç Arouet’nin okuldan ayrılan genç arkadaşına yazmış olduğu mektuplar, nispeten yakın bir geçmişte bulunarak yayımlandı. Bu mektuplar, genç şairin St. Geneviève’e yazdığı şiirin birkaç yıl sonrasında, 16- 17 yaşlarındayken kilise yasalarına karşı gelişen tavrına dair küçük fakat açık emareler barındırıyor. Oldukça kibar, sevecen bir dille yazılan söz konusu mektuplar, çok ufak da olsa okul dedikodularına yer verilmiş olması bakımından olumsuz bir yana da sahiptir. Nispeten daha dindar görüşteki okul arkadaşlarının sahip olduğu ve okul yaşamında da görülen dini adanmışlığa yönelik bir küçümsemeyi az da olsa görmek mümkün. Mektuplardan biri şu imayla başlıyor: “İnzivadan yeni çıktım, ölümüne yorgunum, sırtımda elli vaazın yükü var.” Arouet’nin ve mektup arkadaşının kilise öğretisine karşı gelmeyi düşündüklerine dair kulağına gelen bir ima karşısındaki tavrını anlatırken “Ona şöyle cevap verdim,” diyor, “O tarz bir yaşam için yeteri kadar erdemli değildim, sen de böyle bir ahmaklığa düşmeyecek kadar zekisin.” Sözlerine, “hakkında bilgi sahibi olmadıkları cazibe dünyasının tehlikeleri ve tatsız yanlarını öngöremedikleri dindar yaşamın zevkleri üzerine kafa yorduktan sonra” kariyer tercihini ruhban olma yönünde kullanan iki arkadaşıyla alay ederek devam ediyor. Bu dindar genç adamların karşılaşacakları tek zorluk, hangi kilise tarikatına katılacaklarına dair verecekleri karardı, “bu suç diyarından ayrılabilecekleri herhangi bir hayat tarzı onlar için iyi görünüyordu, tabii adına inzivaya çekilme ya da keşişlik denilen hayat tarzı dışında. 15 dakika içinde tüm tarikatları sırayla gözden geçirdiklerinde tarikatların hepsi öyle çekici gelmişti ki sanki seçmedikleri için pişman olmayacakları herhangi bir tarikat yok gibi görünmekteydi. Tıpkı iki demet ot arasında kalıp açlıktan ölen Buridan’ın eşeği gibi bu kararsızlık halinde sonsuza dek kalabilirlerdi.” Neyse ki kararı talihe bırakmayı akıl etmişlerdi. “Böylece, atılan zar birinin Karmelit diğerininse Cizvit olmasına karar verdi,” diye sonuca bağlıyor genç hicivci.
Günümüze ulaşan bu mektupların sonuncusu bahar tatiline çıkılmadan önce gerçekleşen yıl sonu törenlerinden birinde yazılmıştır. Yıl sonu olması sebebiyle, Paris’in ileri gelenlerinin katılımlarıyla onurlandırmayı alışkanlık haline getirdikleri, ahlaki dersler içeren ve dini içerikli bilindik bir oyun, birkaç öğrenci tarafından sergilenmekteydi. Bu temsilin genç Arouet’nin dramatik içgüdüleri üzerinde nasıl bir etkisi olduysa, bu olayla ilgili olarak eşine başka yerde rastlanmayan göndermelerde bulunmuştur. Mektup arkadaşına oyunda nasıl olduysa düşüveren iki keşişin bulunduğunu belirtip “Sanki yalnızca bizleri eğlendirmek için gelmişler gibi birbirlerinin boyunlarını kırdılar,” diye ekler genç muhabir, bu felaket karşısında kıkır kıkır güldüğüyse şüphe götürmez. Genç Arouet, şiirler ya da başka yollarla Cizvit hocalarının dini adanmışlığını ne ölçüde benimsemiş olursa olsun, Louis-le-Grand’dan 17 yaşında ayrıldığında çok büyük olasılıkla kararlı bir şüpheciydi.
Ikinci Bölüm
(1711 – 1716)
Kolejden döndüğünde babası onun baro için hazırlanmasını arzu etmişti, kendisi bir avocat olarak göçüp gittiğinde oğlunun avukatların en üst sınıfında yer alabilmesini sağlamaya niyetliydi. Genç adam buna uygun olarak gereken hukuk derslerine katılmıştı; fakat katılmasının asıl sebebi, Fransa’da halen aynı şekilde gerçekleştirilen hukuk çalışmalarına karşı duyduğu tiksintiyi artırmaktı. Yıllar sonra yazmış olduğu hayal ürünü bir diyalogda “Ben Paris’e aitim ve beni üç yıl boyunca Antik Roma hukuku çalışmaya mahkûm ettiler,” diyordu Voltaire iyi bir avukatın ağzından. Arouet, zamanının çoğunu, henüz okul çağındayken vaftiz babası tarafından takdim edildiği “Tapınak Topluluğu” adı verilen bir cemiyetin sevilen, sempatik misafiri olarak geçiriyordu. Bu topluluk, aralarında özgür düşünce yapısına ve Anakreon4 tarzı şiir üslubuna sahip Abbé de Chaulieu’nün (epey büyük kazanç karşılığında) saray şairi olarak hizmet ettiği Sully Dükü gibi önemli kişilerin, Epikürcü nüktedanların ve şairlerin bulunduğu bir topluluktu. Genç protégéleri5 zeki, nüktedan ve adabımuaşeret ehliydi; bununla birlikte zarif, sempatik ve etkileyici dizeler yazmakta üstüne yoktu. Kendisinden yüksek sosyal konuma sahip dost canlısı arkadaş grupları tarafından kabul görüyor olmaktan zevk alıyordu. Onu, eski kafalı ahlak kurallarıyla ve Versay Sarayı maiyetinin kasvetli dindarlığıyla alay etmesi için cesaretlendiriyorlar, genç yaşlı tüm Fransızların tek gerçek dini olan “zevk” tanrıçasına tapmaya davet ediyorlardı. Arouet’nin hukuk eğitimini ihmal etmesinden ve hayata dair umursamazlığından rahatsızlık duyan babası onu Caen’e, “Normandiya’nın Atina’sı”na gönderdi; Arouet burada iyi karşılanmış fakat hemen ertesinde “ahlaka ve dine karşı gelen dizeler” okuduğu için utanç kaynağı olarak görülmeye başlamıştı. Mösyö Arouet, oğlunun bu yaramazlıklarıyla nasıl başa çıkacağını düşünüp işin içinden çıkamazken