Türk masalları. Ignác Kúnos. Читать онлайн. Newlib. NEWLIB.NET

Автор: Ignác Kúnos
Издательство: Maya Kitap
Серия:
Жанр произведения:
Год издания: 0
isbn: 978-625-8068-19-1
Скачать книгу
bir oğlu bilsin, derdine derman olsun.”

      Devler genç adamı alıp teyzelerine götürmüşler ve neden geldiklerini anlatmışlar.

      Devlerin teyzesinin altmış oğlu varmış. Teyze de Üç Turunçlar’ın yerini bilmediğinden, oğullarının dönmesini beklemiş. Yeni oğluna bir zarar gelmesin diye de onu bir dokunuşla çömleğe çevirmiş.

      Devler eşikte belirir belirmez “İnsan eti kokusu alıyoruz anne!” diye haykırmışlar.

      Anneleri, “Daha önce yediğiniz insanların kalıntıları dişlerinizin arasındadır,” demiş. Sonra onlara dişlerini temizlesinler diye kocaman odunlar vermiş ki başka şeyler de yiyebilsinler. Yemeğin ortasında ihtiyar kadın çömleğe dokunmuş. Altmış dev, ufacık insan kardeşlerini görünce çok sevinmiş. Onu masaya davet etmişler ve canı ne çekerse hemen söylemesini istemişler.

      Ertesi sabah uyandıklarında anneleri altmış oğluna, “Evlatlarım,” demiş. “Bu delikanlı Üç Turunçlar’a âşık olmuş. Ona Üç Turunçlar’a giden yolu gösteremez misiniz?”

      “Biz yolu bilmiyoruz,” diye cevap vermiş devler. “Ama belki ihtiyar büyük teyzemiz bu konuda bir şeyler biliyordur.”

      “O hâlde bu delikanlıyı ona götürün,” demiş anneleri. “Teyzenize söyleyin, ona saygı göstersin. Bu genç adam benim oğlumdur, o da oğlu bilsin ve ona sıkıntısını gidermesi için yardımcı olsun.”

      Böylece devler Şehzade’yi büyük teyzelerine götürmüş ve ona her şeyi anlatmışlar.

      “Ne yazık ki ben de bilmiyorum yavrularım!” demiş ihtiyar mı ihtiyar olan büyük teyze. “Ama akşama kadar beklerseniz doksan oğlum eve dönecek. Onlara sorarım.”

      Bunun üzerine altmış dev, Şehzade’yi orada bırakarak evlerine dönmüşler. Büyük teyze, akşam çökerken genç adama dokunarak onu bir süpürgeye dönüştürmüş ve kapının arkasına yerleştirmiş. Az sonra doksan dev eve dönmüş. Onlar da insan eti kokusu almış ve dişlerinin arasından insan parçaları çıkarmışlar. Yemeğin ortasında anneleri, insan bir kardeşleri gelse ona nasıl davranacaklarını sormuş oğullarına. Devler onun tırnağına bile zarar vermeyeceklerine yumurtalar üzerine söz verince anneleri süpürgeye dokunmuş ve Şehzade devlerin önünde belirmiş.

      Dev kardeşler ona nezaketle yaklaşmış, sağlığını sormuşlar ve nefes alacak zaman bile tanımadan içtenlikle yiyecek ikram etmişler. Herkes sofradayken anneleri devlere Üç Turunçlar’ın yerini bilip bilmediklerini sormuş ve yeni kardeşlerinin onlara gönül düşürdüğünü anlatmış. Doksan devin en küçüğü neşeyle ayağa fırlayarak Üç Turunçlar’ın yerini bildiğini söylemiş.

      “Madem biliyorsun,” demiş annesi, “bu oğlanı oraya götür de periler kalbinin arzusunu yerine getirsin.”

      Ertesi sabah gün doğarken devlerin en küçüğü şehzadeyi yanına almış, neşeyle yola düşmüşler. Yürüdükçe yürümüşler. En sonunda küçük dev şöyle demiş: “Kardeşim, az sonra büyük bir bahçeye varacağız. Aradığın periler de oradaki çeşmede yaşarlar. Sana ‘Gözlerini kapa, gözlerini aç!’ dediğimde gördüğünü hemen yakala.”

      Biraz daha ilerleyip bahçeye varmışlar. Dev, çeşmeyi görür görmez Şehzade’ye, “Gözlerini kapa, gözlerini aç!” demiş. Şehzade de ona söyleneni yapmış ve kaynağın fokurdadığı yerde, suyun üzerinde yüzen üç turunç görmüş. İçlerinden birini aldığı gibi cebine atmış. Dev bir kez daha “Gözlerini kapa, gözlerini aç!” demiş. Şehzade yine söyleneni yapmış ve ikinci turuncu da cebine koymuş. Üçüncü turuncu da aynı yolla ele geçirmiş. “Bundan sonra dikkatli ol,” demiş dev. “Sakın suyun olmadığı bir yerde keseyim deme bu turunçları. Yoksa pişman olursun.” Şehzade dikkatli olacağına söz vermiş, sonra da ayrılmışlar. Biri sağa gitmiş, diğeri sola.

      Şehzade yürümeye başlamış. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Sonunda bir kum çölüne varmış. O sırada aklına turunçlar gelmiş. Birini çıkarıp kesmiş. Keser kesmez içinden periler kadar güzel bir kız çıkıvermiş. Ayın on dördü gibi parlıyormuş kız. “Allah aşkına bana bir yudum su!” diye haykırmış. Ancak etrafta suyun damlası bile yokmuş. Kız silinip gidivermiş. Şehzade derin bir kedere gömülmüş ama çare de yokmuş, olan olmuş.

      Şehzade yeniden yola koyulmuş. Bir süre daha gittikten sonra “Kalan turunçlardan birini daha kesebilirim,” diye düşünmüş. İkinci turuncu cebinden çıkarmış, kestiği gibi içinden güzeller güzeli bir kız çıkıvermiş. O da çaresizce bir yudum su dilense de Şehzade’nin ona verecek suyu yokmuş. İkinci kız da yok olup gitmiş böylece.

      Şehzade, “Üçüncüye gözüm gibi bakacağım,” diye ağlaya ağlaya yoluna devam etmiş. Gitmiş, gitmiş, sonunda bereketli bir su kaynağına varmış. Suyundan içip susuzluğunu dindirmiş. Sonra da “Artık üçüncü turuncu kesebilirim,” diye düşünmüş. Turuncu çıkarıp kestiği gibi içinden önceki iki kızdan katbekat güzel bir kız çıkmış. Kız su ister istemez Şehzade ona kaynağı göstermiş, su içirmiş. Kız kaybolmamış bu kez, Şehzade’nin yanında kalmış.

      Fakat kız anadan üryanmış. Şehzade onu bu şekilde şehre götüremeyeceğinden kıza suyun hemen yanındaki ağaca çıkmasını söylemiş. O da şehre gidip kıza üst baş alacak, bir de at arabası getirecekmiş.

      Şehzade yoluna gittikten biraz sonra, zenci bir köle testisini doldurmak için suya yanaşmış. Ağaçtaki perinin sudaki yansımasını görünce, “Şuraya bak,” demiş kendi kendine. “Gencecik bir kızsın sen. Hem hanımından da çok daha güzelsin. Onun bana su taşıması gerek, benim ona değil.” Elindeki testiyi yere çalıp parçaladığı gibi eve dönmüş. Hanımı testinin nerede olduğunu sorunca köle, “Ben senden çok daha güzelim. Senin bana su taşıman gerek, benim sana değil,” diye cevap vermiş. Hanımı aynayı kaptığı gibi kadına doğru tutmuş. “Aklını kaçırdın herhâlde,” demiş. “Şu aynaya bak hele!” Köle aynaya bakınca çirkin yüzünü görmüş. Hiçbir şey demeden başka bir testi alıp yeniden suyun başına dönmüş. Tam testiyi dolduracakken suyun yüzeyinde yine genç kızın yansımasını görüp kendisi sanmış.

      “Doğruyu söylüyorum işte,” diye haykırmış. “Hanımımdan çok daha güzelim ben.” Böylece testiyi yine parçalara ayırarak evin yolunu tutmuş. Hanımı yine neden su getirmediğini sorunca, “Çünkü ben senden çok daha güzelim. O yüzden sen bana su getirmelisin,” demiş.

      “İyice delirdin sen,” demiş hanımı. Aynayı çıkarıp kölesine doğru tutmuş. Köle kız aynadaki yüzünü görünce bir testi daha alıp üçüncü kez kaynağın yolunu tutmuş.

      Suda yine genç kızın yüzü belirmiş. Ama bu kez köle tam testiyi kıracakken genç kız ağacın üzerinden ona seslenmiş. “Testileri kırıp durma, suda gördüğün benim yüzümdür. Kendi yüzünü de görebilirsin orada.”

      Köle başını kaldırıp bakınca müthiş güzellikteki genç kızı görmüş. Hemen yanına tırmanarak ona tatlı sözler söylemeye başlamış. “Ah benim altın kızım, orada onca zamandır çökmekten bacaklarına kramp girecek. Gel de başını yasla, dinlen!” Genç kız bu sözler üzerine başını köle kızın göğsüne dayamış. Onu sinesinde hisseden köle ise bir iğne çıkararak genç kızın kafasına batırmış. Turunç kız birdenbire bir kuşa dönüşmüş ve pırrr diye uçup gitmiş. Köle, ağaçta bir başına kalmış.

      Şehzade sağlam bir araba ve güzel kıyafetlerle geri dönüp de ağaca baktığında simsiyah bir yüz görmüş