Onlar gittikten biraz sonra geyik ormandan koşarak gelmiş, ağaca bakmış ve kardeşine neler olduğunu sormuş. Kız, ağaçtan inmediğini, adamların da ağacı kesmeye çalıştıklarını söylemiş. “İyi yapmışsın,” diye yanıtlamış geyik. “Bundan sonra da sana ne derlerse desinler sakın inme.” Geyik ağaca yaklaşıp gövdesini yalayınca ağaç bir anda öncekinden de sağlam ve kalın bir hâle gelmiş.
Ertesi gün geyik, yiyecek bulmak için bir kez daha kardeşinin yanından ayrıldığında, Padişah’ın adamları gelmiş ve ağacın gövdesinin eskisinden de kalın ve sağlam olduğunu görmüşler. Ağacı baltalamaya başlamışlar yine. Neredeyse yarısına gelene kadar balta sallayıp durmuşlar ama yine akşam çökmüş ve işin kalanını sabaha bırakarak evlerine dönmüşler.
Ardından geyik bir kez daha gelip ağaçtaki boşluğu diliyle yalayınca bütün emekleri boşa gitmiş. Ağaç hiç olmadığı kadar kalın ve sert bir hâl almış.
Ertesi sabah erken saatlerde, geyiğin ayrılmasından hemen sonra Padişah ve oduncuları yeniden ağacın yanına gelmiş. Ağaç gövdesinin yeniden birleştiğini, üstelik daha kalın ve daha sert olduğunu görünce başka yöntemler kullanmaya karar vermişler. Böylece yeniden evlerine dönüp meşhur bir cadıyı çağırtmış, ona ağaçtaki kızdan bahsetmişler. Kurnazlığa işleyen aklını çalıştırıp kızı aşağı indirirse Padişah’ın ona büyük bir ödül ihsan edeceğini söylemişler. İhtiyar Cadı meseleye hemen el atmış. Demirden ocağını, kazanını ve birkaç çeşit çiğ eti alarak kaynağın yanına gitmiş. Üç ayaklı ocağını yere, kazanı ise onun üzerine yerleştirmiş. Ama ters olarak! Sonra kaynaktan su almış. Kazana değil de hemen yanındaki toprağa dökmüş. Sonra da körmüş gibi gözlerini kapamış.
Genç kız, kadının gerçekten kör olduğunu düşünerek ağaçtan ona seslenmiş. “Sevgili teyzeciğim! Kazanı oraya ters koydun. Suyu da yere döktün.”
İhtiyar kadın, “Ah, tatlı kardeşim!” diye haykırmış. “Gören gözlerim yok ki doğrusunu yapayım. Yanımda kirli çamaşırlarımı getirmiştim. Allah aşkına aşağı in de kazanı düzelt. Şunları yıkamama da yardım et.” Genç kızın aklına küçük geyiğin sözleri gelmiş ve aşağı inmemiş.
Cadı ertesi gün tekrar gelmiş. Ağacın yanında tökezlemiş, bir ateş yakmış ve ayıklamak üzere bir yığın yiyecek çıkarmış. Ama eleğe yiyecekleri değil de külleri koymuş. “Zavallı akılsız ihtiyar!” diye içlenmiş genç kız şefkatle. Sonra ağaçtan aşağı, ihtiyar kadına seslenerek yiyecekleri değil külleri elekten geçirdiğini söylemiş. “Ah, güzel kızım!” diye haykırmış kadın ağlayarak. “Körüm, göremiyorum. Aşağı gel de derdimi çözmeme yardım et.” Ama küçük geyik daha o sabah kıza, ona ne söylenirse söylensin ağaçtan asla inmemesini tembih etmiş. Genç kız da abisinin sözüne itaat etmiş.
Üçüncü gün ihtiyar Cadı yeniden ağacın altına gelmiş. Bu kez yanında bir koyun ve onun derisini yüzmek için bir bıçak getirmiş. Ama boğazını kesmek yerine arka tarafından bir çentik atıp deriyi yüzmeye başlamış. Zavallı koyunun melemeleri yürekleri parçalıyormuş. Ağaçtaki kız, hayvanın çektiği eziyeti izlemeye dayanamayarak zavallının acılarına son vermek için aşağı inmiş. Tam o sırada ağacın yakınlarında gizlenmiş olan Padişah harekete geçerek kızı sarayına götürmüş.
Padişah genç kızdan öyle hoşlanmış ki hiç zaman kaybetmeden onunla evlenmek istemiş. Ama genç kız, abisini, yani küçük geyiği ona getirene kadar buna razı gelmeyeceğini, abisini görmeden katiyen huzur bulamayacağını söylemiş. Bunun üzerine padişah ormana adamlarını göndermiş. Onlar da geyiği yakalayarak kız kardeşine getirmişler. Geyik o günden sonra kardeşinin yanından hiç ayrılmamış. Birlikte yatıp birlikte kalkmışlar. Padişah ve genç kız evlendiğinde bile küçük geyik onlardan uzaklaşmamış. Akşamları nerede olduklarını bulur, yanlarına yatmadan önce ön ayaklarından biriyle ikisini de usulca okşar ve şöyle dermiş:
“Bu ayak kız kardeşim için, bu da eniştem için.”
Zaman dünyada hızla akarken masallarda daha da hızlı akarmış ama en hızlı akıp giden de gerçek aşkla geçen zamanlarmış. Sarayda yaşayan zenci bir cariye olmasa, bizimkiler mutlu mesut yaşar gidermiş. Padişah’ın, onu değil de ağaç tepesinden indirdiği perişan bir kızı koynuna aldığını düşündükçe kıskançlıktan çatlayan bu cariye, intikam almak için fırsat kolluyormuş.
Sarayın güzel mi güzel bir bahçesi, bu bahçenin tam ortasında da bir göl varmış. Sultan’ın karısı bu gölün kenarında yürümeyi âdet edinmiş. Bir gün genç kız elinde altın bir tabak, ayağında gümüş bir sandalla göle doğru ilerlerken Cariye de peşinden gidip onu göle itmiş. Bu gölde büyük bir balık varmış ve Sultan’ın karısını hemen yutuvermiş. Cariye de saraya dönmüş, sultanın karısının altından kıyafetini giyip onun yerine geçmiş.
Akşam olup da Padişah gelince karısına yüzüne ne yaptığını, nasıl bu kadar değiştiğini sormuş. “Bahçede fazla yürümüşüm, güneş yüzümü yaktı,” diye yanıtlamış kız. Padişah ona inanarak yanına oturmuş. Ama küçük geyik de gelmiş tabii. İkisini de ön ayağıyla okşamaya başlayıp “Bu ayak kız kardeşim için, bu da eniştem için,” derken Cariye’yi tanımış.
Bunun üzerine Cariye, geyiğin onu ele vermemesi için bir an önce ondan kurtulmanın yolunu arar olmuş.
Biraz düşündükten sonra hastalanmış gibi yaparak doktorları çağırtmış. Onlara çok para vererek Padişah’a onu kurtaracak tek şeyin küçük geyiğin kalbi olduğunu söylemelerini istemiş. Doktorlar da Padişah’a gidip hasta kadının mutlaka küçük geyiğin kalbini yemesi gerektiğini, aksi takdirde onun için hiçbir umut olmadığını söylemişler. Padişah bunun üzerine karısı sandığı kadının yanına giderek öz kardeşinin kalbini yemenin onu üzüp üzmeyeceğini sormuş.
“Ne yapabilirim ki?” diye iç geçirmiş sahtekâr. “Ölürsem zavallı abime ne olacak? O kesilirse ben yaşarım, o da ihtiyar ve hasta hayvanların çekeceği o işkencelerden kurtulur.” Böylece Padişah, kasap bıçaklarının bilenmesini emretmiş. Bir ateş yakılmış, üzerine bir kazan su konmuş.
Zavallı geyik bütün bu koşturmacanın nedenini hissetmiş. Bahçedeki göle koşarak kardeşine üç kez seslenmiş:
“Bıçak taşın üstünde
Su ateşin üstünde
Çabuk kardeşim, çabuk!”
Kardeşi de balığın midesinden üç kez yanıt vermiş ona:
“Buradayım, balığın karnında
Elimde altın tabak
Gümüş sandal ayağımda
Küçücük bir de şehzade var kollarımda!”
Sultan’ın karısı, balığın karnında küçük oğlunu doğurmuş meğer.
Bahçedeki göle doğru kaçan geyiği yakalamak niyetiyle peşine düşen Padişah da hemen geyiğin arkasındaymış ve abiyle kardeşin birbirlerine söyledikleri her şeyi duymuş. Hemen gidip göldeki bütün suyun boşaltılmasını, balığın çıkarılıp karnının yarılmasını emretmiş. İstekleri yerine getirilince bir de ne görsün?