Derken üçüncü güne gelindi ve en küçük oğul bu görevi üstlendi. Ama bunu duyan herkes onunla dalga geçiyordu; çünkü bu delikanlı öyle aptaldı ki, elinden hiçbir iş gelmeyeceğinden herkes emindi. Ama o kimseyi dinlemeden silahlarını kuşandı ve doğruca bahçenin yolunu tuttu. Çimenlerin üzerine öyle bir konumda oturdu ki, uykuya dalacak olsa silahları sırtına batıp onu uyandırıyordu.
Bu arada saat gece yarısını vurmuştu. Toprak titremeye başladı ve Norka koştura koştura bahçe çitlerinden içeri girdi. Gerçekten devasa bir hayvandı. Prens, kendini toparlayıp ayağa kalktı, istavroz çıkardı ve doğruca hayvana saldırdı. Dövüşmeye başladılar. Canavar kaçtı; ama Prens peşinden gitti. Çok geçmeden bu canavarı yayan olarak yakalamasının imkânsız olduğunu gördü ve ahıra koşturup oradaki en iyi atı seçtikten sonra Norka’nın peşine düştü. Kısa sürede Canavar’a yetişti ve yeniden dövüşe tutuştular. Epey dalaştılar. Prens, Canavar’ı üç yerinden yaraladı. Nihayet her ikisi de bitap düşmüştü. Bu yüzden biraz mola verdiler. Ama Prens gözlerini kapar kapamaz Canavar, ayağa fırlayıp kaçmaya koyuldu. Atı Prens’i uyandırdı. Delikanlı hemen yerinden fırlayıp atına bindi ve Canavar’ın peşinden dörtnala koşturup ona yetişti. Bir kez daha kavgaya tutuştular. Prens, yine Canavar’ı üç yerinden yaraladı ve ardından yine çok yoruldukları için dinlenmeye karar verdiler. Bunun üzerine Canavar tekrar kaçtı. Prens onu yakaladı ve yine üç yerinden yaraladı. Ama tam Prens dördüncü defa Canavar’ın peşinden koştururken Canavar bir anda kocaman beyaz bir taşa atıldı, taşı kaldırdı ve Prens’e şöyle seslenerek yeraltına, yani diğer dünyaya kaçtı: “Ancak buraya girdiğinde beni alt edersin.”
Prens, eve gidip bütün olanları babasına anlattı ve ondan diğer dünyaya ulaşacak uzunlukta derin bir ip ördürmesini istedi. Babası ipin yapılması emrini verdi. İp hazır olunca Prens, iki ağabeyini çağırdı ve hizmetçileriyle bir sene boyunca onlara yetecek erzakı yanlarına alıp hep birlikte Canavar’ın kaybolduğu yere doğru yola çıktılar. Tam o noktaya bir saray yaptılar ve bir süre burada yaşadılar. Fakat her şey hazır olduğunda en küçük kardeş diğerlerine döndü: “Pekâlâ, ağabeylerim, bu taşı kim kaldıracak?”
Ağabeyleri taşı yerinden bile oynatamadı; ama İvan dokunduğu an, dağ gibi kocaman taş bir anda uçuverdi. Taşı kenara fırlatınca ağabeylerine döndü:
“Norka’yı alt etmek için öteki dünyaya kim gidecek?”
Hiçbiri bu işi üstlenmeyi teklif dahi etmedi. Bunun üzerine Prens, böyle korkak oldukları için ağabeylerine gülüp dedi ki:
“Pekâlâ, ağabeylerim, elveda! Şimdi beni öteki dünyaya indirin ve sakın buradan bir yere ayrılmayın. İpi salladığımda hemen yukarı çekin beni.”
Ağabeyleri, Prens’i aşağı indirdi ve delikanlı böylece diğer dünyaya ulaştı. Yeraltındaki bu yerde epeyce yürüdükten sonra süslü koşum takımlarıyla donatılmış bir at gördü. At seslendi: “Merhaba Prens! Uzun zamandır seni bekliyordum!”
Prens hemen ata bindi ve bakırdan bir saraya varana dek ilerledi. Sarayın bahçesine girdi, atını bağladı ve içeri girdi. Odalardan birinde akşam yemeği sunulmaktaydı. Oturup karnını doyurdu. Sonra da yatak odalarından birine gidip dinlenmek için biraz uzandı. Bu sırada ancak masallarda görülecek güzellikte bir kız gelip dedi ki:
“Evimdeki kişi, ismini söyle! Eğer yaşlı bir adamsan, babam olasın; orta yaşlı bir adamsan ağabeyim kabul ederim seni. Fakat genç bir adamsan, kocam olasın. Kadınsan ve yaşlıysan, o hâlde büyükanne derim sana; orta yaşlıysan annem, genç bir kızsan kız kardeşim sayarım seni.”
Bunun üzerine Prens, kendini gösterdi. Onu gören kız, mutluluktan havaya uçtu:
“Ey Prens İvan, sen benim kocam olacaksın! Söylesene nereden geldin buraya?”
Prens, başından geçenleri kıza anlattı. Bunun üzerine kız dedi ki:
“Alt etmek istediğin o canavar, benim ağabeyimdir. Şu an ablamın yanında kalıyor. Ablam, buradan çok uzakta olmayan gümüş bir sarayda yaşar. Ağabeyimin vücudunda açtığın üç yarayı bizzat ben sardım.”
Neyse, bu sözlerin ardından yiyip içtiler, eğlendiler, tatlı tatlı muhabbet ettiler. Sonra Prens, güzel kıza veda edip gümüş sarayda yaşayan ikinci kız kardeşin yanına gitti. Burada da bir süre misafir oldu. Kız, ağabeyi Norka’nın altın bir sarayda yaşayan en küçük kız kardeşlerinin yanında olduğunu söyledi. Bunun üzerine Prens, altın saraya gitti. Burada yaşayan kız, Norka’nın mavi denizde uyumakta olduğunu söyleyip Prens’e çelikten bir kılıç ve Güç Suyu’ndan bir yudum verdi; ağabeyinin başını tek vuruşta uçurmasını istedi. Bütün bunları dikkatle dinledikten sonra Prens yola çıktı.
Nihayet Prens mavi denize vardı; etrafına bakınca Norka’nın denizin ortasında bir taşın üzerinde uyumakta olduğunu gördü. Norka her horladığında koca deniz sallanıyordu. Prens, istavroz çıkarıp kılıcını Canavar’ın başına indirdi. Havaya fırlayan baş, “Şimdilik işim bitti!” diye bağırıp denize yuvarlandı.
Canavar’ı öldürdükten sonra Prens, geri dönüp üç kız kardeşi yanına aldı; niyeti hepsini yerin üstüne çıkarmaktı. Zira kızların hepsi Prens’i çok sevmişti ve ondan ayrılmak istemiyorlardı. Aynı zamanda büyü yapabilen bu kızların her biri kendi sarayını bir yumurtaya çevirdi. Sonra yumurtaları nasıl saraya ve ardından yine yumurtaya çevireceğini Prens’e öğretip yumurtaları ona teslim ettiler. Ardından yerin üstüne çıkarılacakları noktaya geldiler. Prens ipi buldu ve sıkıca kavrayıp kızları ipe bağladı. Sonra ipi salladı. Ağabeyleri ipi çekmeye başladı. Yukarı çıkmakta olan muhteşem güzellikteki kızları görünce bir kenara çekilip kendi aralarında konuştular: “İpi biraz indirelim ve kardeşimizin olduğu kısmı keselim. Belki ölecektir ama sağ kalırsa bu güzelleri eş olarak vermeyecektir bize.” Bu plan üzerinde anlaşıp ipi indirdiler. Ama Prens sandıkları kadar aptal değildi, neyin peşinde olduklarını anlamıştı. Bu yüzden ipi bir taşa bağlayıp çekti. Ağabeyleri taşı epey yükseğe çekip ipi kestiler. Taş bir anda aşağı düşüp paramparça oldu. Prens, ağabeylerini denemiş ve kötü niyetlerini ispatlamıştı. Gözyaşları içinde oradan uzaklaştı. Az gitti uz gitti. Sonunda bir fırtına çıktı, şimşek çaktı, gök gürledi, seller aktı. Prens bir ağacın altına saklandı. Ağacın üzerinde yağmurdan sırılsıklam olmuş minik kuşlar vardı. Prens kaftanını çıkarıp kuşların üzerine örttü ve kendisi de ağacın altına oturdu. Bu sırada dev bir kuş kanat çırparak geldi. Öyle büyük bir kuştu ki, gün ışığını bile gölgelemişti. Hava zaten kararmıştı ama kuşun gelmesiyle beraber iyice karardı. Bu, Prens’in örttüğü yavru kuşların annesiydi. Gökyüzünde kanat çırparken yavrularının biri tarafından örtüldüğünü hissedip “Yavrularımı kim sarıp sarmaladı?” diye sormuştu. Sonra Prens’i görünce dedi ki: “Sen mi örttün çocuklarımı? Minnettarım sana! Bu iyiliğinin karşılığında ne dilersen dile benden. Ne istersen yaparım.”
“O hâlde beni diğer dünyaya götür,” diye cevap verdi Prens.
“Bana ortasından ikiye ayrılmış büyük bir zasyek16 yap,” dedi anne kuş. “Her türden av hayvanını yakalayıp yarısına bunları koy, diğer yarısına su dök. Böylece yiyeceğim et, içeceğim su hazır olsun.”
Prens bütün bunları yaptı. Sonra Prens’in ortasına oturduğu zasyeki sırtına alan anne kuş havalandı. Bir süre uçtuktan sonra yolculuk sona erdi ve Prens’e