“Elinde yıkama tasını taşıdığını düşünmemiştim hiç,” diye yanıtladı diğer bir ses.
Per Gynt ayının postunu yüzdü ve hayvanın bedenini iri kaya parçalarının arasına gömdü ama kafasını ve postunu yanına aldı. Kulübeye geri dönerken yolda bir dağ tilkisine rastladı.
Tepelerin birinden, “Gördün mü, benim küçük kuzucuğum, ne kadar da şişmansın!” diyen bir ses duyuldu; bir diğerinden, “Per Gynt tüfeğini nereye kadar taşıyabilecek acaba?” Tam bu sırada Per Gynt tüfeğini kaldırıp nişan aldı ve dağ tilkisini vurdu. Tıpkı ayıya yaptığı gibi derisini yüzdü ve postunu yanına aldı. Çoban kulübesine vardığı zaman hayvanların kafalarını uzun bir demire geçirdi ve dış duvarın önüne ağızları açık bir şekilde sapladı. Sonra içeri girip yemek için ateş yakıp kazanı ateşin üzerine astı. Kazandan o kadar çok duman çıkıyordu ki Per Gynt gözlerini dahi açamıyordu. Bu nedenle bir mazgal yapmak zorunda kaldı. Ansızın bir trol ortaya çıktı ve burnunu mazgala doğru uzattı. Gel gör ki burnu o kadar uzundu ki neredeyse ateşe değecekti.
“İşte bu benim burnum, iyice bak bakalım!” dedi trol.
“İşte bu da benim pişirdiğim çorba, tadına bakmaz mıydın?” dedi Per Gynt, ardından bir kazan çorbanın tamamını trolün burnundan aşağı boşalttı. Trol acıyla haykırıp geri çekildi. Bu sırada çevredeki bütün yüksek tepelerden kahkaha ve alay sesleri duyuldu:
“Gyri Çorbakoklayan, Gyri Çorbakoklayan!”
Bunun ardından büyük bir sessizlik çöktü, ancak çok geçmeden yeniden gürültü patırtı başladı. Per Gynt kafasını kaldırıp karşıya baktığında ayılar tarafından çekilen bir yük arabası, yük arabasının içinde de bir trol olduğunu gördü. Hepsi birlikte Fjälle doğru tırmanıp gözden kayboldular. Birden bir kova su bacadan aşağı boşaltıldı ve ateşi boğarak sönmesine neden oldu. Per Gynt karanlıkta öylece oturdu. Çok geçmeden her köşeden ona gülen ve onunla alay eden sesler duyuldu ve içlerinden bir ses, “İşte şimdi Per Gynt’in, Val’deki mandıra işçisi kızlardan hiçbir farkı kalmadı!” dedi.
Per Gynt bir kez daha ateşi yaktı ve köpeklerine seslendi. Sonra çoban kulübesinin kapısını kilitleyip kuzeye, üç mandıra işçisi kızın bulunduğu Val’deki kulübeye doğru yola çıktı. Epey bir yol almıştı ki büyük bir yangın olduğunu gördü, sanki kulübe alev almış gibiydi. Tam bu sırada bir kurt sürüsüyle karşı karşıya geldi. Bu, daha önce içlerinden birkaçını tüfeğiyle vurduğu ve diğerlerini de öldürene kadar dipçikle dövdüğü sürüydü. Val’deki kulübeye vardığında ortalık zifiri karanlıktı ve ne uzakta ne de yakında bir ateş yoktu, fakat kulübenin içinde mandıra işçisi kızları korkutan dört yabancı vardı. Bunlar dört dağ trolüydü ve isimleri şöyleydi: Gust-i-Väre, Tron Valfjeldet, Kjöstöl Aabakken ve Rolf Eldförkungen. Gust-i-Väre kapının önünde dikilip gözcülük yapıyordu. Per Gynt ona ateş etti ancak isabet ettiremedi. Bunun üzerine trol kaçtı. Per Gynt kulübeye girdiğinde mandıra işçisi kızlar neredeyse korkudan ölmek üzereydiler. Troller içeri kimin girdiğini gördüklerinde feryat ettiler ve Eldförkungen’e ateşi yakmasını söylediler. Tam bu sırada köpekler Kjöstöl Aabakken’in üzerine atıldılar ve onu şömineye doğru iteklediler. Bu yüzden şöminedeki küller ve kıvılcımlar kulübenin her tarafına saçıldı.
“Yılanlarımı gördün mü Per Gynt?” diye sordu Tron Valfjeldet, ki “yılanlarım” derken aslında kurtları kastetmişti.
“Evet, sen de onlarla aynı yolun yolcusu olacaksın!” diye haykırdı Per Gynt ve trole ateş etti. Ardından tüfeğinin dipçiğiyle Aabakken’i öldürdü. Trol Eldförkungen şömineye tırmanıp kaçmıştı. Bütün bunlar olup bittikten sonra Per Gynt, bu kulübede daha fazla kalmak istemeyen mandıra işçisi kızlara köylerine kadar eşlik etti.
Noel geldiği zaman Per Gynt yeniden yola koyuldu. Dovre civarında, Noel arifesinde birçok trolün toplanmayı alışkanlık haline getirdiği bir çiftlik olduğunu duymuştu. Yılın bu zamanında çiftlik sakinleri, troller yüzünden evlerini terk ederek çevre çiftliklere sığınıyorlardı. Per Gynt işte bu çiftliği aramaya koyulmuştu, çünkü bu trolleri kendi gözleriyle görmeyi arzuluyordu. Üzerine yırtık pırtık bir kıyafet giymiş, yanına evcilleştirdiği ayısını, sivri uçlu tığını, biraz zift ve tel almıştı. Çiftliğe vardığında eve girdi ve geceyi orada geçirip geçiremeyeceğini sordu.
“Tanrı yardımcımız olsun!” diye haykırdı adam. “Geceyi burada geçiremezsiniz, çünkü her Noel arifesi burası trollerle dolup taştığından biz de evi terk etmek zorundayız!”
Ne var ki Per Gynt evi trollerden arındırabileceğini düşünüyordu. Böylelikle Per Gynt’in kalması kararlaştırıldı ve anlaşma karşılığında ona domuz derisi verdiler. Bunun ardından evcil ayı şöminenin kenarına uzandı; Per Gynt de sivri uçlu tığını, ziftini ve telini çıkarıp domuz derisini kullanarak büyük bir ayakkabı teki yapmaya koyuldu. Bağ için deriden kalın bir ip çıkardı, böylece yapım aşamasındayken ayakkabının dağılmasını önleyecekti. Ayrıca takoz olarak kullanmak için halihazırda iki araba tekerleği de vardı.
Birdenbire troller yanlarında kemanlar ve çalgıcılarla geliverdiler. Bir kısmı dans ediyor, diğerleri de masada duran Noel yemeğinden yiyordu. Bir kısmı domuz pastırması kızartıyor, diğerleri kurbağa ve benzer iğrençlikte şeyler kızartıyorlardı. Kızarttıkları Noel yemeğini yanlarında getirmişlerdi. Bu sırada içlerinden bazıları Per Gynt’in yaptığı ayakkabı tekini fark etmişti. Büyük bir ayak için yapıldığı bariz olan ayakkabı tekini hepsi denemek istediler. Her bir trol bir ayağını ayakkabının içine soktuğunda Per Gynt ortaya çıktı ve ayakkabının bağcıklarını tutarak takoza sıkıştırdı. Sonra bağcıkları öyle sert çekti ki her bir trolün ayağı ayakkabının içinde sıkıştı. Bu sırada ayı öne atılarak kızartmaları koklamaya başlamıştı.
Trollerden biri, “Biraz pasta istemez miydin küçük beyaz kedicik?” diyerek kızarmış bir kurbağayı ayının çenesine doğru fırlattı.
“Yumrukla onları Üstat Bruin!” diye haykırdı Per Gynt. Ayı öyle sinirlendi ki trollere doğru atıldı; her yönden darbeler indiriyor, pençelerini trollere geçiriyordu. Bu sırada Per Gynt, diğer araba tekerleğini alıp ortaya karışık güçlü darbeler savurdu. Sanki her birinin kafatasını patlatmak istiyor gibiydi. Kaçabilen troller hemencecik oradan tüydüler. Evde yalnızca Per Gynt kalmıştı, Noel boyunca yemekleri midesine indirip kendine bir ziyafet çekti. Uzun yıllar boyunca trollerden ne bir ses duyuldu ne de bir seda.
“Per Gynt” (Asbjörnsen, Norske Huldreeventyr og Folkesagn, Christiana, 1859, Part II, p. 77.), Dover dağları civarında bir yerde geçmektedir. Hikâye Asbjörnsen’e, ren geyiği avlarken şans eseri karşısına çıkan bir kuş avcısı tarafından anlatılmıştır. Tıpkı bunu izleyen “Udröst Adası” hikâyesi gibi “Per Gynt” de belirgin bir Kuzey masalıdır. Kvamlı korkusuz bir avcı, Etnedal’dan eciş bücüş olanla yaşanan macera dolu bir deneyim… Ibsen sayesinde bütün bu farklılığı, sembolik formu, Per Gynt’in masal boyu samimi ve doğaçlama hareketlerini sizlere sunuyoruz. Bu masal halen Dovre bölgesindeki avcı kulübelerinde yarı övgü yarı korku dolu hislerle anlatılagelmektedir.
Udröst Adasi
Bir zamanlar Röst3 yakınlarında yer alan Vaerö’de Isaac isimli bir balıkçı yaşardı. Isaac’in bir kayığı ve birkaç keçisi dışında hiçbir şeyi yoktu. Karısı, keçileri balık artıklarıyla