Genç rakibinin yükselen şanını endişeyle seyreden Eurystheus onu ayağına çağırarak bazı büyük görevleri yerine getirmesini emretti. Herkül buna itaat etmedi, bunun üzerine Jüpiter, Yunan kralına karşı hizmetlerini yerine getirmesi için ona haber yolladı.
Yine de Herkül, tanrının kahraman oğlu olarak basit bir ölümlüye hizmet edip etmeme konusunda kararsız bir halde Delfi’ye doğru yola koyuldu. Delfi kâhininin yanına vardığında ona ne yapması gerektiğini sordu ve aldığı yanıt şuydu:
“Eğer ki Herkül, Eurystheus’un ona vereceği on görevi tamamlarsa, Eurysthues’un egemenliği buna göre değerlendirilecektir. Ve tüm bunlar sona erdiğinde, Herkül’ün adı ölümsüz tanrılar arasına yazılacaktır.”
İşte o an Herkül’ün içini büyük bir keder kapladı; kendisinden çok daha önemsiz bir adama hizmet etmek, onurunu ve kendine olan saygısını zedelese de, Jüpiter onun sitemlerini duymayacaktı.
Eurystheus’un Herkül’e verdiği ilk görev, Nemean aslanının derisini getirmekti. Bu canavar, Peloponnesus2 Dağı’nda, Kleona ve Nemea arasında kalan ormanda yaşıyordu. İnsan eliyle yapılmış hiçbir silah bu canavara zarar veremiyordu. Bazıları onun dev Typhon’la yılan Ehidna’nın oğlu olduğunu söylüyor, bazıları da aydan yeryüzüne düştüğünü iddia ediyordu.
Böylece Herkül yola koyuldu ve Kleona’ya vardı. Molorchus adında zavallı bir işçi Herkul’ü misafirperverlikle karşıladı. Adam o esnada Jüpiter’e bir kurban sunmak üzereydi.
Herkül, “Ey, iyi adam,” dedi. “Bırak bu hayvan otuz gün daha yaşasın, eğer dönersem benim kurtarıcım Jüpiter’e adarsın onu; eğer dönemezsem, ölümsüzlük şerefine erişen kahraman olan benim namıma kurban edersin.”
Bunun üzerine Herkül oklarını koyduğu kılıf omzunda yoluna devam etti. Bir elinde yayı, diğer elindeyse, Helicon Dağı’ndan geçerken köklerinden söktüğü yabani zeytin ağaçlarının gövdesinden yaptığı bir sopayı tutuyordu. Nihayet ormanın içlerine girdiğinde, canavar onu görmeden önce ona dair bir ipucu bulmak amacıyla her yere dikkatlice baktı. Gün ortasıydı ve Herkül’ü, aslanın inine götürecek ne bir yol ne de bir iz vardı. Kimseler yoktu meydanda; korku, hepsini uzaktaki barınaklarına hapsetmişti. Tüm öğleden sonrasını, aslanla karşılaşır karşılaşmaz gücünü sınamaya kararlı bir halde sert çalılıkların arasında dolanarak geçirdi.
Nihayet akşama doğru canavar parçalara ayırdığı avıyla ininden çıkarak ormana doğru geldi.
Her yeri kana bulanmıştı; başından, yelesinden ve göğsünden pis kokular yayılıyordu. Büyük diliyle pençelerini yalıyordu. Henüz yakınlaşmadan onun geldiğini gören Herkül, bir çalılığın arkasına gizlenerek canavarın yaklaşmasını bekledi. Sonrasında okunu aslana fırlattı ancak ok, hayvanın etini delip geçmek yerine taşa çarpıp geri dönercesine sekti ve yosun tutmuş yere düştü.
Hayvan kanlar içindeki başını yukarı kaldırarak etrafına dikkatlice göz gezdirdi. Acımasız bir öfkeyle çirkin dişlerini gösterdi. Başını kaldırmasıyla göğsü ortaya çıkan canavara Herkül, ciğerini deşip geçmesini umut ederek hemen bir ok daha fırlattı. Yine derisine saplanmayan ok aslanın ayaklarının dibine düştü.
Canavar bakışlarını Herkül’den yana çevirdiği esnada Her-kül üçüncü oku eline aldı. Hayvanın boynu öfkeden kabarmıştı, kükrüyordu ve sırtını bir yay gibi bükmüştü. Düşmanına doğru fırladı, fakat Herkül okunu fırlattı ve bir yandan sağ eliyle sopasını canavarın kafasına indirmeye, diğer yandan da sol eliyle aslanın derisini soyup atmaya başladı. Boynuna büyük bir darbe indirdikten sonra hayvan yere düştü, başını sallayarak titreyen ayakları üzerinde doğruldu. Fakat hayvan bir nefes dahi alamadan Herkül tepesine bindi.
Yüklerinden kurtulmak istercesine sadağını ve yaylarını bir kenara bıraktı. Hayvana arkadan yaklaştı, kolunu boynuna dolayarak onu boğdu. Uzun bir süre, hayvanın derisini yüzmek için bir şey aradı. Ne silah ne de taş bu işini görmeye yarıyordu. Sonunda aklına, hayvanın derisini kendi pençeleriyle yüzme fikri geldi ve bu yöntem hemen sonuç verdi.
Kendine hayvanın derisinden bir zırh, boyundan yeni bir miğfer yaptı. Fakat şimdilik kendi kıyafetlerini giyip, silahlarını kuşanmaktan memnundu. Ve böylece aslanın derisini kolunun altına alarak, Tiryns’e doğru geri yola koyuldu.
İkinci görev bir hidrayı3 ortadan kaldırmasını gerektiriyordu. Bu canavar, Lerna bataklığında yaşıyordu. Fakat sıklıkla şehre gelip sürüleri telef ediyor, tarlaları tahrip ediyordu. Hidra devasa bir yaratıktı: Dokuz başından yalnızca bir tanesi ölümsüz olan dev bir yılandı.
Herkül büyük bir cesaretle yola koyuldu. Savaş arabasına bindi, yanında çok sevdiği yeğeni, üvey ağabeyi İfikles’in oğlu İolaus vardı. Uzun zamandır onun ayrılmaz yoldaşı olmuştu, şimdi de yanında gelerek atlara göz kulak oluyordu. Böylece Lerna’ya doğru yola çıktılar.
Nihayet canavar, yuvasının bulunduğu Amymone kaynağının olduğu tepede ortaya çıktı. İolaus hayvanların başında beklerken, Herkül at arabasından atlayarak, çok başlı canavarı kovuğundan çıkarmak için yakıcı oklar aramaya koyuldu. Sonrasında tıslamalar duyuldu; canavarın birden havaya kaldırdığı dokuz kafası, tıpkı fırtınaya yakalanan bir ağacın dalları gibi sallanıyordu.
Herkül, dehşete kapılmadan ona doğru yaklaştı, yakaladı ve hızlıca kavradı. Fakat yılan kendisini Herkül’ün bacağına sarmaladı. Bunun üzerine Herkül kılıcıyla hayvanın kafalarını kesip koparmaya başladı ancak bu beyhude bir çabaydı. Kafalardan birini keser kesmez onun yerine iki tane yeni kafa çıkıyordu. Tam bu esnada koskoca bir yengeç hidraya yardıma geldi ve Herkül’ün ayağını ısırmaya başladı. Sopasıyla bu yaratığı öldürürken İolaus’u yardıma çağırdı.
İolaus bir meşale yakarak, ormanın yakınlarında bir alanı ateşe vermişti. Ateş sayesinde, canavarın büyüyen kafalarını dağlayarak yeniden çıkmasını engelliyordu. Böylece durumu tekrar kontrol altına alan Herkül, canavarın ölümsüz başını bile kesmeyi becerdi. Ölümsüz olan başı toprağa gömdü ve üzerine sert bir kaya yerleştirdi. Hidranın ikiye yarılmış vücudundan akan zehirli kana oklarını batırdı.
Bu andan itibaren Herkül’ün oklarının sebep olduğu yaralar ölümcül hale geldi.
Eurystheus’un Herkül’e verdiği üçüncü görev, Kyreneia geyiğini canlı olarak getirmesiydi. Bu, altın boynuzları ve demir ayakları olan son derece soylu bir hayvandı. Arkadya’nın tepelerinde yaşıyordu. Tanrıça Diana’nın ilk avında yakaladığı beş geyikten biriydi. Beşi içerisinden sadece bu geyik ormanda kendi halinde dolanabiliyordu. Kaderi baştan, bir gün Herkül’ün onu avlayacağı gerçeğiyle yazılmıştı.
Koca bir yıl boyunca Herkül peşinden koştu, geyik nihayet Ladon Irmağı’na geldiğinde Herkül onu yakaladı. Burası, Tanrıça Diana’nın dağlarına kurulu Oenon şehrine çok yakın bir yerdi. Hayvanı yaralamadan onu zapt edemeyeceğini anlayan Herkül, attığı okla hayvanı sakatladı ve omzuna yükleyerek Arkadya’ya doğru yol almaya başladı.
Arkadya’ya geldiğinde, Apollo’yla beraber olan Diana’yla karşılaştı. Diana onu, kendisine ait kutsal bir hayvanı öldürmek istediği için azarladı ve hayvanı tam Herkül’ün elinden alacakken Herkül kendini savunmak için şöyle söyledi:
“Yüce