“Vay başıma gelenler!” dedi Balin, “Tüm bunlar kaledeki sevimsiz bir şövalye yüzünden gerçekleşti, kalkanımı kendi kalkanıyla değiştirmeme sebep oldu. Eğer hayatta kalabilecek olsaydım, o kaleyi yok edip başkalarını kandırmalarına izin vermezdim.”
“En iyisini yapmış olurdun,” diye cevapladı Balan, “çünkü bu adayı gözetleyen şövalyeyi yok ettiğimden beri beni esir olarak tutuyorlar, yani seni de esirleri yaparlardı.” Sonrasında kalenin hanımı ve beraberindekiler çıkageldiler, şövalyeler inledikçe onları dinlediler. Balan, kalenin hanımından kardeşiyle birlikte, öldükleri yere gömülme lütfunu bahşetmesini istedi. İstekleri gerçekleştirildi. Kadın ve beraberindekiler ise onlara acıyarak gözyaşı döktüler.
Hayatları bu şekilde son buldu. Kalenin hanımı, onlar için bir mezar yaparak mezarın üzerine yalnızca Balan’ın ismini yazdı, çünkü Balin’in ismini bilmiyordu. Gelgelelim Merlin biliyordu, ertesi sabah gelip altın harflerle Balin’in adını yazdı. Sonra Balin’in kılıcını gevşetti, kılıcın topuzunu çıkarıp kılıca başka bir topuz ekledi, oradaki şövalyeye kılıcı tutmasını söyledi, ancak şövalye bunu başaramadı. Bunu gören Merlin güldü.
“Neden gülüyorsun?” diye sordu şövalye. “Çünkü,” dedi Merlin, “bu kılıcı dünyadaki en iyi şövalyeden başka kimse zapt edemez, o kişi de ya Sör Lancelot ya da onun oğlu Sör Galahad’dır. Bu kılıçla Sör Lancelot en sevdiği insanı katledecek, o kişi ise Sör Gawaine.” Bu, tıpkı Merlin’in söylediği gibi, daha sonra denizlerin üstünde yapılacak bir dövüşte gerçekleşecekti.
Merlin, tüm bunları kılıcın topuzuna yazdı. Sonrasında adaya giden, on beş santim genişliğinde çelikten bir köprü inşa etti, bu köprüden kötü emellere sahip hiç kimse geçemeyecekti. Kılıcın kınını adanın bu yanında bıraktı, böylece Galahad onu bulabilecekti. Kılıcın kendisini ise nehir boyunca Camelot’a doğru yüzen, şimdilerde Winchester olarak bilinen büyülü bir taşa koydu. Günlerden bir gün Galahad nehre geldi, elinde kılıcın kını vardı. Kılıcı gördü ve tıpkı başka bir yerde anlatıldığı gibi onu taştan çıkardı.
Beaumains, Kraldan Ne istedi?
Paskalya Yortusu’ndan sonraki yedinci pazar yaklaşırken Kral Arthur, tüm Yuvarlak Masa Şövalyeleri’nin Galler toprakları yakınında bulunan ve büyük bir kaleye sahip Kin-Kenadon şehrindeki ziyafete katılmasını emretti. Hamsin Yortusu ismini verdiğimiz Paskalya’dan sonraki yedinci pazar gününde, büyük bir mucize duyana veya görene kadar hiçbir şey yememek Kral’ın âdetiydi. O sabah öğleden hemen önce Sör Gawaine pencereden bakıyordu ki gözüne at sırtındaki üç adam ilişti, yanlarında da bu adamlar inerken atları zapt eden bir cüce vardı. Sör Gawaine hemen Kral’a giderek “Efendim, yemeğinizi yiyin çünkü yakında çok tuhaf maceralar göreceğiz,” dedi. Bunun üzerine Arthur kaledeki diğer kralları çağırttı, Yuvarlak Masa Şövalyeleri de tam tamına yüz elli kişiydi; hep birlikte yemek yemek için oturdular. Masaya oturduklarında salona iki dirhem bir çekirdek giyinmiş iki adam girdi, bu adamların omuzlarına ise oradaki herhangi birinin görüp görebileceği en yakışıklı genç adam yaslanmıştı, bu adam diğer ikisinden bir karış uzundu. Gövdesi geniş, kolları kuvvetliydi, fakat uzun boyu sanki onun için bir yük ve utanç kaynağıymış gibi duruyordu; bu sebeple arkadaşlarının omuzlarına yaslanmıştı. Arthur onu fark eder etmez işaret verdi; üç adam da herhangi bir söze gerek kalmadan Kral’ın oturduğu yüksek platforma doğru yöneldi. Uzun genç adam doğrularak, “Kral Arthur, Tanrı sizi ve saygıdeğer arkadaşlarınızı, özellikle de Yuvarlak Masa kardeşliğini kutsasın. Sizden üç armağan dilemek için geldim ki bu hediyeleri bana şerefle bahşedebilirsiniz, çünkü isteyeceğim şeylerin ne size ne de bir başkasına herhangi bir zararı dokunmayacak.” “İste,” dedi Arthur, “iste ki dileklerin gerçek olsun.”
“Efendim, isteklerimin ilki yiyip içmek; diğer ikisine gelince, onları sonra isteyeceğim. Önümüzdeki on iki ay boyunca bana yemek ve içecek verin.” “Peki,” dedi Kral, “sana yeterince yemek ve içecek verilecek, çünkü ister dost olsun ister düşman, herkese yemek veririm. Ancak bana ismini söyle!”
“Onu size söyleyemem,” diye cevapladı genç. “Bu çok tuhaf, hayatım boyunca gördüğüm en yakışıklı gençsin,” dedi Kral, kâhyası Sör Kay’e dönüp genç adama en iyi yemekleri ve içecekleri vermesini, ayrıca ona sanki bir prensmiş gibi muamele etmesini söyledi. “Bunu yapmaya gerçekten gerek var mı? Çünkü bu adam eğer bir köylü değil de bir efendi olsaydı sizden at ve zırh isterdi. Zira bir adamın kişiliği neyse istekleri de o yönde olur. Ayrıca görüyorum ki bir ismi yok, bu sebeple ona bir isim vereceğim. Ona bundan sonra Beaumains, yani Güzel El diyeceğim. Mutfakta oturup et suyu içebilir, böylece bir yılın sonunda meşe palamuduyla beslenen bir domuz kadar şişman olacaktır,” diye cevapladı Sör Kay. Bu konuşmadan sonra genç adam, onu küçümseyen ve onunla alay eden Sör Kay’in himayesine verildi.
Sör Lancelot ve Sör Gawaine, Sör Kay’in sözlerini duyunca sinirlenerek gençle alay etmeyi bırakmasını söylediler, çünkü bu gencin ileride büyük bir kahraman olacağına inanıyorlardı. Buna karşın Sör Kay onlara kulak asmadı, genci alıp çocukların ve küçüklerin bulunduğu büyük salona götürdü. Genç adam orada üzüntü içinde yemeğini yedi. Yemeğini bitirdikten sonra hem Sör Lancelot hem de Sör Gawaine, yiyip içmesi için onu odalarına çağırdılar fakat genç, Sör Kay’in emirlerine uyması gerektiğini çünkü Kral’ın bu yetkiyi Sör Kay’e verdiğini söyleyerek şövalyelerin teklifini reddetti. Genç, Sör Kay tarafından mutfağa yerleştirildi, geceleri aşçı yamaklarıyla birlikte uyudu. Tüm bir yıl boyunca buna katlandı, her zaman sakin ve nazikti, hiç kimseye kötü söz sarf etmedi. Gelgelelim, ne zaman şövalyeler bir turnuvaya katılsa sessizce sıvışıp onları izlemeye giderdi. Sör Lancelot ve Sör Gawaine, gence harcaması için altın, giymesi için de elbiseler verirlerdi. Ne zaman bir şövalye turnuvasına katılsa mızrak ve taşları o kadar uzağa atıyordu ki diğerleri onun attıklarına anca iki metre yaklaşabiliyordu.
Hamsin Yortusu tekrar gelene kadar bir yıl geçti, Kral bu kez ziyafeti Carlion’da verdi. Kral Arthur yine, Hamsin Yortusu’nda ona birkaç macera anlatılmadan yemek yemedi. Sonra bir toprak sahibi gelip ona “Efendim, yemeğinizi yiyebilirsiniz, çünkü tuhaf hikâyeleri olan genç bir kadın geldi,” dediğinde büyük memnuniyet duydu. Bu genç kadın, salona alındıktan sonra Kral’ın önünde diz çökerek kendisine yardım etmesi için ona yalvardı. “Kim için? Hem macera nedir?” diye sordu Kral. “Efendim, kız kardeşim büyük bir şöhrete sahip asil bir hanımdır. Gelgelelim bir zalim tarafından kuşatma altına alındı ve kalesinden çıkamıyor. Sizin şövalyelerinizin dünyadaki en asil şövalyeler olduğu söylendiğinden yardım istemek için size geldim,” diye cevap verdi kadın. “Kız kardeşinin adı nedir, nerede yaşar? Onu kuşatan zalim kimdir, nerelidir?” diye sordu Kral. “Kral efendimiz, kız kardeşimin ismini size söyleyemem, ama muhteşem bir güzellikte, iyilik dolu bir hanımdır, pek çok toprağı vardır. Onu kuşatan zalime gelince, ona Kızıl Toprakların Kızıl Şövalyesi deniyor,” dedi. “Onu hiç duymadım,” dedi Kral. “Ben tanıyorum,” diye haykırdı Sör Gawaine, “O adam dünyadaki en tehlikeli şövalyelerden biridir. Yedi insan gücünde olduğu söylenir, bir keresinde onunla kılıçlarımızı çarpıştırmıştık; canımı zor kurtarmıştım.” Bunun üzerine Kral Arthur, “Genç hanım, burada leydini seve seve kurtaracak çok sayıda şövalye var, fakat hiçbiri benim rızam olmadan bunu yapmaz. Bu sebeple bana kız kardeşinin ismini ve kalesinin yerini söylemen gerekiyor,”