Qujâvârssuk büyüyüp yetişince, güçlü adam ihtiyara dedi ki:
“Ona bir kayık yap.”
Yaşlı adam, hemen işe koyulup bir kayık yaptı. Çocuğu bindirdikten sonra kayığı denemek için suya indirdi ama tamamen elinden bırakmadı. Bu esnada küçük bir fok balığı çıktı sudan, ardından başka fok balıkları da geldi. Fok balıklarının etrafında toplanması, Qujâvârssuk’un güçlü bir adam, gerçek bir şef olacağına işaretti. Onu sudan çıkarınca, balıklar hemen dağılıverdi.
Sonra yaşlı adam, av eşyaları yapmaya başladı. Av için gerekli ne varsa hepsini tamamladı. Delikanlının artık ava çıkacak yaşa geldiğini düşünüyordu. Bu yüzden güçlü adama şöyle dedi:
“Haydi, delikanlıyla birlikte kürek çek. Artık fok balığı avlamayı öğrenmeli.”
Bunun üzerine güçlü adam, oğlunu yanına alarak kürek çekmeye başladı. Suyun dibini göremeyecek kadar ilerlediklerinde dedi ki:
“Zıpkının ucunu ipiyle beraber tutup sapına tak.”
Avlanmak için her şey hazırdı. Biraz daha ilerleyince bir siyah fok balığı sürüsüyle karşılaştılar.
Güçlü adam, delikanlıya dedi ki:
“Şimdi balıklara doğru kürek çek.”
Bunun üzerine delikanlı doğruca balıkların yanına gitti. Zıpkınını kaldırıp attı. Her gün aynı şeyi tekrarladı. Bu sayede ava her çıkışında bir fok yakaladı.
Güneyde kışı geçirmekte olan insanlar kıtlık yaşıyordu. İşte bu zor dönemde avdan eli boş dönmeyen güçlü Qujâvârssuk’un ününü işitmişlerdi. Sonra delikanlının karaya çıktığı yere gittiler. Bu gelenlerin arasında Tugto adlı bir adamla karısı da vardı. Karı koca aslında kuvvetli iki büyücüydü. Kadın ve kocası orada bir sebepten kavga etti. Kadın tek başına tepelerde yaşamak için kaçıp gitti. Adam, karısını bir türlü geri getiremiyordu zira onun kadar iyi bir büyücü değildi. Ziyarete gelen diğer herkes gittiği halde büyücü adam mecburen orada kalmıştı.
Günün birinde Ikerssuaq’ta fok avlarken, ağzında kır-mızı bir balıkla sudan çıkan siyah bir fok balığı gördü. Fok balığının tekrar suya daldığı yerdeki kayalıklara yöneldi. Ardından kayığından indiğinde, burada gördüğü kuş tüylerini toplayıp tomar halinde bağladı.
Tugto heybetli bir adamdı ama o kadar çok tüy toplamıştı ki bunları sırtında taşımakta zorlanıyordu. Suyun derinliğine bakarak yeteri kadar kanat topladığına karar verdi.
Nihayet buz tabakası iyice sağlamlaşınca balık avlamaya gitmek için eşyalarını hazırladı. Bir sabah uyandıktan sonra dolaşmaya çıktı. Bir göl kenarına vardı. Sonra buz tutmuş göl üzerinde yürüyüp tekrar karaya ulaştı. Böylelikle balık tutacağı yere gelmiş oldu. Hava epey aydınlanınca buza çıkıp büyük bir delik açtı. Tam da yükünü iple bağladığı sırada güneş tepeye çıktı. İyice kendini gösteren güneş, gökyüzü boyunca ilerledi. Bu esnada Tugto, oltasını salmaktaydı. Bağladığı yük suyun dibine ulaştığında gün yarılanmıştı. Sonra ipi biraz çekti ve ucunda bir şey olduğunu fark etti. İyice çekince, bunun bir deniz levreği olduğunu gördü. Levreği öldürdü ama akşama kalmak istemediği için oltasını ikinci bir defa salmadı. Balığın çenesinin altına bir delik açıp ip geçirdi, böylece balığı daha kolay taşıyabilecekti. Balık çok uzundu. Öyle ki taşımak için başına koyduğunda balığın kuyruğu, adamın topuğuna değiyordu.
Bu şekilde yürüyüp karaya geldi. Sabah üzerinde yürüdüğü büyük göle çıktı tekrar. Fakat yolun yarısını gitmişti ki buz çatırdayıp ses çıkarmaya başladı. Sanki ses arkasından geliyor gibiydi.
Oradan kaçmaya çalıştı ama koşarken birden bayılıp düşüverdi. Uzun bir süre öylece yattı. Tekrar uyandığında yerde uzanmış haldeydi. Biraz düşününce hatırladı: “Ah, ben bir şeyden kaçıyordum!” Sonra hemen ayağa kalkıp arkasına döndü ama buzun hiçbir tarafında oyuk göremedi. Yine de eskisinden daha büyük bir büyücüye dönüştüğünü hissedebiliyordu.
İlerlemeye devam etti. Sonra küçük bir tepelikten geçmeye karar verdi. Önündeki yol açılınca burada heybetli bir canavarın bulunduğunu anladı.
İnsanların çok eski zamanlarda gördüğü canavarlardandı bu, her yanı kuş derisiyle kaplıydı. Üstelik öyle büyüktü ki canlı olduğunu gösteren tek bir hareketi dahi fark edilemiyordu. Tugto korkmuştu, canavarı daha fazla görmemek için geri döndü. Sonra oradan ayrılarak başka bir yere geldi. Burada aynı canavardan bir tane daha vardı. Onu göremesin diye hemen kaçmaya başladıysa da böyle bir canavarın derisini parçalara ayırabilen bir büyücünün, yok olma becerisini kazanacağını hatırladı.
Kayığındaki bir adamı korkutup öldüren Tupilak.
Düşünceleri bu amaç üzerinde yoğunlaştı. Sonunda başındaki yükünü atıp canavarla güreşmeye koyuldu. Çok geçmeden canavarın derisini yırtıp parçalamaya başladı. Bu deri üzerindeki et, bir başparmak kadardı. Sonra canavardan uzaklaşıp avlamış olduğu balığı tekrar başına yerleştirdi ve yoluna devam etti. Evine dönerken büyük bir büyücü olduğunu bir kez daha hissetti. O civardaki bütün köylerdeki kapı aralıklarının kapandığını görebiliyordu.
Evine geldiğinde ağzından şu kelimeler döküldü:
“İnsanlar gelip işitsinler.”
Ardından bir sürü insan geldi eve. Tugto, ruhları çağırmaya koyuldu. Ruh çağırma esnasında kendi ruhu yükselip karısının yanına doğru uçtu. Kocasının ruhu tepesinde döndüğü sırada kadın, oturmuş dikiş dikmekteydi. Ardından Tugto çatıdan geçti. Karısı yerden kaçmaya çalıştığında, Tugto da aynısını yaparak karısına yetişti. Bu koşturmacanın ardından kadın, kocasıyla eve dönmeye pek hevesliydi. Tugto karısını eve götürdü. İkisi birlikte uzun bir ömür sürdüler.
Bir kış mevsimi her yer don tutmuştu. Hava buz kesmiş ve deniz de donmuştu. Buz üzerinde küçük bir delikten başka bir şey yoktu. Qujâvârssuk, her gün işte bu deliğe kayığını götürüp balık tutmak zorundaydı. Âdeti olduğu üzere her gün iki fok balığı tutuyordu.
Sonra güney yönünden yoksul insanlar buzu aşıp geldiler; kıtlık zamanlarında bu sık sık olurdu. Qujâvârssuk’un yakaladığı balıklardan istiyorlardı. Bunlar arasında delikanlının akrabası olan ve Qujâvârssuk ile ailesini ziyarete gelen iki ihtiyar adam da vardı. Qujâvârssuk’un annesi misafirlere şöyle demişti:
“İyi ki geldiniz ama ben henüz bir şey hazırlayamadım. Gerçi dünden kalan bir şeyler var. İstediğinizi yiyin, ben de bir şeyler pişireyim.” Bu sözlerin ardından misafirlerinin önüne bir siyah fok balığının böbreğini koydu. Balığın yağı üzerinden damlıyordu. Yaşlı adamlardan biri önündekileri yemeye koyulmuştu bile, eti yağa batırarak iştahla yiyordu. Fakat öteki çok az yedikten sonra durmuştu.
Sonra Qujâvârssuk her zaman olduğu gibi iki fok balığı avlayıp eve döndü ve annesine şöyle dedi:
“Balıkların göğsünü çıkarıp hemen kaynat.”
Göğüs kısmı, balığın en iyi parçasıydı. Kadın hemen eti kaynattı, sonra da tabağa koyup misafirlere getirdi.
“Buyurun, yiyin.”
Biri hemen yemeye başladı ama öteki, balığın omzundan bir parça alıp bekledi. Bunu gören Qujâvârssuk,