2. Bir parça asıl tonalitesinden kaydığında, bu durum modülasyon olarak adlandırılır. Yazılı müzikte tonalite, her portenin başında yer alan donanım (arıza işaretleri) ile gösterilir.
3. Dünyanın farklı müzikal kültürlerinde kullanılan yüzlerce gam vardır. Sitar veya diğer çalgılarla çalınan Hint müziğinde, Batı müziğindekinden bazen daha dar bazense daha geniş aralıklı toplam yirmi iki perde kullanılır. Bu durum perdeler arasındaki farkı son derece belirsiz
kılar. Dolayısıyla, klasik Hint müziği icra etmek büyük ustalık gerektirir.
Görünüş ve Gerçeklik
Tarih boyunca felsefenin en önemli konularından biri görünüş ile gerçeklik arasındaki ayrım olagelmiştir. Bu ayrım, Yunan filozofu Sokrates’ten (MÖ 469-399) önce yaşadıkları için “Sokrates Öncesi Filozoflar” olarak adlandırılan erken dönem filozoflarının görüşlerinin merkezinde yer alıyordu.
Sokrates Öncesi Filozoflar gerçekliğin nihai doğasının görünen şeklinden büyük ölçüde farklı olduğuna inanmışlardı. Örneğin, Thales adındaki bir filozof görünüşler değişse de tüm gerçekliğin nihayetinde sudan oluştuğu görüşündeydi; Herakleitos ise dünyanın ateşten meydana geldiğini düşünüyordu. Dahası, Herakleitos her şeyin devamlı olarak hareket halinde bulunduğunu ileri sürüyordu. Diğer bir düşünür Parmenides ise hiçbir şeyin gerçekte hareket etmediği ve görünen tüm hareketin bir yanılsama olduğu konusunda ısrarcıydı.
Sokrates Öncesi Filozoflar tüm gerçekliğin nihayetinde temel bir ana maddeden yapılmış olma ihtimali üzerinde durdular. Ve eleştirel olmayan, günlük gözlemlerin bize dünyanın genellikle aldatıcı bir resmini sunduğundan şüphe duydular. Bu nedenlerden dolayı, onların görüşleri çoğu zaman felsefe kadar modern bilimin de öncüsü olarak görülmektedir.
Sonraki dönemlerde Platon, Spinoza ve Leibniz gibi birçok filozof bu geleneğin takipçisi oldular ve gerçekliğe sıradan, genel dünya görüşünden daha yakın olduklarını iddia ettikleri, alternatif gerçeklik modelleri ortaya koydular.
1. Görünüş ile gerçeklik arasındaki ayrım, şüphecilik olarak bilinen saygıdeğer bir felsefi geleneğin de merkezinde yer almaktadır.
2. Immanuel Kant da görünüş ve gerçeklik arasındaki farka işaret etmiştir. Deneyimlediğimiz şeyler ile kendi deyişiyle “kendinde şeyler”i birbirinden ayrı tutmuştur.
Tevrat
Tevrat Museviliğin kutsal kitabını oluşturan kitapların ilk beşine veya “Musa’nın Beş Kitabı”na genel olarak verilen isimdir. Hıristiyanlar bu kitapları diğer Musevi metinleri ile beraber Eski Ahit olarak ele alırlar. Tevrat kelimesi aynı zamanda sözlü geleneklerin yanı sıra pek çok metni de kapsayan Musevi hukukunun tamamı için de kullanılabilir.
Musa’nın Beş Kitabı, Musevi inancını yönlendiren 613 yasanın temelini oluşturur ve dünyanın en büyük üç tektanrıcı inancı –Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam– için esastır. Kitaplar şu şekilde özetlenebilir:
YARATILIŞ (Tekvin): Yaratılış hikâyesinin yanı sıra İsrailoğulları’nın, İbrahim, İshak ve Yakup ile ailelerinin tarihini de anlatır.
ÇIKIŞ (Mısır’dan Çıkış): Musa’nın On Emir’i alması da dahil olmak üzere, Mısır’dan Kenan’a yapılan toplu göçü aktarır.
LEVİLİLER (Leviticus): İbadet kurallarını ve usullerini içerir.
SAYILAR (Çölde Sayım): İsrailoğulları’nın çölde yaptıkları yolculukla ilgilidir.
TESNİYE (Yasanın Tekrarı): Musa’nın ömrünün sonunda verdiği, İsrail tarihini ve ahlak öğretilerini anlatan hitabelerden oluşur.
Geleneksel olarak beş kitabın Musa’ya Sina Dağı’nda verilmiş olduğuna inanılır. Alternatif teoriler, Tevrat’ın başlangıcının Sina Dağı’nda verildiğini, ama vahiylerin Musa’nın hayatı boyunca devam ettiğini savunur.
Arkeologlar Tevrat’ın MÖ 10. ve 6. yüzyıllar arasında bir yerde yazıldığını ileri sürmektedir. Belgesel hipotez (Wellhausen hipotezi) taraftarları, ki bu Ortodoks Yahudilere göre sapkınlıktır, orijinal beş kitabın dört kaynaktan geldiğini, sonradan beşinci bir yazar veya redaktör tarafından birleştirilerek tek bir kitapta toplandığını iddia ederler. Bu tezi destekleyen deliller ise Tanrı için çeşitli isimler kullanılması, değişen yazım tarzları ve hikâyelerin tekrarıdır.
Başlangıçtan bu yana Tevrat’a, tümüyle anlaşılması için elzem olan sözlü bir gelenek eşlik etmiştir. Sözlü geleneği yazmaya kalkışmak kafirlikle eş tutulmasına rağmen, bunu yapmanın gerekliliği sonunda netleşmiş ve Mişna oluşturulmuştur. Sonraları, hahamlar bu iki metin hakkında fikir alışverişinde bulunup münazara ettikçe, onların görüşlerini toparlamak amacıyla Talmud yazılmıştır.
Musevi geleneği, sayısız kanun ve âdet türetmek için Tevrat’ı kullanır. Musevi din bilginleri anlam çıkarabilmek için her kelimeyi tek tek inceleyerek tüm ömürlerini harcamaktadırlar.
1.İbranice olarak elle yazılan Tevrat tomarları, 304.805 harften oluşur ve hazırlanmaları bir yıldan fazla zaman alabilir. Eğer tek bir hata yapılırsa, tüm tomar geçersiz sayılır.
Hammurabi Kanunları
Hammurabi bugünkü Irak’ta kurulmuş eski bir medeniyet olan Babil İmparatorluğu’nun krallarından biriydi. MÖ 1792’den 1750’ye kadar hüküm sürmüş ve birçok düşman krallığı işgal etmiştir; ama en çok, tarihin ilk kanun koyucusu olarak ün kazanmıştır. Hükümdarlığının sonuna doğru Hammurabi, yurttaşların uyması gereken kurallar ile suçluların alacağı cezaları açıklayan, tarihteki ilk yazılı yasalardan birini hazırlamıştır. Hammurabi’nin zamanında çoğu toplum sadece despot yöneticilerin geçici hevesleriyle yönetilirken, herkes için eşit olarak geçerli kanunlar daha önce görülmemiş bir yenilikti.
Ancak bu kanunlar modern standartlara göre aşırı acımasızdı. Hammurabi, en ufak bir kural ihlaline bile ölüm cezası veriyordu. Meyhaneye giren kadınlar, kaçak köle barındıran adamlar ve “geçerli bir sebep” olmaksızın kocalarını terk eden kadınların hepsi idama mahkûm ediliyordu. Acımasız kanunlar antik toplumun batıl inançlarını yansıtıyordu. Babil yurttaşları arasındaki anlaşmazlıklarda, Hammurabi kanunları suçlanan kişinin bir nehre atlamasını gerektiriyordu. Kişi eğer suçluysa batar, masumsa kurtulurdu. Ona suç atansa yalan beyanattan dolayı ölüme mahkûm edilirdi.
Kralın kâtipleri, kanunları adalet tanrısına adanmış siyah taş bir sütun üzerine yazıp halka sergilemişlerdir. Kitabede Hammurabi, “tüm gelecek nesillerden” kanunları gözetmelerini ve “kendilerine verdiği toprakların kanununu değiştirmemelerini” talep etmiştir. Hammurabi, gelecek krallardan, ülkeyi kendi dürtülerine göre yönetmekten ziyade, kurallarına bağlı kalmalarını istemiştir. Hükümdarların yurttaşlarını yönetirken kanunları keyiflerine göre değiştirememesi düşüncesi devrimci bir anlayıştı. Hukukun üstünlüğüne saygı başarılı hükümetlerin başlıca niteliklerinden biri olarak kalmıştır.
1. Hammurabi kanunlarını üzerinde taşıyan sütun, 1901 yılında Fransız bir arkeolog tarafından gün