Dünyanın dört bir yanında, muazzam medeniyetlerden yerel topluluklara kadar her toplum bir dizi tanrısal varlık, canavar ve mit yaratmıştır. Bu mitler kökenlerimizin, zafer ve yenilgilerimizin hikayesini anlatır; hayata dair dersler veren yaratıcı araçlar olarak kulaktan kulağa dolaşırlar. Bu destansı masallar fantastik yaratıklardan oluşan karakterlerle ve aşk ve savaşın parçaladığı ailelerle birleşince duygusallık bakımından günümüzün pembe dizilerini geride bırakırlar.
Mark Daniels, ustalıkla yazdığı bu dünya mitolojisine giriş kitabında Avustralya Aborjinleri, Sümerler, Mısırlılar, Çinliler, Amerika yerlileri, Güney ve Orta Amerikalılar, Maoriler, Yunanlar, Romalılar ve Norslar’a ait mitolojilerin kadim hikayelerini keşfediyor. Tanrı, tanrıça, yarı tanrı ve canavarların arasındaki karmaşık ağları çözümleyen Daniels, geçmişin bu masallarının günümüz kültüründeki etkisini gözler önüne seriyor.
Sayfaları çevirdikçe Nors mitolojisinde tüm tanrıların babası olan Odin’in tek gözünü kaybedip neler kazandığı, Eski Mısır’daki Osiris mitinin önemi gibi pek çok şey öğreniyoruz. Bir Nefeste Dünya Mitolojisi: Midas Dokunuşu, bizi mitolojinin şaşırtıcı dünyasında eğlenceli ama bir o kadar da öğretici bir yolculuğa çıkarıyor.
Teşekkür
Michael O’Mara Yayınevi’ndeki herkese; özellikle editörüm Katie Duce’ye, dizgi için Glen Saville’ye, illüstrasyonları için Siaron Hughes’e ve mükemmel kitap kapağı tasarımı için Leno’ya en içten teşekkürlerimi sunarım.
Giriş
İnsanlık tarihi boyunca, hayat, ölüm, doğa ve birbirimizle ilişkilerimiz gibi temel sorular üzerine kafa yorduk. Dünyanın farklı yerlerinde yüzyıllar boyunca sorduğumuz bu sorulara mitler yaratarak cevap vermiş olmamız şaşırtıcıdır.
Dünyanın dört bir köşesindeki görkemli medeniyetlerden tutun da küçük, yerel kabilelere kadar her insan topluluğunun kendi tanrılarını, canavarlarını ve mitlerini oluşturduğu geniş mitolojileri vardır. Bu mitolojiler; kökenlerimizin, zaferlerimizin ve başımıza gelen felaketlerin hikayelerini anlatagelmiş ve hayata dair önemli dersler vermek için yaratıcı araçlar olarak rol oynamıştır.
Dinlerin ve mitolojilerin çoğunda, medeniyete adım attığımızdan beri sorduğumuz temel sorulara işaret eden önemli öğeler mevcuttur: ölümlülük, doğum, astroloji ve bütün doğa olaylarına ilişkin düşünceler. Açıklanmaz olanı anlamlandıracak hikayeler bulmak için genellikle doğaya bakıp Güneş’ten, Ay’dan, nehirlerden, deniz ve dağlardan tanrılar yaratmışız. Nitekim, insanlar olarak cevaplanamaz olana anlam vermeye çalışırken anlayışımızın ötesindeki yüce bir güce kendimizi tâbi kılmaya meyilliyizdir.
Çoğu teoloji kendi yarattığımız bu tanrıların ve kahramanların gönlünü adaklar, müzik, dans, dua ve törenle hoş tutmaya çalışır. Böylece kendimize sağlık ve ölüm, senelik hasat ya da denizin kabarması gibi çok önemli -ama öngörülemez- meseleleri kavrama ve kontrol etme imkanı sağlamış oluruz. Bu ritüeller, toplumların ortak bir kimlik oluşturmasına ve bireysel bir aidiyet duygusu yaratmasına yardım eden birtakım gelenekler kazandırır.
Bilişsel bilimciler, topluca edilen bir duanın yaşattığı ruhani deneyimi, büyük bir spor karşılaşmasındaki duygu yoğunluğuna benzetirler. Törenlerde, birlikte edilen dualarda, futbol stadyumunda yapılan tezahürattaki beraberlik ve sosyal kaynaşma duygusuyla zenginleşiriz; mitler de aynen böyle ortak ritüeller oluşturmak için uygun ortam sağlar.
Eğer ritüellerimize temel oluşturan hikayeler, efsaneler ya da din olmasaydı, geriye ne kalırdı ki? Dinsizlerin hayatlarındaki düğün, cenaze ve isim koyma törenleri, geleneklerimize işlemiş eski bir dini ritüeldeki rayihalardan, çan seslerinden ve üfürükçülerin anlamadığımız sözcüklerine kadar evrenin tüm görkemini içinde barındıran derslerden ve hikayelerden de yoksundur.
Üstelik mitlerin ve efsanelerin yaratıcı hayal dünyası, hikayelerin içerdiği mesajları daha çekici kılar. Çocuğuna sırf böylesi daha doğru olduğu için diğer çocuklarla iyi geçinmesini öğütleyen bir annenin, çocuğunun davranışlarında değişiklik yaratması pek olası değildir. Oysa aynı mesaj eski bir hikayenin içine yerleştirilirse, tuhaf bir biçimde, çocuğun ilişki kurabileceği elle tutulur bir hale bürünür: Eğer diğer çocuklarla iyi geçinmezsen, dağda yaşayan, sakallı, kocaman bir Yunan tanrısı olan ve yıldırımlar taşıyan Zeus bundan hoşlanmayacaktır. Zeus’un diğer yaramaz çocuklara yaptıklarına ilişkin bir dolu örnekten sonra, hikayeyi anlatan kişi bile olayların aslında mecazi olduğunu unutuverir.
Bir Nefeste Dünya Mitolojisi, dünyayı açıklamaya çalışırken başvurulan zengin ve etkileyici masalları inceliyor ve bunu yaparken gezegenin büyük medeniyetlerinin en ünlü ve ilginç hikayelerine genel hatlarıyla kronolojik bir bakış atıyor. Yolculuğumuz bittiğinde, siz de efsanenin bir parçası olacaksınız.
1. BÖLÜM
Avustralya ve Maori Mitolojisi
Avustralyalı Aborjinlerin Mitolojisi
İngilizler tarafından yalnızca 225 yıl önce sömürgeleştirilmiş de olsa, yerel Avustralya medeniyetinin tarihi yaklaşık 70.000 yıl, bu kültürün mitleri de yaklaşık 10,000 yıl öncesine kadar uzanır. Hikayeler çoğunlukla kaynaklarını, hikayeleri anlatan kabilelerin yöresindeki coğrafi özelliklerden alır. Mitler o dönemde kaleme alınmamış olsalar da bazı hikayelerde tasvir edilen yerel olaylar bu mitlerin hangi zaman dilimine ait olduğunu anlamamızı sağlar. Aynı masalların kuşaktan kuşağa geçebilmesi mucizeden başka bir şey değildir, çünkü bu hikayeler yalnızca kulaktan kulağa aktarılarak bugüne kadar varlıklarını sürdürebilmiştir.
Devasa bir toprak parçası olan Avustralya, her biri kendi özgün dili ve inanış biçimi olan ortalama 400 farklı kabilenin muazzam çeşitliliğini içinde barındırır. Bu nedenle, tüm bunları tek bir mitoloji adı altında incelemek, yüzeyde gezinmekten ibaret olacaktır. Bunun yerine kıtadan seçilmiş şaşırtıcı hikayeler arasında dolaşacağız.
Düşzamanı
Avustralya Aborjin mitolojisi üç temel şeye gönderme yapar: insan, toprak ve kutsal alan. Dünyanın yaratılışı sırasında, yani insan hayatı ortaya çıkmadan evvel, Düş-zamanı adı verilen bir dönem yaşanmıştır. Avustralyalı Aborjinler, insanların yaratılıştan sonra aynı anda hem fiziksel dünyada hem de Düşzamanı’nda yaşadığına inanıyordu. Buna göre hayatta ve ölümde, her birimizin bir parçası sonsuz Düşzamanı’nda varlığını sürdürürdü. Etraflarında olan bitenleri daha iyi anlamak ve onlar üzerinde bir etki yaratabilmek için kabileler herhangi bir insanın, hayvanın, nesnenin ya da anlama konusunda yardıma ihtiyaç duydukları herhangi bir şeyin Düşzamanı’nda ete kemiğe bürünmesi için şarkı söyleyip dua ederlerdi. Örneğin, gerçek hayatta karşılaştıkları timsahları kontrol edebilmede yardımcı olması için Düş-zamanı’ndaki timsahtan medet umarlardı.
Düşzamanı efsaneleri, verdikleri dersleri hikaye anlatıcısının hayatına aktardıkları için nedensellik ilişkilerini açıklayan mitler ve ahlaki dersler olarak kullanılır ve böylece Aborjin kültürünün önemli bir parçası olmaya devam ederler. Büyük bir toprak parçası söz konusu olduğundan, Düşzamanı mitlerinin bir kabileden diğerine farklılık göstermesi anlaşılabilir bir durumdur. Böylece bu farklı mitler kabilelerin kimliklerinin bir parçası haline gelir.
Yürüyüş
Avustralya Aborjinleri, toprağa derinden bağlıydılar, hâlâ da öyledirler. Ergenlik çağındaki erkeklerin atalarının izini sürdüğü bir yolculuk olan Yürüyüş, Aborjin medeniyetinde önemli bir yer tutar. Gençler, yol boyunca önceden belirlenmiş yerlerde molalar vererek bir dizi geleneksel tören gerçekleştirirler.
Bu yolculuk, yürüyüş sırasında söylenen şarkılar ve törenler ile özdeşleştirildiği için, çocukların izledikleri yol “şarkı rotaları” adıyla anılmaya başlanmıştır. Yolculuk rotası, Avustralya’yı boydan boya kateder; ayrıca sulama kuyularını, mağaraları, yön bulmaya yardımcı belli başlı yerleri ve çeşitli kabileler için büyük önem taşıyan