Derken yeryüzündeki ve denizdeki tanrılar bir araya toplanarak gizlice fısıldaşmaya başladılar. Karanlık suların hâkimi Poseidon ateşli bir öfkeyle konuştu: “Kulak verin bana, Hera ve Athena. Zeus’a karşı ayaklanalım ve ona bütün gücün sahibi olmadığını gösterelim. Yeni krallığını nasıl yönettiğini, babası Kronos’a karşı verdiği savaşta ona ettiğimiz yardımları unuttuğunu, en kudretli dostlarını bile rahatsız ettiğini görsün. Ateşi fanilere vererek onları soğuktan donmaktan ve açlıktan kurtaran Prometheus’u Kafkas dağlarına zincirledi. Eğer Titan’ı bağlamak için küçülmüyorsa, gazabıyla seni de cezalandıracaktır Leydi Hera.” Athena dedi ki: “Zeus, aklını yitirdi ve artık yaptığı her şey hileli ve hatalı. Onu hemen durduralım ki yer ve gök, savaş ve kargaşayla dolup taşmasın.” Böylece hepsi, Zeus’un tiranlığına daha fazla boyun eğmemek için yemin ettiler ve Hephaistos onların isteğiyle, gözleri uykuya yenik düşmüşken Zeus’u bağlamak için güçlü zincirler dövdü.
Ama mercan mağarasındaki suların altında oturan Thetis, Poseidon ve Athena’nın konuşmasını duydu. Denizin üzerindeki beyaz sis gibi yükseldi ve Zeus’un tahtı önünde diz çöktü. Ardından kollarını Zeus’un dizlerine sardı ve “Ey Zeus,” dedi. “Tanrılar kudretin karşısında titriyor ama o sert sözlerinden hoşlanmıyorlar. Aklının başından gittiğini, yaptığın her şeyin hileli ve hatalı olduğunu söylüyorlar. Kulak ver bana Zeus! Hephaistos zinciri dövdü. Leydi Hera ve denizlerin efendisi Poseidon, bir de saf Athena, gözlerin uykuya yenik düştüğünde seni bağlamaya yemin ettiler. Bana izin ver de gidip Briareos’u çağırayım, yüz eliyle yardıma gelsin. O senin yanına oturduğunda Hera ve Poseidon’un gazabından korkmana gerek kalmaz. Tehlike geçtikten sonra nezaket ve adaletle hükmetmen gerektiğini de unutma, çünkü gerçekle ve aşkla savaşanların karşısında hiçbir güç dayanamaz. Sana yardım edenleri unutma ve Kafkas kayalıklarındaki Prometheus’a yaptığın gibi ödüllendirme onları. Zamanı geldiğinde ben de şimdi babasının Peleus’taki evinde yaşayan çocuğum Akhilleus için bir iyilik isteyebilirim senden. O zaman geldiğinde, geçmişte seni Hephaistos’un zincirlerinden nasıl kurtardığım gelsin aklına.”
Bunun üzerine Zeus kibarca konuşmaya başladı ve “Acele et Thetis ve kudretli Briareos’u buraya getir ki yüz eliyle beni korusun. Söylediğin sözlerden de korkma, çünkü Zeus iyi tavsiyeleri geçiştirmez. Tanrılar artık sert ve kaba sözlerimden dolayı nefret etmeyecekler benden,” dedi.
Thetis, Zeus’a yardım etmesi için yeryüzünün en derinlerinden Briareos’u çağırdı. Onun devasa görüntüsü Olimpos’un salonlarında belirdi ve tanrılar, o tüm gücünü göstererek Zeus’un yanında otururken tir tir titrediler. Zeus, “Dinleyin beni, Leydi Hera, Poseidon ve Athena,” dedi. “Düşüncelerinizi de beni yaptığım kötülükler yüzünden bağlamaya niyetlendiğinizi de biliyorum. Ama korkmayın. Bundan sonra yalnızca dediklerimi yapın. Zeus’un sert ve zalim bir efendi olduğunu söylemek için hiçbir nedeniniz olmayacak bundan sonra.”
Semele
Kral Kadmos’un kızı Semele, bütün Boeotia diyarında güzelliğiyle bilinirdi. Zeus, babasının Thebes’teki evinde onu gördüğünde genç kızı sevdi ve bu da Hera’nın öfkesini uyandırdı. Hera, kızı öldürmenin bir yolunu aramaya başladı. Zeus’un birkaç kez Olimpos’tan çıkarak Kadmos’un kızını görmeye gittiğini biliyordu. Bir keresinde bakıcısı Beroe’ye, Semele’ye gidip onu kandırarak mahvetmesini söyledi. Beroe gidip Semele’ye hileli sözler söyledi ve ona Olimpos’un görkeminden bahsetti. “Orada Zeus yaşar,” dedi. “Karanlık bulutların yukarısında. Gök gürültüsü onun tahtında gürler, şimşekler orada çakar. Kraliçe Hera’yı görmeye giderken ateşten atları taşır onu ve güneş, onun gökyüzünde etrafına yaydığı karanlığı aydınlatır.” Beroe, işi bitince oradan hızla uzaklaştı. Semele duyduğu şeyleri düşünüp durdu ve Zeus tekrar geldiğinde ona, “Neden bana hep sakin ve kibarca geliyorsun? Seni bana karşı kibar ve hassas görmek hoşuma gidiyor ama aynı zamanda kudretini de görmek istiyorum. Bir kez olsun Kraliçe Hera’ya gittiğin gibi gel bana da,” dedi. Zeus bunun üzerine, “Ah, Semele, ne istediğini bilmiyorsun. Kraliçe Hera ışık tanrılarının soyundan ve damarlarında ölümsüzlerin kanı dolaşıyor. Ama sen fani bir adamın kızısın. Şimşeklerim karşısında gözlerin kör olur, alevlerim seni yakar,” diye cevap verdi. Ama Semele aldırış etmedi buna. “Ah Zeus, söylediğin kadar korkutucu olamaz. Yoksa ışık tanrılarının soyu bile görkemin karşısında sinerdi. Hem uzun zaman önce senden istediğim her şeyi vereceğine söz vermiştin. Ben de senden tüm o görkeminle gelmeni istiyorum bana.” Zeus, kızın öleceğini bile bile, onun istediği şekilde gelmeye söz verdi. Çok geçmeden, kızın bir başına oturduğu bir gün, gökyüzü aniden durgunlaştı. Semele hiçbir ses duymuyordu. İçini büyük bir korku kapladı ve ona kimsenin yardım edemeyeceği bir yere götürüldüğünü hissetti. O ölüm durgunluğunun içinde bir anda öfkeli şimşekler çakmaya başladı ve Zeus ona doğru yaklaşırken büyüyen alevler bedenini yaktı. Şimşeklerin alevi ve gök gürültüleri arasında, Dionysos’u doğurdu.
Semele uzun zaman yeryüzünün altındaki gölgeler diyarında dolaştı. Ta ki Dionysos büyüyüp şarap ve bağ bozumu tanrısı olana kadar. O zaman Dionysos aşağı, Hades’in krallığına gitti ve annesini karanlık evinden çıkardı. Zeus ve diğer tanrılar onu Thyone adıyla Olimpos salonlarına kabul etti.
Dionysos
Kadmos’un kızı Semele, yeryüzünün altında, insan ruhlarının dolaştığı o karanlık diyarda yatarken, oğlu Dionysos tüm gücü ve güzelliğiyle Orchomenos’un çiçekli düzlüklerinde serpilmişti. Ancak Leydi Hera’nın anneye ve çocuğa duyduğu öfke hâlâ canlıydı. Zeus’un alevli şimşeklerinin öldürdüğü talihsiz kadına karşı hiç merhameti yoktu. Semele, Hades’in zindanında kaybettiği aşkı için yas tutarken çocuğunun onu tanrıların şölenine götüreceği güne dek bekledi. Ama Hera, çocuk için de zorlu bir tuzak, ağır bir tehlike hazırlıyordu. Yeryüzünde ve denizde tuhaf şeyler geldi Dionysos'un başına. Ama güçlü kolları ve babası Zeus’un sevgisi onu tüm tehlikelerden korudu. Tüm yeryüzünde insanlar onun güzelliğinden ve gücünden bahsediyor, Zeus’un görkemine bakmaya cesaret eden kadının oğlu olmaya layık olduğunu söylüyordu. Bir süre sonra çocuk gençliğini ardında bıraktı ve kalbinde tüm yeryüzünü dolaşmak, insan şehirlerini ve yaşamlarını gözlemleme arzusu belirdi. Dionysos böylece Orchomenos’tan çıkıp kıyı boyunca ilerledi ve dalgalı suları izlemek için bir kayanın üzerinde durdu. Dalgaların o tatlı müziği kulaklarına değdikçe içini yabani bir sevinç doldurdu. Siyah bukleleri omuzlarına dökülüyor, mor kıyafeti yazın yumuşak esintisinde dalgalanıyordu. Karşısındaki mavi sularda tekneler parıltılı güneşin altında neşeyle dans ederek kıyıdan kıyıya gidiyor, savaşta ve barışta görevlerini yerine getiriyordu. Bir tekne sahile yanaştı. Beyaz yelkeni aceleyle güverteye indirildi ve tayfadan beş kişi çıkıp tekneden kıyıya doğru ilerledi. Dionysos’un durduğu kayanın yanına geldiler. “Bizimle gel,” dediler o kaba sesleriyle ve kaslı kollarını kavradılar. “Tiren’li denizciler her gün senin gibi gençlerle karşılaşmaz.” Kaba hareketlerle onu tekneye sürüklediler ve bağlamak için hazırlandılar. “Cesur