“Öyle işler bize göre değil,” dedi Victor. “Bizim işimiz soygunculuktur.”
Martha bir şeyler düşünmeye çalıştı.
“Petrol ofisinde bir pozisyon bulmak epey güç,” dedi. “Ama politikacı olabilirsiniz.”
“Hayır!” diye bağırdı Beni sert bir şekilde. “Ulvi mesleğimizi bırakamayız! Biz hep haydut olduk ve haydut olarak kalacağız!”
“Çok doğru!” diyerek arkadaşına katıldı şişman adam.
“Chicago’da bile soyacak adam bulunur elbet,” diye söze atıldı Victor neşeyle.
Martha’nın içi sıkılmıştı.
“Sanırım hepsi soyulmuş zaten,” diye itiraz etti.
“O zaman haydutları soyarız biz de. Bunun için gerekli tecrübe ve olağanüstü yeteneğe sahibiz,” dedi Beni.
“Aman, aman!” diye inledi küçük kız. “Walter Amca bu sandığın içinde sizi niçin yollamış ki sanki?”
Haydutların merakı uyanmıştı.
“Biz de bunu öğrenmek istiyoruz,” dedi Victor hevesle.
“Ama bunu hiçbirimiz öğrenemeyeceğiz çünkü Walter Amca Afrika’da fil avlarken kayboldu,” dedi Martha kesin bir tavırla.
“O hâlde kaderimize boyun eğip var gücümüzle soygunculuk yapmalıyız,” dedi Victor. “Çok sevdiğimiz mesleğimize sadık kaldığımız müddetçe, utanmamızı gerektirecek bir şey yok.”
“Çok doğru!” diye haykırdı şişman adam.
“Kardeşlerim! Hemen şimdi işe koyulalım. İçinde bulunduğumuz evi soymakla başlayalım!” “Hay hay!” diye bağırdı diğer ikisi ve hemen yerlerinden fırladılar.
Beni tehditkâr bir tavırla çocuğa yöneldi.
“Sen burada kal!” diye emretti. “Tek bir adım dahi atacak olursan, kendi mezarını kazmış olursun!” Sonra daha yumuşak bir sesle ekledi: “Korkma sakın. Haydutlar, tutsaklarıyla böyle konuşur. Elbette genç bir hanıma hiçbir koşulda zarar vermeyiz.”
“Elbette,” dedi Victor.
Şişman adam, belinden kocaman bir kemer çıkarıp kafasının üzerinde sallamaya başladı.
“Kahrolsunlar!” diye haykırdı.
“Lanet olasıcalar!” diye bağırdı Beni korkunç bir sesle.
“Düşmanlarımızın aklı bulansın!” diye tısladı Victor.
Ardından üç haydut, neredeyse iki büklüm hâlde merdivenleri inerek sessizce sıvıştı. Ellerine aldıkları silahlarıyla her an ateşe hazırdılar. Parlak hançerlerini dişlerinin arasına sıkıştırmışlardı. Korkudan tir tir titremekte olan Martha, “İmdat!” demek için bile ağzını açamıyordu.
Çatı katında ne kadar süre kaldığını bilmiyordu ama nihayet geri dönen haydutların kedi misali ayak seslerini işitti ve tek sıra hâlinde merdivenlerden çıktıklarını gördü.
Üçünün de kucağı yağmaladıkları şeylerle doluydu. Luigi, Martha’nın annesinin en güzel elbisesinin üzerine koyduğu üzümlü tartı düşürmemek için dengesini korumaya çalışıyordu. Sonra Victor geldi; bir dolu biblo, kocaman bir şamdan ve bir salon saati vardı kucağında. Beni ise aile İncil’ini kapmış, ayrıca vitrinden bir sepet dolusu gümüş eşya ile bakır bir güğüm ve Martha’nın babasının kürk mantosunu aşırmıştı.
“Ah ne büyük bahtiyarlık!” dedi Victor, yükünü yere indirerek. “Tekrar soygun yapmak ne güzel şey!”
“Hakikaten, ne büyük zevk!” dedi Beni ama güğümü ayağına düşürdüğü için bir yandan acıyla zıplarken bir yandan da İtalyanca tuhaf sözler mırıldanıyordu.
“Çok zenginiz,” diye devam etti Victor, üzümlü turtayı tutarak. “Üstelik hepsini tek bir evden aldık! Bu Amerika, pek zengin bir yer olmalı.” Bu sırada Luigi, ganimetlerini yığına eklemekteydi.
Sonra Victor, bir hançer çıkarıp turtadan bir parça kesti, kalanını ise yoldaşlarına verdi. Üçü birlikte yere oturup turtayı mideye indirdiler. Martha ise üzüntü içinde onları seyrediyordu.
“Bir mağaraya ihtiyacımız var,” dedi Beni. “Zira ganimeti güvenli bir yere saklamak gerek. Gizli bir mağara var mı buralarda?” diye sordu Martha’ya.
“Mamut Mağarası3 var,” diye cevap verdi kız. “Ama Kentucky’de. Oraya ulaşmak, arabayla bile saatler sürer.”
Bu cevabı işiten üç haydut düşünceli bir şekilde sessizce turtayı mideye indirmeye devam ettiler. Ama hemen sonra çatı katından bile oldukça net işitilen elektrikli kapı zilinin sesiyle irkildiler.
“O da ne?” diye sordu Victor, boğuk bir sesle. Üç arkadaş hançerlerini çekerek ayağa fırladılar.
Martha pencereye koştu. Gelen postacıydı. Posta kutusuna bir mektup atıp gitmişti sadece ama bu olay, küçük kıza belalı haydutlardan nasıl kurtulacağı konusunda bir fikir verdi. Sanki büyük bir sıkıntı içindeymiş gibi ellerini savurup bağırmaya başladı:
“Polis gelmiş!”
Haydutlar korku içinde bakıştı. Luigi titrek bir sesle sordu:
“Kaç kişiler? Çok mu kalabalıklar?”
“Tam yüz on iki polis var!” diye haykırdı Martha, sayarmış gibi yaptıktan sonra.
“Yandık biz!” dedi Beni, “Bu kadar çok polisle dövüşüp sağ kalmamız imkânsız.”
“Silahları var mı?” diye sordu Victor, soğukta kalmış gibi titriyordu.
“Evet, var,” dedi Martha. “Silahları, kılıçları, sonra tabancaları ve baltaları var ve de…”
“Ve de ne?” diye sordu Luigi.
“Topları var!”
Üç zalim haydut inleyip sızlanmaya başladı. Beni, derin bir sesle konuştu:
“Umarım işkence etmeden bizi çabucak öldürürler. Bu Amerikalıların, gizli Kızılderililer olduklarını duymuştum. Kana susamışlardır ve etrafa dehşet saçarlar.”
“Çok doğru!” diye iç geçirdi şişman adam omuz silkerek.
Martha birden pencereden çekildi.
“Sizler benim dostlarımsınız, değil mi?” diye sordu haydutlara.
“Her zaman hizmetindeyiz!” diye cevap verdi Victor.
“Emrine amadeyiz!” diye seslendi Beni.
“Sana canımız feda!” diye ekledi Luigi, nasılsa öleceğim diye düşünüyordu.
“O hâlde kurtaracağım sizi,” dedi kız.
“İyi ama nasıl?” diye sordu üç haydut aynı anda.
“Şu sandığa geri girin,” dedi kız. “Sandığın kapağını kapatacağım ki sizi bulamasınlar.”
Şaşkın ve kararsız bir hâlde etrafa bakındılar ama kız bağırdı:
“Haydi, çabuk olun! Birazdan sizi tutuklamaya gelirler.”
Bunun üzerine Luigi hemen sandığa atladı ve en alta uzandı. Beni onu izleyip arka tarafa geçti. Nazik bir edayla kızın elini öptükten sonra Victor da diğer ikisine katıldı.
Sonra