Cafer Ağa’nın hürmetle karşıladığı bu adam Fehim Paşa’dan başka bir kimse değildi.
Melahat, ameliyattan önce İkbal ve kardeşi Nuri hakkında Padişah’a bir hayli bilgi vermişti. Hatta Nuri’nin o gece kız kardeşini görmek üzere saraya gelmesi ihtimalinden bile bahsetmişti.
Melahat’in bu açıklaması Padişah’ı çok düşündürmüş, fakat bu cüretkâr genci yakalatmak istediğinden dolayı Melahat’e fazla bir şey söylemeyerek sadece kendisini dışarı çıkmaktan menetmekle yetinmişti.
Melahat’in ameliyatı yapılırken, Fehim Paşa da Yıldız Sarayı’na davet edilmişti.
İkbal odadan ayrılacağı sırada, Fehim Paşa kızın yanına sokularak eteğinden çekti.
“Dur bakalım, ne acele ediyorsun?”
İkbal yürümek istedi.
“Müsaade buyurunuz gideyim, Paşa hazretleri!”
“Vay, sen benim kim olduğumu biliyor musun?”
“Hayır, efendim. Cafer Ağa size, Paşam, dedi de.”
Cafer Ağa söze karıştı:
“Fehim Paşa hazretleri Burhanettin Efendi’nin dairelerine gitmedikleri için tabii ki kendilerini hiç görmemişsindir.”
“Hayır, efendim. Paşa hazretleriyle ilk defa müşerref oluyorum.”
Fehim Paşa kendine has sırnaşıklığını koruyordu. İkbal’in pamuk gibi beyaz elini tutup iki avucunun içine aldı.
“Kız, sen az güzel haspa değilsin!”
İkbal boynunu büktü ve korkak bir sesle tekrar rica etti:
“Müsaade buyurunuz gideyim, Paşam!”
Fehim Paşa’nın ruh hali birden değişti.
“Ne için bu kadar telâş ve acele ediyorsun? Yoksa odanda seni bekleyen biri mi var?”
İkbal’in benzi sapsarı olmuştu.
“Geç oldu da, Paşam, onun için,” diyebildi. Kalbi fena halde çarpmaya başlamıştı. Fehim Paşa genç kızın elini bırakmadı.
“Haydi, seni odana kadar götüreyim.”
İkbal’in yüreğine inmişti.
Başmusahip’in dairesinden ayrıldıkları zaman İkbal tekrar yalvardı:
“Paşa hazretleri, Allah aşkına beni bırakınız, odama gideyim!”
Fehim Paşa Çerkez dilberinin elini sımsıkı tutuyordu.
“İşte gidiyorsun ya! Bu yol odana gitmez mi?”
İkbal’in yalan söylemesi faydasızdı; Fehim Paşa kızın odasının nerede olduğunu çoktan öğrenmişti. Az sonra odanın önüne geldiler.
İkbal, korkusundan ne yapacağını şaşırmış bir halde, gece vakti bir şeytan gibi karşısına çıkan bu baş belasının elinden kurtulmaya çalışıyordu.
“Teşekkür ederim, Paşam. Buraya kadar zahmet buyurdunuz. Bu iyiliğinizi hiçbir zaman unutmayacağım!” dedi.
Fehim Paşa böyle kuru cilvelere metelik verir bir adam değildi. O saatte üzerine aldığı vazifeyi yapmak mecburiyetindeydi. Takip ettiği işin sonucuna göre az sonra Hünkâr’a malumat verecekti. İkbal’i göğsünden iterek odanın kapısını araladı.
İçerden ince bir ses işitildi:
“İkbal, nerede kaldın?”
Bu bir erkeğin… Nuri’nin sesiydi.
İkbal bu sesi işitti. Paşa’nın kolundan çekerek, “Allah aşkına odama girmeyiniz!” dedi ve ayaklarına kapandı.
Odaya giren Fehim Paşa, karyolanın arkasında hiddetinden kendi kendine homurdanan Nuri ile karşılaştı.
Zavallı Tıbbiyeli, birdenbire karşısına dikilen bu gözü dönmüş adamla yüz yüze gelince söyleyecek tek kelime bulamadı.
Fehim Paşa sordu:
“Kız, bu adamın bu vakit burada işi ne?”
İkbal korkudan titriyordu.
“Paşam, o benim kardeşimdir.”
“Kim olursa olsun. Gece vakti buraya nasıl girmiş?”
Nuri, bu gaddar bakışlı adamın Kızıl Sultan’ın adamı olduğunu anlamıştı. Kız kardeşinin sözüne kapılarak nihayet bir tuzağa düştüğüne hükmetti.
“Kardeşimi görmeye gelmiştim,” dedi.
Fehim Paşa, Tıbbiyeli gencin yüzüne kuvvetli bir tokat indirdi.
“Efendimizin ekmeğini yiyen hainler! Daha birkaç gün evvel arkadaşlarının sürgüne gittiğini ne çabuk unuttun?”
Tokadı yiyince Nuri’nin gözleri döndü ve ayağa kalkarak Fehim Paşa’nın gırtlağına sarıldı. Aklınca onu yere vurarak pencereden atlayıp kaçacaktı. Zavallı genç o saatte sarayın bütün kapılarının kapandığını bilmiyordu.
Kaleden yüksek duvarları nasıl aşabilecekti?
Tehlike karşısında fazla düşünmeye imkân bulamamıştı. Can havliyle düşmanının boynuna atıldı. Fehim Paşa’nın hızla çıkardığı rovelver yere düşmüştü.
İki adam alt alta, üst üste boğuşmaya başladılar.
İkbal’se tehlikeyi görünce haykırmak istedi.
Nuri elinin tersiyle kardeşine vurdu ve onu çabucak susturdu. Fehim Paşa bu çarpışmada mağlup düşmüştü.
Nuri, yerde yatan Fehim Paşa’nın başına iki tekme indirip, evvelce geldiği pencereden sarayın bahçesine atladı.
Tıbbiyeli genç, pencereden kaçarken lambayı söndürmüş ve karyolasında ağlamakta olan kız kardeşine son olarak şu sözleri söylemişti:
“İkbal! Beni artık ebediyen göremeyeceksin. Dağdan dağa, ormandan ormana kaçıp vahşi insanlar gibi yaşayacağım. Sen de milletin kanını emen bu canavarlar yuvasından yakanı kurtarmaya çalış!”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.