Bu iki ürpertici alet gelir gelmez ikisi de beni tutup hunharca üstümdekileri çıkardılar. Daha önce söylediğim gibi, ayaklarım yere bağlıydı. Beni yüzüm yere bakar bir şekilde kanepeye doğru sürüklerken Radburn o ağır ayağını kolumdaki zincire, bileklerimin arasına doğru koydu ve canımı acıtarak yere doğru bastırdı. Burch tokaçla beni dövmeye başladı. Çıplak bedenime darbe üstüne darbe iniyordu. Acımasız kolu yorulunca durakladı ve hâlâ özgür bir adam olma konusunda ısrar edip etmediğimi sordu. Ben ısrara devam ettikçe darbeler bir öncekinden daha hızlı ve esaslı bir şekilde yenilendi. Bir daha yorulunca aynı soruyu soruyordu ve aynı cevabı alınca zalim, çalışmasına kaldığı yerden devam ediyordu. Tüm bu süre zarfında, insan bedeninde hayat bulmuş bu şeytan, en gaddar küfürleri ediyordu. Yine de pes etmiyordum. Bütün o yabani vuruşları ağzımdan bir köle olduğum yalanını zorla çıkarmaya yetmiyordu. Delirmiş gibi tokacın kırılan tutamağını yere atıp kırbacı aldı. Bu diğerinden çok daha fazla can yakıyordu. Bütün gücümle dayanmaya çalıştım ama nafile. Biraz merhamet için dua ettim ama duama cevaben sadece lanet ve darbe geliyordu. Vahşi adamın vuruşlarının beni öldüreceğini sandım. Şu an bile o sahneyi hatırladığımda tüylerim ürperiyor. Yanıyordum. Acılarımı cehennem alevlerinden başka hiçbir şeyle kıyaslayamam.
Sonunda onun tekrar eden sorularına cevapsız kaldım. Cevap vermiyordum. Hatta neredeyse konuşamaz hale gelmiştim. Yine de kamçıyı zavallı bedenime esirgemeden indiriyordu ta ki her vuruşta yırtılmış derimin kemiklerimden sıyrıldığı görülene kadar. Ruhunda merhametin zerresi bulunan bir adam, köpeği bile böyle zalimce dövmezdi. Radburn uzun uzadıya artık beni dövmenin yersiz olduğunu, benim pişman olduğumu söyledi. Sonra Burch, uyarı mahiyetinde yumruğunu yüzüme sallayıp dişlerini sıkarak, eğer tekrar özgür olduğumu, kaçırıldığımı veya benzeri bir şey söylersem, şimdi aldığım cezanın daha sonra başıma gelecekler yanında bir hiç olacağını söyledi ve durdu. Ya benim üstemden geleceğine ya da beni öldüreceğine yemin etti. Bu avutucu sözlerle birlikte bileklerimdeki zincirler çıkartıldı ama ayaklarım hâlâ halkaya bağlıydı. Açılmış olan küçük pencerenin panjuru tekrar kapandı ve onlar çıkıp kapıyı arkalarından kitleyince yine tek başıma önceki gibi karanlıkta kaldım.
Bir veya iki saat sonra anahtar kilidin içinde tekrar dönerken yüreğim ağzıma geldi! Çok yalnız olan ve kim olursa olsun herhangi birini görmek isteyen ben şimdi bir adamın yaklaştığını duyunca korkudan titriyordum. Şimdi bir insanın yüzü, özellikle de beyaz bir insanın yüzü, bana korkunç geliyordu. Radburn içeri girip teneke tabakta buruş buruş domuz eti, bir dilim ekmek ve bir bardak su getirdi. Nasıl hissettiğimi sordu ve oldukça ciddi şekilde kamçılandığımı belirtti. Bana tekrar özgür olduğumu belirtmememi sıkı sıkı tembihledi. Oldukça kibirli ve kendinden emin, bana nasihat verdi: Bu konuda ne kadar az konuşursam benim için o kadar iyi olurmuş. Zavallı halimden etkilendiği için mi yoksa beni özgürlüklerim konusunda susturmak istediği için mi, şu an düşünmek anlamsız ama belli ki nazik görünmeye çalışıyordu. Ayak bileklerimdeki zincirin kilidini çözdü, küçük pencerenin panjurunu açtı ve beni tekrar yalnız başıma bırakıp gitti.
O an itibariyle bitkin ve perperişandım. Tüm bedenim su toplamıştı, büyük bir acıyla ve zorlukla yürüyordum. Pencereden, bitişikteki duvarın üzerindeki çatı dışında bir şey göremiyordum. Geceleyin rutubetli, sert zemine yastıksız ve battaniyesiz uzandım. Radburn aynı dakiklikle domuz eti, ekmek ve suyuyla birlikte günde iki kez gelirdi. Çok az iştahım vardı ama sürekli bir susuzlukla içim yanıyordu. Yaralarım aynı pozisyonda birkaç dakikadan fazla kalmama izin vermiyordu. Bu yüzden oturarak, ayakta durarak veya yavaş yavaş hareket ederek günlerimi ve gecelerimi geçiriyordum. Kederli ve bezgindim. Ailemi; eşimi ve çocuklarımı düşünüyordum sürekli. Uyku bastırınca rüyamda onları görürdüm: Tekrar Saratoga’daydım ve onların yüzünü görebiliyor, onların bana seslendiğini duyabiliyordum. Uykunun tatlı hülyalarından sıyrılıp acı gerçekle karşılaştığımda inleyip ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Yine de ümidim tam anlamıyla yok olmamıştı. Hızlıca buradan çıkıp gideceğim günleri düşlüyordum. Durumum öğrenilince adamların beni köle olarak tutmaya devam etmesi imkansız diye düşündüm. Georgia kaçağı olmadığımı öğrenen Burch elbette ki gitmeme izin verirdi. Şüphelenmeme rağmen Brown ve Hamilton’ın benim hapsedilmemde rol oynadığına inanmak istemiyordum, bunu bir türlü kabullenemiyordum. Elbette ki beni arayıp bulup esaretten kurtaracaklardı. Ne yazık! O zamanlar henüz “insanın insana gaddarlığı”nın ölçüsünü, kazanç için ne kötülüklere başvuracağını öğrenememiştim.
Takip eden birkaç günde dış kapı açılmış, bu da bahçeye çıkabilme imkanı sağlamıştı bana. Orada üç köle buldum. Birisi on yaşında bir delikanlı, diğerleri yirmi ve yirmi beş yaşlarında iki genç erkekti. Gecikmeden onlarla tanışıp isimlerini ve hikayelerini öğrendim.
En yaşlı olan Clemens Ray adında siyahi bir adamdı. Washington’da yaşamış, kiralık at arabası sürücülüğü yapmış, orada uzun süre bir ahırda çalışmıştı. Oldukça zekiydi ve içinde bulunduğu durumu tamamen benimsemişti. Güneye gitme fikri onu kahrediyordu. Burch onu üç gün önce satın almış, New Orleans pazarında satacağı vakit gelene kadar buraya yerleştirmişti. William’ın Köle Hücresi’nde olduğumu kendisinden öğrendim. Bana buranın ne tür işler için tasarlandığını anlattı. Ona üzücü hikayemin detaylarını anlattım ama ancak beni anladığını söyleyerek teselli olabiliyordu. Ayrıca bana özgürlüğüm konusunda bundan sonra sessiz olmamı tembihledi, çünkü Burch’un kişiliğini biliyor ve böyle yapmamın sadece daha fazla kırbaç cezasına neden olacağının garantisini veriyordu. İkinci büyüğün adı John Williams’tı. Washington’dan çok da uzak olmayan Virginia’da yetiştirilmişti. Burch onu bir borcun bedeli olarak satın almıştı ve kendisi sürekli olarak efendisinin onu tekrar almasını ümit ediyordu ki bu sonradan gerçekleşti. Küçük delikanlıysa hayat dolu, Randall adında bir çocuktu. Çoğu zaman bahçede oyun oynardı ama sık sık ağlayıp annesini ister, onun ne zaman geleceğini merak ederdi. Annesinin yokluğu, küçücük kalbindeki tek kedermiş gibi duruyordu. Durumunu algılayamayacak kadar küçüktü ve annesini özlemediği zamanlarda bizi küçük oyunlarıyla eğlendirirdi.
Gece olduğunda Ray, Williams ve küçük çocuk tavan arasında uyurlarken ben hücreye kitleniyordum. Sonunda hepimize atların üstünde kullanılan örtülerden verildi. Bu, takip eden on iki yıl boyunca sahip olmama izin verilen tek yatak eşyasıydı. Ray ve Williams bana New York’la ilgili bir sürü soru sorarlardı: Siyahilere orada nasıl davranılıyordu? Nasıl kimsenin zülmüne ve tahrikine uğramadan yuva kurabiliyorlardı? Özellikle Ray, özgürlükler konusunda devamlı iç çekerdi. Ama bu tarz konuşmaları Burch veya bekçi Radburn’e duyurmazdık. Bu tür arzular kırbacın sırtımızda bitmesine neden olurdu.
Burada, hayat hikayemdeki esas olayların gerçek bir ifadesi ve yaşadığım gördüğüm kadarıyla kölelik dediğimiz mefhumun bir tasviri için tanınmış, önemli yerlerden ve hâlâ hayatta olan insanlardan bahsetmem gerekir. Ben Washington’da