– Paris’te kiralık arabayla kaybolduğumuz o günü hatırlıyor musun? Kocan uzaktan bizi görür gibi olmuş, aceleyle bir başka arabaya atlayıp peşimize takılmıştı hani?
Heyecanla irkiliyor kadın, mutlulukla ışıldıyor gözleri.
– Evet, diye mırıldanıyor, harika bir gündü!
Adamın titreyen sesi kalbinin vuruşlarına karışıyor adeta ve kalbi şöyle diyor:
– Dizlerinin üzerinde, arabanın arka camından bakıyor, ellerim bedenini okşarken bağırıyordun: ‘Yaklaşıyor! Geride kaldı! Yakalayacak bizi… Görmüyorum onu… Kayboldu… Ah!”
Aynı anda uzanıyorlar ve tek bir hareketle birleşiyor dudakları.
İç çeker gibi çıkıyor kadının sesi:
– Doruğa ulaştığım tek andı o.
– Her zaman korkacağız! diyor adam.
Konuşmak birbirlerine yaklaştırıyor onları. Bedenlerinin fısıldadığı kelimeler, öpücüklere dönüşüyor. Adam kadına susamış gibi, kendine çekiyor onu, dudakları usanmadan ismini tekrarlıyor. Elleri kıpırtısız, tüm yaşamları dudaklarında toplanıyor sanki. Hamurunda günah olan bu arzu, her şeyi siliyor.
Evet, birbirlerini sevmek için geçmişlerini diriltmeleri gerekti. Aşklarının alışkanlık içinde yok olup gitmesini engellemek için, durmadan, bir yapbozun parçaları gibi birleştirmeleri gerekiyor onu. Karanlığın ve tozun, duygusuz bir tekdüzeliğin içinde, ihtiyarlığın yıkıcı gücüne ve ölümün mührüne maruz kalıyorlar sanki.
Birbirlerine sımsıkı sarılmış haldeler. Dudakları yeniden, yeniden kavuşuyor. Bedenlerini birbirinden ayıramasam da, onları git gide daha iyi görebiliyor, birleşmelerinin yarattığı ahengi seçebiliyorum.
Geceye karışıyor, gölgelerin içine, o çok arzuladıkları girdaba yuvarlanıyorlar. Yeryüzünde aradıkları, sahip olmak için yalvardıkları bu karanlığa gömülüyorlar.
Adamın dili dolaşıyor:
– Seni sonsuza dek seveceğim.
Ama kadın da, ben de, onun tıpkı az önceki gibi yalan söylediğini hissediyoruz. Kendimizi kandırmıyoruz. Hem ne önemi var ki?
Kadın, dudakları adamın dudaklarında erirken, yumuşacık dokunuşlarının arasına bir diken katıveriyor:
– Kocam birazdan evde olacak.
Ne kadar da az karışmışlar meğer birbirlerine! Korkularından başka ortak noktaları yok aslında ve ben, o korkuyu nasıl da umutsuzca canlı tutmaya çalıştıklarını şimdi anlıyorum… Ama bir şekilde bir araya gelmek için sarf ettikleri bu üstün çaba, yakında sona erecek.
Karanlık şölen yaklaşırken, kadının ağırlığı artıyor, gölgeler arasında bir ağlayan bir gülen yüzü, kâh itaatle kâh hakimiyetle doluyor.
Geriye söylenecek söz kalmayınca, susuyorlar. Kelimeler görevlerini yerine getirdi, aşkları tazelendi… Sarılmalar ve ten, inlemeler, beceriksiz hareketler. Sessizliğin ve tutkunun ayiniydi ortaya çıkan.
Kadın, şimdi ayakta. Yarı çıplak bedeni beyaza kesmiş…
Kendisi mi soyunuyor, yoksa adam mı giysilerini çıkarıp atan?.. Geniş kalçalarını, odanın içine gökyüzündeki ay gibi gümüş ışıltılar saçan karnını görüyorum… Adamın kolu, siyah bir çizgi gibi, tam ortasından bölüyor bu karnı. Kadını tutuyor, sarıyor, divanın üzerine adeta kenetliyor. Ve adamın ağzı, kadının bacaklarının arasına iniyor. Dudakları, şaşılacak derecede şefkatli bir öpücük bırakıyor oraya. Kadın inliyor. Koyu renk bedenin solgun bedenin önünde diz çöktüğünü görüyorum ve kadın kendini adama bırakıyor…
Ardından kadın, adeta ışık saçan bir sesle mırıldanıyor:
– Al beni… Bir kez daha al beni. Defalarca yaptığın gibi.
Al, kendimi sana veriyorum. Hayır. Bana ait olmayan bir bedeni sana nasıl verebilirim ki? Belki de bu yüzden her defasında böyle zevkle sunuyorum onu sana!
Divana oturan adam, dizlerinin üzerine yatırıyor kadını… Sanırım kadın şimdi tamamen çıplak. Çizgileri, şekilleri ayırt edemiyorum. Ama pencereden sızan ışıkta, kadının başını geriye doğru attığını fark ediyorum. Dudakları ve gözleri, aşk dolu yüzünde yıldızlar gibi parlıyor…
Karanlığın içindeki çıplak adam, kadınının bedenini kendine bastırıyor. Karşılıklı rızalarının içinde bile bir çeşit çekişme var. Sıradışı, kutsal ve yabanıl bir coşku hükmediyor hareketlerine ve görmememe rağmen, adamın kadının içine girdiği anı hissediyorum.
…Uzayıp giden hareketsizliğim yüzünden, bel ve omuz kaslarım ağrımaya başlıyor. Yine de, gözlerim deliğe yapışık, duvarla bir olmaya devam ediyorum. Bu törensel gösterinin tadını çıkarmak için, kendime azap çektiriyorum. Karşımdaki sahneyi tüm bedenimle sarıyorum adeta. Ve duvar, kalp atışlarımı bana geri veriyor.
…Birbirine sarılmış iki varlık, birbirine karışmış iki ağaç gibi titriyor. Şehvet, çılgınca bir kurguyla, kuralların, hatta âşıkların kendilerinin de ötesine geçerek, başyapıtını hazırlıyor. Ve bu öyle öfkeli, öyle şiddetli ve öyle ölümcül bir eylem ki, tamamlanmasını, ikisini öldürmedikçe, Tanrı bile durduramaz. Bunu hiçbir şeyin durduramayacağını bilmek, Tanrı’nın gücünden hatta varlığından şüphe etmeme yol açıyor.
Adam, birbirine kenetlenmiş bedenlerinin üzerinden başını kaldırıp geriye atıyor. Yüzünü görebilmemi sağlayan azıcık aydınlıkta, doyuma ulaşmayı beklerken yarıda kesilmiş bir inlemeyle açılmış ağzını fark ediyorum.
Kadın olağanüstü bir şekilde, adeta taşarcasına boşalıyor. Gelişini, önemli bir olayın gelişi gibi hissediyorum.
Dörde kadar sayıyorum. Bu süre boyunca, gözlerimi adamın yüzünden ayırmıyorum. Tek eliyle havayı döverken, bir an yüzünü buruşturuyor, ardından gülümsüyor. Yüzüne yürüyen kanla, kutsal bir şehide benziyor, aynı anda hem düşen hem kanatlanan bir baş meleğe. Boşalırken, muhteşem ve beklenmedik bir şey karşısında büyülenmiş gibi, bunun bu kadar güzel olacağından hiç kuşku duymamış gibi, bedeninin ona sunduğu bu mucizevi zevkten şaşkın, kısa çığlıklar atıyor.
O an aynı kutsal duyguyu paylaşıyorlar. Kadın belki zevk almıyor, ama tatmin olduğunu söylemek, görmek, anlamak mümkün. Orada, sözle anlatılamaz bir kadın mucizesi yaşanıyor.
– Mutlu musun?
Tuhaf bir şekilde, kadının bu soruyu bana yönelttiği duygusuna kapılıyorum… Öyle hissetmekte de haklıyım, zira dudakları o kadar yakınımda ki, gerçekten benimle konuşuyor gibi görünüyor.
Adam, bedeni hâlâ kadınınkine kenetli, gökyüzüne bakarak mırıldanıyor:
– Sana yemin ederim, sen benim için dünyadaki her şeysin!
Hemen ardından, mutluluk anının bittiğini ve şimdiden bir anıya dönüştüğünü anlıyor kadın. Birlikte kapıldıkları o zevk dalgasının yok olacağını, hayalinin bile aklından silinip onu terk edeceğini hissederek yakınıyor:
– Tanrı sahip olduğumuz şu azıcık hazzı kutsasın!
Hüzünlü bir çığlık, büyük bir düşüşün ilk işareti, dine saygısızlık eden ama yine de kutsal bir dua..
Adam sayıklarcasına tekrarlıyor:
– Dünyadaki