Hans von Enke’nin ailesiyle tanışmak üzere yola koyulduğu cumartesi günü mevsim normallerinin dışında bir yağmur atıştırmaktaydı. Sabahın erken saatlerinden beri ofisindeydi ve kim bilir kaçıncı defa silah tüccarının ölümü ve çalınan revolverlerle ilgili soruşturmanın en önemli kısımlarının üstünden geçiyordu. Hırsızları tespit ettiklerini sanıyordu ama ellerinde hâlâ bir delil yoktu. Ben anahtarı aramıyorum, diye düşündü. Ben, bir deste anahtarın uzaktan da olsa incecik çınlayışını duymaya çalışıyorum. Saat üç olduğunda elindeki muazzam miktardaki evrakın yarısına gelmişti. Eve gitmeye karar verdi; bir iki saat kestirip sonra da akşam yemeği daveti için giyinecekti. Linda, Hans’ın ailesinin bazen biraz fazla ciddi giyindiklerini söylemiş, o nedenle babasına da en iyi takım elbisesini giymesini salık vermişti.
“Sadece cenazelerde giydiğim bir takımım var,” dedi Wallander. “Ama herhâlde kravatım beyaz olmamalı, ne dersin?”
“Eğer kötü geçeceğine bu kadar eminsen belki gelmemelisin.”
“Şaka yapmaya çalışıyordum sadece.”
“Ama beceremedin. En az üç tane lacivert kravatın var. Onlardan birini seç.”
Wallander Löderup’tan gece yarısı taksiyle dönerken akşamın beklediğinden çok daha güzel geçtiğini düşünüyordu. Emekli komutan ve karısıyla sohbet güzeldi. Genelde insanların, bir polis memuru oluşuna gizlemeye gerek görmedikleri bir küçümsemeyle baktıklarını düşünür, tanımadığı insanlarla ilk görüşmesinde bu nedenle her zaman tetikte olurdu ama her ikisinde de böyle bir tepki sezinlememişti. Tam tersine gerçek bir merakla mesleğine karşı büyük ilgi göstermişlerdi. Dahası Håkan von Enke, İsveç polis teşkilatının yapılanması ve Wallander’in de hak verdiği bazı nam salmış suç soruşturmalarının yolunda gitmeyen yönleri hakkında bilgi sahibiydi. Bu arada kendisi de denizaltılar ile İsveç Donanması ve İsveç Savunma Hizmetleri’nde hâlihazırda devam eden küçülmeye gitme konusuyla ilgili sorular sorma fırsatı bulmuş, aydınlatıcı ve bir o kadar da eğlendirici cevaplar almıştı. Louise von Enke ise hemen hemen hiç konuşmadan bütün gece yüzünde tebessümle öylece oturmuş, diğerlerinin konuşmalarını dinlemişti.
Wallander bir taksi çağırdıktan sonra Linda onu bahçe kapısına kadar geçirmişti. Koluna girip babasına sokulmuş, başını da omzuna dayamıştı; bunu sadece babasından memnun olduğu zamanlar yapardı.
“Eee, becerebildim mi bakalım?”
“Hiç olmadığın kadar iyiydin, baba. Canın isterse yapabiliyorsun.”
“Neyi yapabiliyorum?”
“Kibar davranmayı. Hatta polislikle ilgisi olmayan konularda bile istersen akıllıca sorular sorabiliyorsun.”
“Onlardan hoşlandım ama annesini fazla tanıyabildiğimi söyleyemem.”
“Louise’i mi? O hep öyledir. Fazla konuşmaz ama dinlemesini hepimizden iyi bilir.”
“Biraz gizemli biri gibi.”
Yürüyerek ana yola çıkmışlar, bütün gece çiseleyen yağmurdan korunmak için bir ağacın altında duruyorlardı.
“Ben senden daha gizemli olanını görmedim,” dedi Linda. “Yıllarca hep gizlediğin bir şeyler olduğunu sandım; ve sonra sadece çok az gizemli insanın gerçekten bir şeyler sakladığını öğrendim.”
“Ve ben onlardan biri değilim, öyle mi?”
“Sanmıyorum. Yanılıyor muyum?”
“Sanırım haklısın. Ama bazen insanlar sırları olduğunun farkında bile olmadan bir şeyler saklarlar.”
Taksinin far ışıkları gecenin karanlığını yardı. Taksi şirketlerinde giderek daha fazla kullanılmaya başlanan o minibüs tarzı araçlardan biriydi.
“Bu otobüs gibi şeylerden nefret ediyorum,” dedi Wallander.
“Kendi kendini doldurmaya başlama yine! Arabanı yarın getiririm sana.”
“Saat ondan sonra emniyette olacağım. Haydi artık içeri gir ve bak bakalım benim hakkımda ne düşünmüşler, öğren. Yarın tam bir rapor istiyorum.”
Kızı ertesi gün saat on bire doğru arabayı getirip bıraktı.
“Güzel,” dedi her zamanki gibi kapıyı tıklatmadan ofisine dalarak.
“Nedir güzel olan?”
“Senden hoşlanmışlar. Håkan komik bir dille ifade etti bunu. Dedi ki: ‘Baban aile için büyük bir kazanç.’”
“Bu ne anlama geliyor, hiç anlamadım.”
Kızı arabanın anahtarlarını masasına bıraktı. Hans’ın ailesiyle birlikte gezmeye gideceklerinden acelesi vardı. Wallander camdan dışarı göz attı. Bulutlar dağılmaya başlamıştı.
Kızı kapıdan çıkıp gözden kaybolmadan önce, “Evlenecek misiniz?” diye sordu ona.
“Onlar evlenmemizi çok istiyor,” dedi kızı. “Sen de başlamazsan eğer çok sevinirim. Birbirimize göre olup olmadığımızı bekleyip görmek istiyoruz.”
“İyi de bebeğiniz olacak?”
“Problem değil ama birbirimize ömrümüzün sonuna kadar katlanacak olmamız başka bir mesele.”
Kızı gitmişti. Wallander onun çizmelerinin yerde çıkardığı hızlı tempolu ayak seslerini dinledi arkasından. Kızımı tanımıyorum, diye düşündü. Tanıdığımı sandığım bir dönem oldu ama şimdi görüyorum ki bana giderek daha da yabancılaşıyor.
Pencerenin yanında durup eski su kulesini, güvercinleri, ağaçları, dağılan bulutlar arasından yüzünü gösteren mavi gökyüzünü seyretti. Kendini oldukça huzursuz hissediyordu; etrafında müthiş bir kasvet havası vardı. Belki de kasvet kendi içindeydi? Sanki kumları usul usul azalmakta olan bir kum saatine dönüşüyordu. Güvercinleri ve ağaçları, üstüne çöken his geçene kadar seyretmeye devam etti. Sonra yeniden masasına dönüp yine azimle, koca bir yığın hâlinde birikmiş önündeki raporları okumaya devam etti.
Wallander Noel’i Linda’nın ailesiyle birlikte geçirdi. Henüz adı konmamış kız torununu hayranlık ve ölçülü bir mutluluk duygusu içinde izliyordu. Linda ısrarla kızının kendisine benzediğini söylüyordu, özellikle de gözleri diyordu ama Wallander ne kadar çabalasa da bir benzerlik göremiyordu.
Noel gecesi hep beraber oturmuş şaraplarını yudumlarken, “Ona bir isim verilmeli,” diye önerdi.
“Zamanı gelince,” diye karşılık verdi Linda.
Hans, “İsminin bugünlerde kendiliğinden belli olacağını düşünüyoruz,” dedi.
“Bana neden Linda dediniz?” diye sordu kızı durup dururken. “Nereden geliyor?”
“Bu konuda suçu bana atabilirsin,” dedi Wallander. “Mona sana başka bir isim vermek istemişti, neydi artık hatırlamıyorum ama benim için sen ta başından beri bir Linda idin. Büyükbaban ise sana Venüs adı verilmesi gerektiğini düşünüyordu.”
“Venüs mü?”
“Biliyorsun, her zaman aklı pek yerinde değildi. Neden, ismini beğenmiyor musun?”
“İsmim güzel,” dedi kızı. “Ayrıca merak etmene gerek yok. Eğer evlenirsek soyadımı değiştirmeyeceğim. Hiçbir zaman Linda von Enke olmayacağım.”
“Belki