Hemberg kimlik kartını ve cüzdanı bir çantaya koydu.
“Son sözü adli tıp söyleyecek,” dedi. “Hem silaha hem de kurşuna bakacağız. Ama kesinlikle intihar.”
Hemberg bahis kuponuna bir kez daha baktı.
“Artur Hålén İngiliz futbolu hakkında pek bir şey bilmiyormuş,” dedi. “Eğer bu tahmini tutsaydı, ikramiyeyi tek başına alırdı.”
Hemberg ayağa kalktı. Aynı zamanda ceset de taşınmaya hazırdı. Kapalı sedye, dar koridordan dikkatlice çıkarıldı.
“Daha sık olmaya başladı,” dedi Hemberg düşünceli bir şekilde. “Yaşlı insanlar kendi sonlarına kendileri karar veriyor ama genelde silah kullanmıyorlar. Hele bir revolver, çok nadir.”
Birden Wallander’i incelemeye başladı.
“Ama elbette bu senin de aklına gelmiştir.”
Wallander şaşırmıştı.
“Ne demek istiyorsun?”
“Bir revolveri olması garip. Çekmeceleri aradık ama ruhsatı yok.”
“Denizdeyken bir ara satın almış olmalı.”
Hemberg omuz silkti.
“Tabii ki.”
Wallander, Hemberg’i caddeye kadar takip etti.
“Komşusu olduğun için anahtarla senin ilgilenebileceğini düşündüm,” dedi. “Diğerleri işini bitirdiğinde sana bırakırlar. İntihar olduğundan tamamen emin olana kadar işi olmayan kimse içeri girmesin.”
Wallander binaya döndü. Merdiven boşluğunda elinde bir torba çöple dışarı çıkan Linnea Almquist’e çarptı.
“Bütün bu kargaşa da ne?” diye sordu sinirle.
“Ne yazık ki bir ölüm vakası,” dedi Wallander kibarca. “Hålén vefat etti.”
Kadın haberi duyunca oldukça sarsıldı.
“Çok yalnız kalmış olmalı,” dedi yavaşça. “Birkaç kez kahveye çağırmıştım. Zamanı olmadığı gerekçesiyle kendisini mazur görmemi istemişti. Ama acaba tek gerekçesi zaman mıydı?”
“Onu pek tanımıyordum,” dedi Wallander.
“Kalbinden mi?”
Wallander başını salladı.
“Evet,” dedi. “Muhtemelen kalbinden.”
“Umarım onun yerine gürültücü gençler taşınmaz,” dedi ve gitti.
Wallander, Hålén’in dairesine döndü. Ceset kaldırıldığı için artık daha kolaydı. Bir teknisyen çantasını topluyordu. Muşamba zemindeki kan gölü kararmıştı. Diken, tırnak etlerini yoluyordu.
“Hemberg anahtarları almamı söyledi,” dedi Wallander.
Diken, şifonyerin üzerindeki bir anahtarlığı işaret etti.
“Bina sahibini biliyor musun?” dedi. “Kız arkadaşım taşınmak için bir yer arıyor.”
“Duvarlar çok ince,” dedi Wallander. “Bil diye söylüyorum.”
“Şu yeni egzotik su yataklarını duymadın mı?” diye sordu Diken. “Gıcırdamıyor.”
Wallander nihayet Hålén’in dairesinin kapısını kilitleyebildiğinde saat altıyı çeyrek geçiyordu. Mona’yla buluşmasına daha saatler vardı. Tekrar evine gitti ve bir kahve koydu. Rüzgâr çıkmıştı. Pencereyi kapatıp mutfakta oturdu. Alışveriş yapacak zamanı yoktu, market de zaten kapanmış olmalıydı. Yakınlarda geç saatlere kadar açık olan dükkân yoktu. Mona’yı akşam yemeğine çıkarması gerektiğini düşündü. Cüzdanı masanın üzerindeydi. Yeterli parası vardı. Mona akşam yemeğini dışarıda yemeyi severdi ama Wallander bunun parayı sebepsiz yere çöpe atmak olduğunu düşündü.
Kahve demliği kaynamaya başladı. Kendine bir fincan doldurdu ve üç kaşık şeker ekleyip soğumasını bekledi.
Bir şey onu rahatsız ediyordu.
Tam ne olduğunu bilmiyordu.
Ama bir anda çok güçlü bir duygu belirmişti.
Bu hissin Hålén’le ilgili olduğu dışında ne olduğunu bilmiyordu. Zihninde olayları gözden geçirdi. Onu uyandıran patlama, aralık kapı, odanın içinde yerde yatan ceset. İntihar eden bir adam, komşusu…
Yine de başka bir şey aklına gelmedi. Wallander oturma odasına girip yatağa uzandı. Patlama ânını hafızasında yokladı. Başka bir şey duymuş muydu? Önce ya da sonra? Gördüğü rüyayı bölen herhangi bir ses daha var mıydı? Hafızasını yokladı ama hiçbir şey bulamadı. Yine de emindi. Gözden kaçırdığı bir şey vardı. Düşünmeye devam etti. Tek hatırladığı sessizlikti. Yatağından kalkıp tekrar mutfağa gitti. Kahve soğumuştu.
Kendi kendime kurup duruyorum, diye düşündü. Ben gördüm, Hemberg gördü, herkes gördü. Hayattan bıkmış, yaşlı, yalnız bir adam sadece.
Yine de sanki gördüğünü tam olarak anlayamamış gibiydi.
Aynı zamanda, Hemberg’in gözünden kaçan bir şeyi fark etmiş olabileceği düşüncesinin de doğal olarak aklını çeldiğini kabul etmek zorundaydı. Bu, er ya da geç cinayet soruşturmalarına katılma şansını artırabilirdi.
Saatini kontrol etti. Mona’yla Danimarka feribotunda buluşmadan önce hâlâ zamanı vardı. Kahve fincanını lavaboya koydu, anahtarları aldı ve Hålén’in dairesine girdi. Oturma odasına girdiğinde, ceset dışında her şey ilk bulduğu gibiydi. Hiçbir şeyin yeri değiştirilmemişti. Wallander yavaşça etrafına bakındı. Bunu nasıl yapabilirim, diye merak etti. Baktığınız ama göremediğiniz bir şeyi nasıl görebilirsiniz?
Bir şey vardı, bundan emindi.
Ama bir türlü çözemiyordu. Mutfağa girdi ve Hemberg’in kullandığı sandalyeye oturdu. Bahis kuponu önünde duruyordu. Wallander, İngiliz futbolu hakkında pek bir şey bilmiyordu. Aslında futbol hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Kumar oynamak isterse, piyango bileti alırdı. Başka bir şey değil.
Bahis kuponu önümüzdeki cumartesi için hazırlanmıştı, görebiliyordu. Hålén adını ve adresini bile yazmıştı üzerine.
Wallander odaya döndü ve başka bir açıdan bakmak için pencereye doğru yürüdü. Bakışları yatağın yanında durdu. Hålén canına kıydığında giyinikti. Dairenin geri kalanı çok titizce düzenlenmiş olsa da yatağını toplamamıştı. Neden yatağını toplamamıştı? Wallander düşündü. Kıyafetleriyle zar zor uyumuş, uyanmış ve sonra yatağını toplamadan kendini vurmuş olabilirdi. Peki neden mutfak masasında doldurulmuş bir bahis kuponu bırakmıştı ki?
Mantıklı değildi ama mutlaka bir şey ifade etmesi de gerekmiyordu. Birden kendini öldürmeye karar vermiş olabilirdi. Belki de ölümünden önce yatağını toplamanın anlamsızlığını fark etmişti.
Wallander odanın tek koltuğuna oturdu. Eski ve yıpranmıştı. Kendi kendime kurup duruyorum, diye düşündü tekrar. Adli tıp bunun bir intihar olduğunu söyleyecektir. Adli soruşturma silah ve kurşunun uyuştuğunu ve tetiği Hålén’in çektiğini gösterecektir.
Wallander daireden çıkmaya verdi. Mona’yla buluşmak için ayrılmadan önce kıyafetlerini değiştirme ve temiz hava alma zamanı