“Ve o da buna ses çıkarmadı, öyle mi?”
“Başka bir seçeneği yoktu ki. Ne yazık ki onun da zayıf bir tarafı vardı. Kumarbazdı. İnanılmaz borçları vardı. Kumar borçlarının ânında ödendiği doğrultusunda söylentiler çıkmıştı o günlerde. Fahişenin polis raporu gibi bu da örtbas edildi. Ve hiçbir şey olmamış gibi Gustaf Wetterstedt morfinman adamını fahişelerin peşine salmayı sürdürdü.”
“Çokça skandal söz konusu olduğunu söylemiştin,” dedi Wallander.
“Adalet bakanlığı yaptığı dönemlerde, İsveç’te sanat eserleri kaçakçılığına adının karıştığına ilişkin söylentiler de çıkmıştı. Söz konusu kaçak tablolar asla bulunamadı ve bu tablolar şimdi büyük olasılıkla koleksiyoncuların kale gibi korunan evlerinin duvarlarını süslüyordur. Polis bir rastlantı sonucu aracı olduğu ileri sürülen bir adamı yakalamıştı. Bu adam Wetterstedt’in bu olayın içinde olduğuna yemin etmişti. Ama bu elbette kanıtlanamadı ve olay yine kapandı. Gerçeğin ortaya çıkmasını isteyenlerin sayısı istemeyenlerin sayısının yanında bir hiçti.”
“İyi bir tablo çizmedin doğrusu,” dedi Wallander.
“Sana az önce ne söylediğimi hatırlıyor musun? Gerçeği mi yoksa söylentileri mi istiyorsun, diye sormuştum. Çünkü Gustaf Wetterstedt’le ilgili çıkan söylentilere bakarsan o çok başarılı bir politikacıydı, partisine sadıktı ve çok hümanist biriydi. Ayrıca iyi bir eğitim görmüş ve yetenekli biriydi de. Ölüm ilanında bunlar yer alacak. Tabii kırbaçladığı kızlardan biri bildiklerini anlatmaya karar vermediği sürece.”
“Bakanlıktan ayrıldıktan sonra ne oldu?” diye sordu Wallander.
“Kendisinden daha genç bakanlarla iyi anlaştığını sanmıyorum. Özellikle kadın bakanlarla. O günlerde kuşaklar arasında büyük farklılıklar yaşanıyordu. Bana kalırsa tıpkı benim gibi o da zamanını doldurduğunu fark etti. Gazetecilikten istifa ettim. Ve Ystad’a geldikten sonra da doğrusu onu hiç düşünmedim. Şu âna kadar.”
“Onca yıldan sonra onu sence kim öldürmek ister?”
Lars Magnusson omuz silkti.
“Bu soruyu yanıtlamak olanaksız.”
Wallander’in bir sorusu daha vardı.
“Bu ülkede daha önce birinin kafa derisi yüzülerek öldürüldüğüne ilişkin bir şey hatırlıyor musun?”
Magnusson gözlerini kıstı. Merakla Wallander’e baktı.
“Kafa derisi mi yüzülmüş? Bundan televizyonda söz etmediler. Bilselerdi mutlaka sözünü ederlerdi.”
“Bu ikimizin arasında kalmalı,” dedi Wallander, başını tamam dercesine sallayan Magnusson’a bakarak.
“Bu haberi henüz kamuoyuna duyurmak istemiyoruz,” diye sürdürdü konuşmasını. “Soruşturmanın selameti açısından her şeyi söyleyemeyeceğimizi her zaman ileri sürebiliriz. Bu sözleri aslında polisin elinde fazla bir bilgi olmadığında söyleriz ama bu kez durum çok daha farklı.”
“Sana inanıyorum,” dedi Magnusson. “Ya da inanmıyorum. Artık gazeteci olmadığıma göre bunun bir önemi yok. Ama kafa derisi yüzen bir katil de hatırlamıyorum. Olsaydı mutlaka hatırlardım. Ture Svanberg böylesi bir haberin üstüne atlardı. Basına haber sızdıranları engellemeyi başarabilecek misin?”
“Bilmiyorum,” diye karşılık verdi içtenlikle. “Ne yazık ki bu konuda çok kötü deneyimlerim var.”
“Bu haberi satmayacağım, merak etme,” dedi Magnusson.
Sonra da Wallander’i kapıya kadar geçirdi.
“Polis olmaya nasıl dayanabiliyorsun?” diye sordu Wallander’e dışarı çıkarken.
“Bilmiyorum,” dedi Wallander içtenlikle. “Öğrenince sana da söylerim.”
Fırtına artmıştı. Rüzgâr olanca hızıyla esiyordu. Wallander, Wetterstedt’in evine döndü. Nyberg’in adamlarından bazıları üst katta parmak izlerini alıyorlardı. Wallander balkon penceresinden bakarken Nyberg’in bahçe kapısının yanındaki lamba direğine bir merdiven dayamış olduğunu gördü. Rüzgâr merdiveni devirmesin diye de direğe bağlamıştı. Nyberg tam merdivenden inerken Wallander gidip ona yardım etmeye karar verdi. Kapıda karşılaştılar.
“Ampulü sonra da değiştirebilirdin,” dedi Wallander. “Rüzgâr merdiveni de seni de uçurabilirdi.”
“Düşseydim mutlaka bir yerimi incitirdim.” Nyberg ciddi bir sesle konuşmasını sürdürdü. “Elbette ampulü daha sonra değiştirebilirdim. Ama unutabilirdim. Bu işin yapılmasını sen istediğin için, ben de yeteneklerine ve sana saygı duyduğumdan ampulü şimdi değiştirmeye karar verdim. Ama bunu sen istediğin için yaptım yoksa başkası isteseydi inan yerimden kıpırdamazdım.”
Wallander, Nyberg‘in bu sözlerine şaşırmıştı. Ama yine de şaşkınlığını belli etmemeye çalıştı.
“Ampul patlamış mı?” diye sordu.
“Hayır,” diye karşılık verdi. “Gevşetilmiş.”
Wallander bunun ne anlama gelebileceğini düşündü. Sonra da ani bir karar verdi.
“Bir dakika,” diyerek salona gitti ve Sara Björklund’a telefon etti. Telefonu genç kadın açtı.
“Gecenin bu saatinde rahatsız ettiğim için çok özür dilerim,” diye söze başladı. “Ama çok önemli bir şey sormak istiyorum. Wetterstedt’in evinde ampulleri kim değiştirirdi?”
“Kendisi.”
“Dışarıdakileri de mi?”
“Evet öyle sanıyorum. Bahçeyle kendi ilgilenirdi. Onun evine giren tek kişi belki de bendim.”
Siyah arabadakiler dışında, diye geçirdi içinden Wallander.
“Bahçe kapısının yanında bir lamba var,” diye sürdürdü konuşmasını. “Lamba genellikle açık mı olurdu?”
“Kışları, hava erkenden karardığı için evet, hep açık olurdu.”
“Hepsi bu kadar,” dedi Wallander. “Yardımların için çok teşekkür ederim.”
“Bir kez daha o merdivene çıkabilir misin?” diye sordu Nyberg’in yanına geldiğinde. “Yeni bir ampul takmanı istiyorum.”
“Yedek ampuller garajın içindeki küçük odada,” diyerek çizmelerini giydi Nyberg.
Yeniden fırtınaya çıktılar. Nyberg tırmanıp ampulü takarken Wallander iki eliyle merdiveni tuttu. Nyberg ampulü yerine taktıktan sonra merdivenden indi. Kumsala doğru gittiler.
“Şimdi çok daha farklı oldu,” dedi Wallander. “Lambanın ışığıyla denize dek uzanan yol birden pırıl pırıl oldu.”
“Ne düşünüyorsun?” diye sordu Nyberg.
“Bana kalırsa cinayetin işlendiği yer lambanın ışığının oluşturduğu dairenin içinde bir yerde. Şansımız yaver giderse lambanın üzerindeki parmak izlerini alabiliriz.”
“Katilin bu cinayeti planlayarak mı işlediğini düşünüyorsun? Ampul bilerek mi gevşetildi?”
“Evet,” dedi Wallander. “Böyle düşünüyorum.”
Nyberg merdiveni alarak bahçenin arkasına gitti. Wallander olduğu yerde kaldı. Yağmur olanca hızıyla yağıyordu.
Polis kordonu